15 Ocak 2016 Cuma

Sineklerin Tanrısı / William Golding

Yeni kitap okumakta hayli geciktiğim bir kitap. Uzundur aklımda olup da bir türlü fırsat bulamadıklarımdan sadece birisi.
O kadar çoklar ki...
Ama artık bu konuda stres yapmamaya karar verdim.
Yetişememe stresi yüzünden okuduğumdan zevk almaz hale gelmekten korkar oldum çünkü..
Neyi ne kadar yakalayabilirsem artık.

Bahsi geçen:
Sineklerin Tanrısı / William Golding



Gerçekten de şok edici bir kitap.
Çok sıradan bir çocuk kitabı tadında başlıyor ve sonunda benim hep savunduğum bir gerçeğin kalınca altını çizerek bitiyor..
Bütün Çocuklar Masumdur
cümlesini çürüterek...
Bu cümle bana da inandırıcı gelmez hiç...
İnsanlar iyi ve kötü olarak doğuyor bence ve gerçekten kötü çocuklar var...
Evet hayat şartları bir miktar şekillendiriyor bu doğru ama iyi hep iyi kötü hep kötü... Bence bu iş böyle..

Neyse kitabın özetine gelirsek, çevirmeni Mina Urgan ve sağolsun kitabın sonuna şahane bir sonsözle müthiş bir özet çıkartmış...
arada biraz kısaltarak geçireceğim buraya..

"Sineklerin Tanrısı, öykünün başlıca dört çocuğundan ikisinin, yani Ralph ile Domuzcuk'un tanışmalarıyla başlar. On iki yaşında olan Ralph, iyi huylu, zeki, güzel bir çocuktur. Deniz kuvvetlerinde binbaşı olan babası gelip onları kurtarıncaya kadar bu ıssız adada, yetişkinlerin baskısından uzak, çok hoş vakit geçireceklerine inandığından sevinç içindedir. Aynı sevinci paylaşmayan Domuzcuk'un gerçek adının ne olduğunu hiçbir zaman bilemeyiz. Şişmanlığından ötürü ona böyle bir ad takılmıştır. Domuzcuk, yalnız şişman olduğu için değil, nerdeyse kör denecek kadar miyop olduğundan gözlük taktığı için, ikide bir nefes darlığı nöbetleri geçirdiği için ve aşağı sınıflara özgü bir şiveyle konuşan tek çocuk olduğu için ötekilerden ayrılır. Ağzını her açışında aklın ve sağduyunun sesini bize ileten Domuzcuk, çocukların durumunun korkunçluğunu gerçekçi bir gözle görür: Burası bir adadır. Ralph'ın babası da, hiç kimsecikler de, çocukların burada olduklarını bilmemektedir. Bir çaresini düşünüp kurtulmanın yolunu bulmazlarsa, ölünceye dek burada kalacaklardır. Onun için hemen örgütlenmeleri gerekmektedir. Adanın şurasına, burasına dağılmış çocukları bir araya getirmeli, kaç kişi olduklarını saptayan listeler hazırlamalı, bir toplantı yapılıp kurtuluş çareleri düşünülmelidir.

Domuzcuk'un önerisi üzerine Ralph, sudan çıkardıkları şeytan minaresi biçiminde bir deniz kabuğunu boru gibi öttürerek çocukları toplantıya çağırır. Toplantıda ilk alınan kararlardan biri, şeytanminaresini elinde tutana söz hakkı verilmesidir. Böylece, her toplantıdan önce öttürülen bu denizkabuğu, demokratça bir düzen içinde herkesin dilediği gibi konuşmasının, yani düşünce özgürlüğünün simgesi olur.

Bu denizkabuğundan tüm adada duyulabilen bir ses çıkarabilenin doğuştan bir önder olduğunu sezmişçesine, çocuklar oybirliğiyleRalph'i şef seçerler. Bu karar karşı çıkan tek kişi Jack'tir. Deniz kabuğunu eline almadan konuşmak isteyen, seçim yapılmadan şef olması gerektiğini küstah bir gururla açıklayan Jac'in bir bakıma hakkı vardır; çünkü Ralph doğuştan bir önder olduğu gibi, Jack de doğuştan bir önderdir. Şu farkla ki, Ralph eşitliğe, sevgiye ve anlaşmaya inanan, iyiliğe yönelik bir önder; Jack ise kendinden başkasını hor gören, zorbaca bir baskıya inanan, kötülüğe yönelik bir önderdir. Jack görülür görülmez, onun küçük bir faşist, çekirdek halinde bir başbuğ olduğu hemen anlaşılır. Jack, katolik bir kilisenin korosunda şarkı söyleyen çocukların başıdır.  Jack'e istemeye istemeye oy veren bu çocukların pelerinli ve kare şapkalı üniformaları vardır, ikili sıra halinde asker gibi yürürler ve Jack izin vermeden yere ble oturamazlar.

zorbalığa dayanan üstünlüğünü adaya gelmeden korodaki çocukların üzerinde kuran Jack ileride görüleceği gibi güçlendikçe zorbalığı da artmıştır. Ona hizmet etmedikleri, sadece meyve yiyip geceleri ağladıkları için 6-7 yaşındaki küçükleri, yaşamaları gerekszi yaratıklar sayar. Aklına esince, kulu kölesi haline gelen çocukları bağlatıp dövdürerek, yüzünü boyalarla, başını çelenklerle süsleyip bir put gibi kurularak oturur.

Jack ve Ralph arasındaki iktidarı ele geçirme savaşı çıkmadan önce Ralph, Jack'in etkileyici kişiliğine kapılır; onunla dost olmak ister. Hızlı konuşamadığı, kayalara çabucak tırmanamadığı için Ralph başlarda Domuzcuk'a önem vermez. Ama, olaylar gelişip şefliğin sorumluluğu altında ezildikçe Domuzcuk'un değerini anlar. Domuzcuk'un hiçbir zaman şef olamayacağını anladığı halde kendisinin kafasını Domuzcuk gibi işletme yeteneğinden yoksun olduğunun farkındadır. Bu yüzden Domuzucuk Ralph'in akıl hocası olur.

İlk toplantıda olumlu kararlar alınır. Domuzcuk'un önerisiyle sahilde barınaklar yapılması ve açıktan geçecek gemilere işaret vermek üzere, dağın tepesinde bir ateş yakılması kararlaştırılır. Ancak ateş yakma fikrii çok çekici bulan çocuklar adanın büyükçe bir bölümünü ve bazı küçükleri yakarlar bu arada. Barınak yapmak için uğraşanlar ise ancak Ralph ve Simon'dır.

Oyuna dalan çocuklar her ne kadar verdikleri kararları savsaklasalar da başlarda durumu idare ederler.

Jack çocukların et yiyebilmeleri için ava çıkmak istediğini söyler. Ama asıl amacı, kendi de farkında olmadığı halde, kan dökmektir. gelgeleim atom çağı yaşayan çocuklar için kan dökmek kolay değildir. Nitekim Jack sarmaşıklara takılan bir domuz yavrusunu öldüremez ilkin.

Ancak av Jack'te bir saplantı olmuştur artık. Domuzları kolay kıstırabileceği bahanesiyle yüzünü gözünü boyalarla boyar. Hem ilkel kabile adamlarına benzemek hem de kendi benliğini maskelemek için yapar bunu.

Jack ile avcıları domuz yakalamanın çoşkusu içinde ateşe odun atmayı unuttukları için, dağın doruğundaki umut ateşinin sönmesiyle ilk domuzun öldürülmesi aynı saatlere rastlar. ve, tam o sıralarda dumanı görseydi belki gelip çocukları kurtaracak bir gemi geçer açıktan. Ralph ile Domuzcuk acılar içinde uzaklaşan geminin arkasından bakarken, jack canlı bir yaratığı öldürmüş olmanın yabansı sevinci içindedir.

Jack domuzları öldürdükçe daha zalim olur. Faşistlere özgü dar kafalı şovenizmle " nasılsa biz vahşi değiliz, biz ingiliziz ingilizler her şeyi en iyi yapar" diye övünen bu çocuk vahşilerin en kana susamışı gibi davranır. Daha ilk domuzu vurduktan sonra bile, ateşi söndürdüğü için onu suçlayan Ralph'e henüz el kaldıramadığından onun akıl hocası olan Domuzcuk'u bir yumrukta yere serer. çocuğun gözlüğün tek camının kırılmasına ve tek gözlü kalmasına neden olur.

Ne var ki canavar varsa avlarız diye böbürlenen Jack kendisinin domuzları avladığı gibi birinin de onu avlamasından için için korkmaktadır.

Zamanla tüm adaya egemen olan korku küçüklerin önce yılan gibi bir şeyden sonra bir canavardan yakınmalarıyla başlar. kendi benliğinde bir canavar yatan jack adada bir canavarın olduğuna ikna olur. Domuzcuk canavara inanmaz. Başlarda inanmayan Ralph dağın doruğuna konan şeyi kendi gözleriyle görünce inanır.

Çocukların canavar sandıkları ölü bir paraşütçüdür aslında. Adanın üstünde bir hava savaşı sürüp gittiği sırada bir patlama olur ve ölü bir paraşütçü çocukların tek umudu olan ateşin bir daha yakılmasını engellermişçesine dağın doruğuna konar. Ve paraşüt rüzgarda şiştikçe ölü de canlıymış gibi devinip durur.

Çocukların canavara inanmalarıyla birlikle Jack ile Ralph arasındaki düşmanlık açığa çıkar. Şimdiye kadar Ralph'ın kullandığı deniz kabuğuyla Jack çocukları toplantıya çağırır. Ralph'ı korkaklık açısından Domuzcuk'a benzemekle, gerçek bir şef olmamakla suçlayan Jack, bir hükümet darbesi yapıp iktidarı ele geçirmek için kıyasıya bir savaş verir. Gerekli oyları gene elde edemediği için, demokratik yöntemlere göre yenilmiş sayılsa da, aslında bu bir yenilgi değildir. Çünkü Jack, ava gitmek ve et yemek isteyenlerin peşinden gelmelerini söyleyerek, adanın öteki ucundakiKaya Kale dediği yüksek kayalığa çekilince, büyük çocukların tümü, bundan böyle şef olduğunu açıklayan Jack'in, yüzü boyalı vahşilerden oluşan"kabile"sine katılırlar. Böylece çocuklar demokratik düzenden cayıp, kabile düzenine geri dönerler.

Gerçi Domuzcuk, kafasını kullanarak, dağın doruğunda canavardan ötürü yakılamayan ateşin kumsalda yakılmasını önermiştir ama Jack ile kabilesi gece barınaklara bir baskın yapıp, Domuzcuk'un tek camlı gözlüğünü çalarlar. Adada ateş yakmanın tek yolu da, Domuzcuk'un gözlüğünün merceği ile kuru yaprakları tutuşturmak olduğu için, çocukların kurtuluş umudu olan ateş artık hiç yanmayacaktır; çünkü Jack açıktan geçen gemilere işaret vermek için değil, ancak avladığı domuzları kızartabilmek için gözlüğü çalmıştır.

Canavara inanmayan tek çocuk küçük Simon'dır. Herhalde kendi dünyası ışık içinde olduğundan tüm çocukların ödünü koparan karanlıklardan hiç korkmadığı için geceleyin tek başına ormana giden, ara sıra bayılıp bir çeşit sara nöbeti geçiren Simon'ı öteki çocuklar biraz kafadan çatlak bilirler. Simon herkesin derdini dert edinir. Barınaklar yapılırken Ralph'e yardım eden tek çocuktur. Jack, ava katılmadığı bahanesiyle kızartılmış domuz etini Domuzcuk'tan esirgeyinceSimon kendi pyına düşeni Domuzcuk'a verir; küçüklerin erişemediği yüksek dallardan en olgun meyveleri koparıp onlara sunar. Bunlar iyi yürekli insanlara özgü davranışlardır. Ama Simon sadece iyi yürekli olmakla yetinmez. Bir mistik, bir ermiştir bu küçük çocuk. Simon sezgileriyle gerçeği görebildiği gibi geleceği de bilir. Örneğin Raplh'in günü birinde bu adadan kurtulacağı, evine geri döneceği içine doğduğu gibi, canavarın dış dünyada değil, çocukların kendi içlerinde olabileceğini anlar. Simon "bizden başka canavar yok belki" derken "insanlığın başlıca hastalığını dile getirmek ister".

Kitaba adını veren Sineklerin Tanrısı, bu hastalığı, yani insanların içindeki kötülüğü simgeler. Sineklerin Tanrısı üzerine sineklerin konduğu ölü bir domuz başıdır: Jack, ilkel bir insanın inancıyla, karanlık güçleri yatıştırmak, kendini ve kabilesini canavardan koruyabilmek amacıyla, öldürdüğü bir domuzun başını kesip, iki ucu sivriltilmiş bir kazığa geçirmiş, kazığı bir put dikercesine toprağa çakarak, bu kokuşmuş domuz başını canavara sunmuştur.

Simon, insanları çok sevdiği halde, ara sıra tek başına kalabilmek için, ormanda gizli bir yer bulmuştur kendine. Bir gün o gizli yerde sineklerin tanrısı ile karşılaşır. Çocukların karabasanlarına giren canavar olduğunu açıklayan sineklerin tanrısı, çocuklar içinden ancak Simon'ın gerçeği bildiğinin farkındadır, ancak Simon canavarın çocukların içinde olduğunu ve bu yüzden öldürülemeyeceğini anlamıştır. Sineklerin Tanrısı kahkahalar atarak "..sen biliyordun değil mi? sizlerin bir parçası olduğumu biliyordun (...) her şeyin bozulmasının nedeniyim ben. Bunu biliyorsun değil mi?" der. Sonra da simon'ı uyarır "seni istemiyorlar. Biz eğeleneceğiz bu adada. Onun için bir haltlar çevirmeye kalkma, benim zavallı yolunu şaşırmış çocuğum. Yoksa seni yok ederiz anladın mı*" Ve sineklerin tanrısı kapkaranlık ağzını açınca Simon bu ağzın içine düşercesine yere yıkılıp bir sara nöbeti geçirir.

ne var ki Simon acı gerçekle, yani kendi benliğinde hiç bulunmayan kötülüğün çoğu insanların içinde var olduğu gerçeğiyle karşılaştığı halde, bu kötülüğü simgeleyen Sineklerin Tanrısı, Simon'ı yutup yok edememiştir yine de. Simon kendine gelir gelmez, dağın doruğuna çıkmaya karar verir. Orada bir canavar olmadığını çoktan sezmiştir. "Simon canavarı düşündükçe, gözünün önüne bir insan geliyordu: Hem yiğit, hem de hasta bir insan." Nitekim gecenin karanlığında, bitkin bir halde, düşe kalka dağa tırmanınca, canavar sanılan şeyin aslında ne olduğunu görür. Ölü pilot gülünç bir kukla gibi devinip durmasın diye, paraşütün kayalara ve çalılara takılmış iplerini çözer. Sonra durumu bildirmek üzere dağdan iner.

O sırada korkunç bir fırtına patlak vermiştir. Karanlık gecede çıkan şimşeklerden, gök gürültüsünden ödü kopan çocukları oyalamak için Jack çılgın bir dansa zorlar onları. Canavarı nasıl öldüreceklerini simgeleyen bu dans, çocukları korkudan kotuyacak bir çeşit büyü gibidir. Bir halka yapan -ve ne yazık ki, aralarında Ralph ve Domıuzcuk da bulunan - çocuklar, hep bir ağızdan "canavarı gebert, gırtlağını kes, kanını dök" diye bağıra bağıra tepinirlerken yürüyecek hali olmadığından emekleye emekleye ilerleyen simon, ormandan çıkar. "tepedeki ölü adam" diye bir şeyler anlatmaya çalışarak halkanın içine girer. hem korkudan deliren, hem de yabansı bir öldürme hırsına kapılan çocuklar, canavarın olmadığını müjdelemeye çalışan simon'ı canavar sanıp paramparça ederler. Simonın ölümüyle beraber çıkan güçlü bir rüzgar ölü pilotun paraşütünü şişirir, paraşüt dağın doruğundan havalanır adanın üstünden geçer ve ölü adamı denize gömer."

Çocukların en acımasızı olan Roger gözlüğünü geri almak isteyen Domuzcuk'un üzerine bir kaya yuvarlayarak kafasını parçalayıp ölümüne sebep olur. Son ana kadar Ralph'dan yana olan ikizler Jack'in tarafına geçmeye mecbur bırakılırlar. Jack Ralph'i öldürmeyi kafasına koymuştur. İkizler bunu ona haber verirler ve Ralph çok yakınlarında bir kuytuyu götererek onları buradan uzak tutun burada saklanacağım der gece. Ertesi sabah ikizlerden birinin yerini söylediği ortaya çıkar Ralph'e saldırırlar. Saklandığı ağaçlık alandan çıkartabilmek için dalları tutuştururlar ve bütün ada yangın yerine döner.

Tam Ralph'ı yakalayıp öldürecekleri sırada bir İngiliz kurovazöründen inen subayla çarpışır Ralph.
Subay yüzü boyalı vahşi çocukları görünce ve iki üç ölü olduğunu öğrenince "İngiliz çocuklarının daha iyi idare edebilecekleri düşünürdüm" der.
Roman böylece biter, Çocuklar kurtulur mu, Jack'in kabilesi kuruvazörü de ele geçiri mi? ne olup biter bilinmez???

Hiç yorum yok: