30 Eylül 2014 Salı

Kitap Meydan Okuması: Gün Onaltı

16. gün: en sevdiğin kadın karakter

Biraz çıkıntı bir kadın benim sevdiğim, genelde pek de sevilmeyen, ahlaksız bulunan falan bir kadın...
Levi Tolstoy'un Anna Karenina'sı
Hoppalaaa.. sen gibi eşini seven çocuğuna tapan bir kadın, kocasını aldatan aşkı uğruna oğlundan ayrı kalmayı bile göze alabilen bu kadını niye sever?
diyecek misiniz?
diyebilirsiniz..
Seviyorum çünkü özümde ben bir aşk kadınıyım :) aşkı severim... aşık olduğum adamla evlendiğim için şanslıyım, aşık olmadığım biri ile sanırım evlenmezdim ama evlenmiş olsaydım da Anna gibi karşıma çıkıp beni zorlayan bir aşka kapılıp gidebilme riskim vardı..

Anna'yı seviyorum çünkü çok cesur.. Mesela kocasının karşısına geçip çatır çatır aşkını itiraf edebilecek denli.. Yasak aşk yaşayan kadına çıkıyor adı ama dedikodulardan mevcut statüsünü kaybetmekten tırsıp boşanmaya yanaşmayan da pısırık kocası.. Anna dürüstçe açıklıyor gizli saklı iş çevirmiyor..
Ha Vronski paşa bu aşkı hak ediyor mu? Bana kalırsa etmiyor.. dandik bir adam bence
ve beni Anna'ya esas en hayran bırakan sahne ise tren altına atlama sahnesi.. Vronski'nin hiç bir şeye değmediğini anladığında o kararı veriyor Anna bana kalırsa... Hep olduğu gibi yine çok cesur...

kitabın en vurucu bölümü bence şu:

"Vronsy: -Sana özen gösteriyorum buna saygı duyamaz mısın?
Anna: - Saygı mı? sevginin bıraktığı boşluğu dolduran uydurulmuş bir şey...."

Ben oldum olası intiharı başarabilen insanlara hayranlık duyarım...
Bir canı almak, cinayet işlemek yanına bile yaklaşamayacağım denli zor bir eylemken bir insanın kendi cinayetini işleyebilecek denli cesur olabilmesine çok saygı duyuyorum ben...
Bu yüzden,  Sylvia Plath. Virginia Woolf, Cesare Pavase, Nilgün Marmara, Ernest Hemingway, Sadık Hidayet...ve daha aklıma gelmeyen bir kaç isim ne yazmış olurlarsa olsunlar hayranlıkla okurum...

Manyak mıyım neyim?



29 Eylül 2014 Pazartesi

Kitap Meydan Okuması - Gün Onbeş

15. gün: En sevdiğin erkek karakter

hadi hoppaaaa.. yine çuvalladık
gitgide zorlaşıyor mu sorular ne
ya da bende bir sorun var..
seçemiyorum ki...

İlk aklıma geliveren ilk aşkım.. Küçük Prens'im.. Minik adamım..

Biraz zihnimi zorladığımda okuduklarımdan aklıma yer eden erkek karakter kimdir diye...

Richard Bach'ın Mavi Tüy'ündeki Donald Shimoda ... Mesihlikten istifa etmiş bir pilot eskisi. wuuuu, tam da aklımda kalacak beni etkileyecek bir adam.. Kurduğu cümleler bir ömre bedel zaten...

misal:

"...eğer özgürlüğü ve mutluluğu çok istiyorsan, senin dışında bir yerde olmadığını görmüyor musun? Sende olduğunu söyle sende olsun! Seninmiş gibi davran senin olsun..."

Bunlar felsefesi ile beni etkileyen erkek kahramanlar..
bir de yakışıklılıklarıyla akılda kalangiller var ki, her ikisi de aynı seriden...
Yüzüklerin Efendisi..

İlki Legolas.. ki zaten Bir Elf olduğundan yarışa 5-0 önde başlıyor
ve diğeri Aragorn....
Dünyalar güzeli Elflerin Elfi Arwen'i kendine aşık edebilmiş, benim gibi zavallı bir ölümlüyü mü edemeyecek yani...
nck nck nck :)

Her iki karakter de okurken pek hoşuma gitmişlerdi filmde konuyu yansıtması açısından aradığımı bulamadıysam da karakter seçimleri fena değildi..
Aragorn'da hayalkırıklığı yaratmadı kesinlikle, Ama Legolas pek hayalimdeki gibi değildi filmde
yine de filmden  bir Legolas ve Aragorn fotoğrafı ile süsleyeyim diyorum bu postu da madem :)

Pek de aradığımı bulamadığım Legolas:

ve hayallerimle örtüşen Aragorn:





28 Eylül 2014 Pazar

Kitap Meydan Okuması: Gün Ondört

14. gün: Filmi çekilen ve mahvedilen bir kitap

Bir kitap değil bir seriden bahsedeceğim...

Benim için fantastik edebiyatta kült eserlerdir bu seri..

J.R.R. Tolkien--Yüzüklerin Efendisi
-Yüzük Kardeşliği
-İki Kule
-Kralın Dönüşü

Olağanüstüdür, anlatılmaz yaşanır.. Okunurken gerçek hayattan kopulur Orta Dünya'ya geçiş yapılır...
Hal böyle olup da filme dönüştürülmeye kalkışılınca benim için büyük hayalkırıklıklarından biridir...
Öylesine ancak okunursa anlaşılır bir felsefesi var ki... O felsefeyi filme taşımak mümkün olamamıştır benim gözümde... Kitapları okumayanlar için filmler çok başarılı görünür ancak kitapları -bencileyin- sindirerek, yaşayarak, içinde kaybolarak okuyanlar o beyaz perdeye asla aktarılamamış tüm yaşanan, hissedilenler için öfke duyar... Okurken içerisine girip yaşadığı, sonrasında da hep içinde yaşatacağı Orta Dünya'sına tecavüz edilmiş gibi öfkelenir..
Ya da genelleme yapmasam daha iyi
Benim için öyle oldu diyeyim....


En sevdiğiniz seri sorusunda bir anda aklıma gelmemiş olan bu seri belki de o soruya da cevap olmayı hak ediyordu.. bilemiyorum..
Sanki Yüzüklerin Efendisi benim için bir kaç kitaptan fazlası gibidir de ona sebep kitaplar konu olduğunda ilk anda aklıma gelivermiyordur kimbilir?
Kitaptan ötesi derken Yaşam Felsefesi, Hayata Bakış Açısı...
işte ne bileyim .. öyle bir şeyler..

Keşke sadece yazılı kalsaymış... hiç görselleştirmeye teşebbüs edilmeseymiş... ah keşkeymiş keşkeymiş....



27 Eylül 2014 Cumartesi

Kitap Meydan Okuması: Gün Onüç

13. gün: En sevdiğin yazar

Yok ben bu soruda pes edeceğim.. cevaplayamayacağım...
Ben hangi birini seçeyim.. Türk yazarlara mı bakayım, yabancılara mı? Klasikleri yazanları mı gözden geçireyim ne yapayım?

Meydan okumaların bu sorusunda havlu atıyorum... Hiç isim zikretmek istemiyorum.. Sanki birini yazarsam diğerine ihanet etmişim gibi hissederim...

Soru cevapsız kaldı post fotoğrafsız kalmasın bari
okuyan Nes karesi olsun bir tane bu postun sonunda..


Yazarını seçemeyen kadının portresini takdimimdir efendim:

f: otoportre

26 Eylül 2014 Cuma

Kitap Meydan Okuması: Gün Oniki

12. gün: Hem sevip hem nefret ettiğiniz kitap (lar)

Marcel Proust- Kayıp Zamanın İzinde

Yazdım diye zannetmeyin ki okudum bitti..
Nerdeeee daha serinin ikinci kitabı olan Çiçek Açmış Genç Kızların Gölgesinde yeni tamamlandı.. Proust 17 senede yazmış kitabı, ben de 17 senede okuyacak gibiyim..

Neden nefret ediyorum...?
Nefret ediyorum çünkü çok ağır ve ağdalı bir dille uzatıla uzatıla yazılmış... Yazıldığı yılların sosyal hayatının ıcığına cıcığına kadar anlatılmış... Çok basit ve sıradan bir tiyatro oyununda bir prensesle 2 saniye göz göze gelme mevzuu hikaye edilecek diye onlarca sayfa döktürülmüş mesela..

Neden seviyorum...?
Çünkü tüm bu ayrıntıların arasında öylesi cümleler var ki, altını çizdikten sonra dönüp dönüp dönüp yeniden okuyasım okudukça okuyasım geliyor.. Hayata, insanlığa, insan psikolojisine dair öylesi betimlemeler ki.... Vay canına demekten kendimi alamıyorum
ve işte bu detayları kaçırmamak için pür dikkat okuyorum...

Bir anda okuyup bitiremiyor biraz okuyup kenara koyuyor bazen aylarca elime almıyorum...
Ama klasikleri klasik yapan da bu özellikleri ki bence, elime aldığım anda geçmişte olanları bir cümle ile anımsıyorum, bu neydi yaa diye geri dönüp göz atmak ihtiyacı hissetmiyorum...

Seri toplam 7 kitap, bende Yapı Kredi Yayınlarının 2 cilt halinde bastığı şekli var.. Daha 2 kitap bitti önümde 5 tane daha var
ama eninde sonunda bitireceğim..
nefret ede ede
Seve seve
bitireceğim....

kaç yıl sürer daha bilmiyorum
umursamıyorum...
eeee kolay mı....
Kayıp zamanın izini sürüyorum..
belki bir gün bulurum..

Proust yazarken bitiremeden ölmekten korkarmış.. ölmemiş
ben de bazen bitiremeden ölür müyüm ki diyorum.. sonra da
nck diyorum
o bitmeden
ben ölmem :)


25 Eylül 2014 Perşembe

Kitap Meydan Okuması-Gün Onbir

11. gün: Nefret ettiğin bir kitap

Genel olarak elime aldığım kitabı bitirmeye gayret ederim hoşlanmasam da, aslında yanlış.. zevk vermiyorsa at kenara.. niye zaman kaybedesin değil mi? Ama huy işte / ille bitiriyorum..

Ama bir tanesi var ki.. ruhuma sıkıntılar afaganlar bastırarak
"ayyyy yok aman hayatta okuyamıyciiiiim" diyerek elimden fırlatılmışlığı var.. Ne zoruna yaaa demiştim, manyak mıyım..

Aslında çok kişi tarafından çok beğenilen bir kitaptı, belki terslik bendeydi ama.. Bütün romanlarında İngilizce düşünülüp Türkçe yazayım ki İngilizceye kolayca çevrilebilsin modelini düstur edinmiş olan Orhan Pamuk'un Benim Adım Kırmızı'sı söz ettiğim kitap....Hay nakkaşına hattatına kelebeğine zarifine diyerekteeeennn attım kendisini..

Attım derken lafın gelişi değil, bildiğiniz sokağa attım, biri almak isterse diye yere değil de bir duvar üzerine terk ettim kendisini.. Pişman değilim :D

kitap elimde olmayınca fotoğraf da internetten arak oldu haliyle
hoşgörüle...


24 Eylül 2014 Çarşamba

Kitap Meydan Okuması Gün On

10. gün: sana evini yuvanı hatırlatan bir kitap

evim yuvam dendiğinde ana-baba evim de geliyor aklıma, evlendikten sonra büü ile kurduğumuz yuvamız da...

ancak hala içinde yaşadığımızdan şimdiki yuvamız için şu kitap da hatırlatıyor bana demeyi pek anlamlı bulmadım sanki..

ana-baba evimi ise hatırlatan çocukken okuduklarım elbette..

Tow Sawyer
Bir Şeftali Bin Şeftali
Küçük Kara Balık
Fadiş
Küçük Prens
Şimdiki Çocuklar Harika
Denizler Altında Yirmibin Fersah
Aya Yolculuk
İki Yıl Okul Tatili
Arzın Merkezine Seyahat
David Copperfield
Jayne Ayre
Rebecca

....
...
..

daha onlarcası
ama en çok
en en en çok
Mary Poppins / P.L. Travers

Okur okur okur ne hayaller kurardım.. başucumda durudu kitap, uyumadan önce rastgele açar okur öyle yatardım...
duygusal bir bağım vardı kitapla..
ne yazık ki kayıp..

ne oldu nereye gitti kim aldı hiç bilmiyorum
oysa çocukluk kitaplarımı saklamıştı annem..
turuncu ciltli bir kitaptı üzerindeki kağıt kapak kaybolmuştu. Eskiden öyle çocuk kitapları vardı ciltli ve üzerien geçirilmiş renkli resimli kağıt kapaklı
hatta milliyet çocuk serileri vardı minik boyda mavi ciltli
benim mary poppinsim başka bir yayınevinin kitabıydı...
kybolması çok üzücü..
şimdi ne zaman aklıma düşse o kitap çocukluğum da düşer aklıma.. ana-bab yuvam da.. gece beraber uyuduğum kırmızı peluş kedim bile hatta....

ekleyecek fotoğrafım yok kitaba dair. İnternetten bulup rastgele bir kapağı da paylaşmak istemedim
O yüzden kendimce yaptığım "Mış Gibi" otoportre fotoğraf serisinden
"Mary Poppins-miş Gibi" isimli fotoğrafı paylaşıyorum...

Uçtu Uçtu Mary Poppins uçtu.....


f.: Otoportre Ocak 2014-ankara

23 Eylül 2014 Salı

Kitap Meydan Okuması - Gün dokuz

9. gün: sevmem sanıp da sonunda sevdiğin bir kitap

Daha önce de söz ettim serilerden söz açıldığında..
Pegasus Yayınları kitapları, hiiiç tarzım olmayan, alıp okumaya hiiiç heveslenmediğim, saçma sapan gereksiz abartılı bulacağıma emin olduğum vs. vs.

Evet canım bildiğiniz önyargı işte...

Nasıl popüler nasıl popüler okuduğum zamanlarda... Herkesin elinde.. harıl harıl bir okunma halinde..
"Yaaa gidin işiniz mi yok
zaman kaybı"
diyorum bana yakın bulduğum okuyucularına..
"Yapma etme okumadan karar verme" diyor bir kısmı
bir kısmı "ben seviyorum sana ne diyor" e haklılar aslında

en nihayetinde bir dost o kadar çok ısrar etti ki.."yaaa inat etme bir oku"
aldım
okudum
sanırım iki günde
646 sayfayı hem de...

Vay arkadaş dedim kitabın sonunda
kendimi bir Lisbeth Salander hayranı olarak buluverdim.. Hacker olasım bile geldi.. Hani bir kuplecik yetenek olsa bulaşacağım o derece.. Ama elektronik ve teknolojik yeteneklerim sıfır altı negatif olduğundan çocukça bir hayal olarak tozlu raflara kalktı bu fikir de tabi..

Söz ettiğim kitap
Millenium isimli üçlemenin ilki
Ejderha Dövmeli Kız/Steig Larsson

bir polisiye, bir macera, bir seri katil romanı..
ben elime aldım
bırakamadım...

Asla sevmem zannediyordum oysa.. çok emindim.. Kapak oldu bana :D

22 Eylül 2014 Pazartesi

Kitap Meydan Okuması - Gün Sekiz

8. gün: En abartılmış bulduğun kitap (nesi meşhur bu kitabın gibilerinden)

Burada bir ismin ve çok satarlığın büyüsüne kapılıp da konusuna, hakkında yapılan yorumlara, hatta arka kapağına dahi bakmadan alınıp da kitap okunmayacağını bana bin nasihat değil de bir müsibet ile öğreten bir seriden söz etmek istiyorum...

Ama konuyu daha önce detaylıca blogumda anlatmış olduğumdan yeniden uzun uzun yazmayayım da sizi o sayfaya davet edeyim dedim

BURAYA TIKTIK lar iseniz en abaratılığı bulduğum son derece kalitesiz  seri hakkında yazdıklarıma ulaşacaksınız :)

Olağanüstü güzellikteki İşim...

Şimdi benim ne kadar aktif dinamik heyecanlı olduğumu bile rkadaşlar emekli olma kararımı "şok şok şok" şeklinde karşılamışlardı..
Yorumlar genelde şöyle oldu
"kesinnn sıkılırsın"
"bak pişman olacaksın"
"masrafın iki katına çıkacak evde olunca"
paspallaşacaksın, kendine bakmayacaksın"
vs
vs
vs

Oysa işin rengi o değildi.. Benim gibi aklında bir yığın yapacak şey olup da iş yerinde iğrenç bir mobing altında olan kişilere iş saatinden geriye bunları yapacak zaman kalsa da enerji kalmıyordı...
Cendereden çıktım ve kendimi buldum...

Hem ben işsiz değilim ki...
Olağanüstü güzellikte bir işim var benim
DEFNE...

En son doğum iznindeyken anneliğin ne kadar hayran olunası bir meslek olduğunu bilincinde olduğumu anımsadım kızımla yine
yeniden başbaşa kalınca...
Asla emekli olmayı istemeyeceğim güzellikte bir iş...

Okullar açılmadan hep beraberdik.. durup durup icatlar çıkardık kendimize
Defnenin odasında dekorasyon değişikliği yapmak..



ya da kostüm giyinip eğlenen capon balığını fotoğraflamak gibi...








Okul açılınca benim iş yoğunlaştı. Defne devlet okuluna gittiği için öyle Ankaranın her köşesine servis yok tabi okuldan.. Ve ilkokulda son senesi olduğundan, öğretmeni ve arkadaşlarını çok sevdiğinden, o ayrılmak biz ayırmak istemedik..
Servis de olmayınca iş başa düştü her gün onu götürüp eve dönüyor sonra gidip alıp geliyorum.. Mesafe yakın değil, servis saatlerinin denk gelişini falan da ayarlayınca ben bayağı mesaiye gider gibiyim. Gözümdeki sorundan dolayı araba kullanmaya da cesaretim olmadığından günü büyük kısmı sokakta geçiyor.. Yıllarca masa başında çürüdüğüm şikayetinde olan bana nasıl iyi geliyor anlatamam...

Okul çıkışlarında kızımla zaman geçirmek, ödevlerine yetiştirecek bir iş güç derdi olmadan huzur içinde yardımcı olmak



bir yerlerde oturup bir şeyler içmek



eve dönüp kurabiye yapmak.. -ki Defne bunu hep ister ben motivasyonsuzluktan hep ötelerdim...



proje ödevlerine aceleye getirmeden rahat rahat yardımcı olmak..

evet bugün Fen ve Teknoloji ödevi için iskelet maketi yaptık mesela..



tuz hamuru kullandık..
annemde yapıp hazırladık, eve gelince pişirip birleştirdik..
İskeleydi koydu Defne ismini..

selamı var size :)



dipteki not: Fotoğrafların tamamı bana aittir...

21 Eylül 2014 Pazar

Kitap Meydan Okuması-Gün Yedi

7. gün: Sana kahkaha attıran bir kitap

Bu soru ile karşılaşınca pek mizah kitabı okumamış olduğumu fark ettim.. Hafızamı biraz yokladım ki.. Aklıma gelen büyük üstat Aziz Nesin oldu..
ve yine çocukluğuma gittim..

"Şimdiki Çocuklar Harika"
isimli kitabındaki sınıfa müfettiş gelmesi öyküsü...

Müfettişin format sorduğu soruları öğretmen çocuklara ezberletir de hani müfettiş gelip de bizim kahramana soruların sırasını değiştirerek soruverir :)
sonra da her şey birbirine girer..

Çocukken bu bölümü ablamla dönüp dönüp defalarca defalarca okuyup karnımız ağrıyana değin gülerdik her defasında ...

Kitabı okusun diye Defne'ye aldım. Benim çocukken okuduğuma ne oldu bilmiyorum. Muhtemelen birisi alıp geri getirmedi :(

Bizim güldüğümüz bölüme -bizim kadar olmasa da- Defne de güldü ...

"--Kaç yaşındasın?
-- 1492 efendim..
...
--İstanbul'u kim fethetti?
--Babam
...

--Senin baban kim?
-- Mimar Sinan
...

--Mimar Sinan ne yaptı?
--İstanbulu fethetti
--Kim?
--Mimar Süleyman
..
--Süleymaniye Camisini kim yaptı öyleyse?
--Sultan Sinan Fatih
....
..."

şeklinde uzayıp giden bir muhabbet..

Çok komik gelirdi küçükken bana.. Şimdi o kadar da komik bulmuyorum elbette ama yine de kitabın adı geçtiğinde çocukluğum geldiğinden aklıma gülümsüyorum :)



Bu kitap meydan okumalarında verdiğim yanıtları düşündüm de genelde çocukluğuma gençkızlığıma dair en çok iz bırakanlar...
O yaşlarda yapılan her şey daha güzel geliyor galiba
Okunan kitaplar da....



20 Eylül 2014 Cumartesi

Kitap Meydan Okuması -- Gün Altı

6. Gün: Seni Hüzünlendiren Kitap

Çocukluğumda okuyup bugüne değin zaman zaman yeniden okuduğum hatta şok edici biçimde yakın zamanda bir ara ismi sakıncalı kitap olarak olarak geçtiğinde özlemiş olduğumu fark edip yeniden okuduğum
Şeker Portakalı- José Mauro de Vasconcelos

Ne güzel
Ne etkileyici
Ne gözyaşı döktürücü
Ne hüzünlü
Ne akıldan çıkmaz bir öyküdür o.....

Tepeden tırnağa hüzündür benim için...
Ancak çok ustalıkla işlenmiş, insanı boğup bunaltmayan yumuşacık bir hüzün...

Ah canım Zezé....


19 Eylül 2014 Cuma

Kitap Meydan Okuması-Gün Beş

5. gün: seni en mutlu eden kitap

Konusu hüzünlü falan da olsa kitap okumak eylem olarak beni mutlu ediyor zaten...
Dolayısıyla okuduğum her kitaptan mutluluk payı çıkartmam olası.. Hani bazı konusu falan hiç sarmalamayan itelesen de gitmeyen kitaplar oluyor, onları tenzih ediyorum elbette...

Ama şöyle bir kurcalayınca kafamı beni en mutlu eden kitap neydiii neyii, hangisiydi diye gencecik bir kızken okumuş olduğum bir tanesi düştü aklıma

şimdi insanı kusturacak kadar çoğaltan "kişisel gelişim" kitabı falan yoktu o zaman. Böyle bir deyim bile yoktu sonradan Secret'lar falan türeyince çıktı o deyim de ortalığa yanılmıyorsam...

Bahsettiğim kitabı yeni nesilin eline versek okuyun diye bu yeni moda kitaplardan zannederler muhtemelen

ama o zamanlar farklıydı benim için

Leo Buscaglia
Yaşamak Sevmek ve Öğrenmek

çok etkilemişti beni, defalarca okumuşluğum ara ara elime alıp yeniden gözden geçirmişliğim olan satırlarının altını çizdiğim, çizdiklerimi defterlere kaydettiğim bir kitap...

düşünüyorum da hayata bakış açımda çok etkisi olmuştur bu kitabın diyebiliyorum...

ikinci el almıştım kitabı.. İlk sahibi 1985'te almış.. ismini karalamışım keşke yapmasaymışım..
ben de 1987 de falan okumuş olsam gerek ilk


sonra defalarca okuna okuna, elden ele geze geze dağılmış kitap..

üzerine okunmuşluk sinmiş kitapları çok seviyorum..

Sadece şu haline bakmak bile beni mutlu ediyor..

İçinde bir şiir vardır bu kitabın.. Okurken zıldır zıldır ağlatmıştı beni..
eh 16-17 yaşlarında saftirik (evet inanmak zor ama saftiriktim o zamanlar ) bir genç kız için normal değil mi ya...

şiir şu idi:

Anımsıyor musun yeni arabanı
Ödünç alıp çarptığım günü
Öldüreceğini sanmıştım beni öldürmedin oysa
Anımsıyor musun seni zorla sahile götürdüğüm
Yağmur yağacağını söylediğin ve yağdığı günü
"Söylemiştim sana" demeni bekledim, demedin oysa
Anımsıyor musun kıskandırmak için seni
Başka oğlanlarla oynaştığım ve senin kıskandığın günleri
Terk edeceğini sanmıştım terk etmedin oysa
Anımsıyor musun; çilekli pasta düşürüp
Arabanın paspasını kirlettiğim günü
Tokatlayacağını sanmıştım beni, tokatlamadın oysa
Anımsıyor musun; dansın resmi giysili olduğu
Ve benim söylemeyi unuttuğum
Senin de kot pantolonla geldiğin günü
Bırakacağını sanmıştım beni, bırakmadın oysa
Evet yapmadığın çok şey vardı.
Ama dayandın bana, sevdin beni
ve korudun beni
Çok şey vardı;
Benimde senin için yapmak istediğim
Vietnamdan döndüğünde 

Dönmedin oysa…

....
ve beni etkileyen bir kaç alıntı.. Oturup yeniden yazamak için ilk cümleleri ile google'da aratıp buldum.. kopyala yapıştır sırasında yamukluklar olur ise affola

"hepimiz gizliden biraz deliyiz... Hepimiz aslında yalnızızdır ve anlaşılmak isteriz. Ama hiçbir zaman bir başkasını tümüyle anlayamayız ve hepimiz bizi çok seven kişilere bile bir parça uzak kalırız. Acımasız olanlar güçsüzlerdir; sevecenlik, yalnız güçlülerden beklenebilir. Korkuyu bilmeyenler gerçekte yürekli değildir. Çünkü yüreklilik düşünebilene karşı koyma gücüdür. İnsanları çocuk gibi görürseniz onları daha iyi anlayabilirsiniz. Ne denli yaşlı olursa olsunlar, çünkü çoğumuz hiçbir zaman büyümeyiz; yalnızca boyumuz uzar. Mutluluğa ancak beynimizi ve yüreğimizi gücümüz yettiğince eleştirdiğimizde ulaşabiliriz...
Yaşamanın amacı önemli olmaktır. Saygın olmak, bir şeyi savunmak boşuna yaşamamaktır."

"Kendimizi uyarmalıyız: Çok çalışmadan ve ellerimizi kirletmeden hiçbir değişimi gerçekleştiremeyiz. Gelişimi ve kişilik oturma konusunda ezberleyecek hiçbir formul ya da kitap yoktur. Yalnızca şunları biliyorum: Yaşıyorum varım, buradayım, gelişiyorum. Yaşamımı başkaları değil kendim oluşturuyorum. Kendi kusurlarımı yanlışlarımım, suçlarımı açık yüreklilikle kabullenmeliyim. Yokluğumun acısını hiçkimse benim kadar duyamaz, ama yarın yeni bir gün ve yatağımdan çıkıp yeniden yaşamaya başlamaya karar vermeliyim. Başaramazsam sizi, yaşamı ya da Tanrı'yı suçlamanın kolaylığına sığınmamalıyım."

kitabın neredeyse tamamını yazmak istiyor insan
ama bu sonuncu alıntım olsun ve huzurdan çekileyim...


“Gülmek; “saf” denme riskini göze almaktır.
 Ağlamak ise; “duygusal” görünme riskini…
Birine yakınlaşmak; “kendini kaptırma” riskini,
Duygularını açmak; “kendini ortaya koyma” riskini,
Hayalleri ve düşünceleri sergilemek ise; onları başkasına kaptırma” riskini göze almaktır.
Sevmek; “karşılık görememe” riskini…
Yaşamak ise; “ölme” riskini göze almaktır.
Umutlanmak; “hayal kırıklığına uğrama” riskini
Çabalamak ise; “başarısız olma” riskini göze almaktır…
Ama riskler yaşanmalıdır. Çünkü; hayatımızın en büyük riski hiç risk almamaktır. Hiç risk almayan kişi, belki acı ve üzüntülerden korunabilir, ama büyüyemez, sevemez, değişemez, hissedemez, öğrenemez. Garanti arayışlarıyla zincirlenmiş bir köle olarak yaşarken, bedelini; özgürlüğünü kaybederek öder. Sadece; riski göze alabilen kişi hürdür.”

18 Eylül 2014 Perşembe

Bugün Başkent'e kış geldi Kiana...

Kiana..
Hani söz vermiştin bana..
Doğum günümü unuttuğunu affettirmek için bir süprizin vardı hani....
O süprizi yapmasan da olur aslında.. hem biz yaşlarda doğum günlerinin hatırlatılmasını değil de unutulmasını istiyor yürek sanki...
Ne dersin Kiana...

Bugün Başkent'e kış geldi... Eskiden ne güzel sonbaharları olurdu bu kentin.. güneşli.. sarı turuncu kırmızı kahverengi mor... rengarenk.. İki senedir güz de terk etti bu kenti be Kiana .. baksana bir biz kaldık..

Keyfim yok bugün nedense.. Hava aniden soğudu diye belki.. Belki ocakta unutup dibini tutturdum diye yemeğin... Ya da belki özene bezene fönlediğim saçımla ince ince yaptığım makyajın yağmura yenik düşmesindedir...
ya da Belki..
Ne bileyim Kiana
Belki seni özlemişimdir...

neyse..

Aslında ben diyecektim ki.. Hani yaz başında deli bir yağmur yağmıştı da ıslanmıştık sırılsıklam sinema çıkışında..
Ceketini vermiştin üşüdüm diye..
Bende kaldı hani..

Birden soğudu ya havalar.. Uğrayıp almak istersin belki diyecektim ...

Hay lanet.. yine başladı
yağmur...
dinmişti oysa
bilirim sen şimdi gelmezsin bu yağmurda Kiana...

f: NKT--ekim 2010/ankara

Kitap Meydan Okuması - Gün Dört

4. gün: En Sevdiğin Serinin En Sevdiğin Kitabı

Yaşar Kemal'in Ada serisi demiştim ya dün

İşte Onların içerisinde en çok 2. Kitap olan "Karınca'nın Su İçtiği" olanını sevdim ben..

Her şeyden önce ismi çok dikkatimi çekmişti, seriyi okuma kararı alma sebebim de bu 2. kitabın ismi aslında

tabi sadece ismi sebebiyle değil, tamamını okuduktan sonra verdiğim kararla  anlatımı ve akışı dolayısıyla da en sevdiğim diyorum Karıcanın Su İçtiği'ne..

kitabı açınca karşılaştığım şu deyiş de iyice sarıp sarmalamıştı beni..
Unutulmazlarıma geçip oturdu böylelikle.. :)



Dün serilerden bahsederken Yaşar Kemal'den sonra aklıma gelen bir başka seri ise aslında hiç ama hiiiç tarzım olmayan pek de okumayı sevmediğim polisiye türünden bir seri idi..

Çok yakın bir dostumun aşırı ısrarına dayanamayıp almıştım ilk kitabı
ve kendimin de hayret ettiği bir hızla soluk soluğa heyecan içinde okuyup bitirivermiş hemen akabinde devamını almıştım
3 kitaplık bir seri
Stieg Larsson adlı bir yazarın Millenium serisi
Stieg Larsson bu seri ile dünya çapında üne sahip olmasına rağmen yazık ki 50 yaşında erkencikten öldüğü için görememiş şöhretini.. ne yazık :(

-Ejderha Dövmeli Kız
-Ateşle Oynayan Kız
-Arı Kovanına Çomak Sokan Kız

3'ünü de heyecanla okumuştum ama 3 ü içinde hangisi denirse kesinlikle ilki
Ejderha Dövmeli Kız...


Bana "tarzım değil amaaan okumam" cümlesinin anlamsızlığını kanıtlayan seridir.. :)
bahsetmeden geçemedim işte biraz dünün sorusuna bugün yanıt vermek gibi olsa da ...

fotoğrafı buldum da..
Ekim 2012'de okumuşum.. Melek Pandam daha hayattayken..
offfffff öyle özledim ki kara kızımı........

bu ekose pijamadan da vazgeçemedim gitti.. :) her fotoda var

17 Eylül 2014 Çarşamba

Kitap Meydan Okuması - Gün Üç

3. Gün: En sevdiğin Kitap Serisi..

Bu meydan okumada sorular çok kazık ama ..
İnsan ne seçeceğini bilemiyor ki...
Bir çok "en sevdiği" olunca haliyle...

İlk Yaşar Kemal'in Bir Ada Hikayesi Serisi düştü aklıma
sonra tapır tapır döküldü sevdiğim etkilendiğim seriler aklıma..
ama dedim ki madem ilk pattadanak Yaşar Kemal'i andım
o zaman onu yazayım..

Mübadeleyi anlatan bir seri bu..
Bir Ada'da geçiyor olması etkileyici
Okurken hep Kaleköy (Simena) geldi gözümün önüne..
Yaşar Kemal'in anlattığı ada hiç olmamış.. ama onun bahsettiği yere tam da bahsettiği gibi bir ada konduruvermek istiyor insan..
o kadar içine çekiyor ki
gitmek görmek istiyor insan...


-Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana

"Denizin dostluğu da hiç başka bir dostluğa benzemez. Eninde de sonunda da mutlu bir dostluktur. Kıyamete kadar unutulmaz." (Sayfa: 84)-

-Karıncanın Su İçtiği

"insan düşleri öldüğü gün ölür" (sayfa: 211)


-Tanyeri Horozları

"Harplere karar verenleri askerlerin arasına sokup, buyurun arkadaşlar diyeceksin, öldürüp öldürüleceksin. İşte o zaman görelim hiç savaş olur mu? Savaşlarda kumandanları da neferlerle birlikte süngü harbine sokacaksın, görün bakalım, işte o zaman görün bakalım savaş sözünü kimse ağzına alabilir mi?" (Sayfa: 100) 


-Çıplak Deniz Çıplak Ada

"Kutsal olan sevgidir, her iyilik, her güzellik bununla birlikte gelir. Çalışarak yaratarak, mutluluk bunlardan sonra gelir." (Sayfa: 224)

16 Eylül 2014 Salı

Kitap Meydan Okuması-- Gün İki

2. Gün: 3 kere ya da daha çok okuduğun kitap

Şimdilerde pek yetişemesem de eskileri tekrarlamaya.. Çocukken daha çok okurdum beğendiklerimi dönüp dönüp..

Bir çok var üç defadan fazla okuduğum kitap..
Ancak ben Antoine De Saint-Exupéry - Küçük Prens'i seçtim yazmak için..
Çünkü o minik oğlan çocuğu benim ilk aşkım..
üç değil beş değil belki on defa okumuşumdur..
her defasında yeniden hayran olarak.. her defasında zevk alarak...


"Senin dünyandaki insanlar, dedi Küçük Prens, aynı bahçede beş bin gül yetiştiriyorlar, ama yine de aradıklarını bulamıyorlar orada...
-Doğru, bulamıyorlar, dedim
-Oysa aradıkları şey bir tek gülde ya da biraz suda bulunabilir.
-Elbette, dedim
Küçük Prens ekledi:
-Ama gözler kördür. Yürekle aramak gerekir"


Çiçeğini arayanlara..
Gözlerinizi yumun.. Yüreğinizi açın işte gülünüz tam da oracıkta....

15 Eylül 2014 Pazartesi

Kitap Meydan Okuması-- Gün Bir

Bu aralar facebook'da kitaplarla alakalı meydan okumalar moda oldu..
Önceki yıllarda blog dünyasında mim ler modaydı, face'e bulaştı ismi değişti meydan okuma oldu..

Bu arada faceteki kitap meydan okuması boyut değiştirip soru cevaplamaya dönüştürülmüş blog aleminde
her güne bir kitap sorusu..
Sevgili Leylak Dalı'ndan öğrendim ben..
Düzenli olarak her gün yazabilecek miyim emin olamasam da ben de katılmak istedim bu meydan okumaya..

Bugün ilk gün
ve ilk soru

1. gün: Geçen sene okuduğun en iyi kitap..

Hakan Günday / AZ

2013 senesinin son aylarına dek Hakan Günday hep elime alıp alıp bıraktığım hep okumak istediğim ama bir türlü okuyamadığım bir yazardı... En sonunda Az'dan başlamalı dedim..
İyi ki öyle yapmışım...
Beni en çok etkileyenler lstesinde üst sıralara yerleşiverdi...
Okurken fena halde allak bullak ettiği doğru.. Kimi zaman içerdiği şiddetten başım dönüp gözlerimi kitabın sayfalarından ayrımak mecburiyetinde hissettiğim anlar oldu kendimi..Çocuk şiddeti vardı... Mide bulandırıcıydı...Ama bir o kadar da gerçeğin ta kendisiydi..
Kurgu için başlarda "hayal kırıklığı mı olacak nedir.. çok Türk Filmivari" diye düşünsem de ilerledikçe fikrim değişti...Ama her şey bir yana Oğuz Atay...Bu kitaptaki Oğuz Atay etkisi büyüledi beni..Yeniden okumayı istedim., yeniden.. Çünkü dönem dönem Oğuz Atay'ı hep yeniden okumak isterim ben.. Alır karıştırırım.. 
2013'te bir çok güzel kitap okudum evet ..
Ama AZ en ÇOK bende kalan oldu sanırım...


11 Eylül 2014 Perşembe

...hayat dediğin akıyor işte...

Hülya ile yorumlaşırken geçen feyste çocukluk aşklarımız platonik takıntılarımız falan geldi gündeme..

Konu da İlhan İrem'in bir şarkısından çıktı.. Ben çocukken aşıktım bu adama dedim.. Sesinin buğusu etkileyici gelmişti zaar... Yoksa bakılınca pek de öyle aşık olunası bir hali yok..Zamane çocuklarından örneklersek bir Biret Pit bi Castin Biibır ne biliim bi Tarkan falan değil yani..
Gerçi çok belli olmuyo çocukluk hali.. Defnenin de ilk makarayı sardıklarından birisi bir hobit idi.. Yani değil tabi de görünüm itibari ile hobitimsiydi... :) gönül işte ota da bota da konası...


neyse saptırmamak lazım mevzuuyu
çocukluk gençlik platoniklerinden söz ediyorduk...
Benim İlhan İrem aşkım çok çocukluktan.. Sonra Türkler cazip gelmez olmuş olmalı ki pek Türk bir isim yok belleğimde ilk gençlik yıllarıma dair..

Mayami Vays diye bir dizi vardı... polisiye orada Mösyö lö karizma bir başrol oyuncusu var idi Don Johnson .. Hah benim en sağlam platonik takıntım oydu.. Yaşı vardı o zaman bile hayli.. Olgun mu seviyodum aklım ermezken nedir.. Sonre doğruyu bulmuşum neyse reel hayatta  :)


yalnız yeniden baktım da
iyiymiş haaa :P


gamzesine hasta olurdum.. adam bi gülerdi.. ben iptal :)
salak genç kızlık halleri

Sonra Bon Jovi var ...
Yalnız değildim.. o devirde Bon hayranı kızların nüfusu bir çin ediyordu muhtemelen.. fazlası vardır eksiği yoktur yani...

saç-baş-endam-yaptığı müzik..
normal yani...

Ve zamanın kült TV dizisi Kuzey ve Güney'in başlamasıyla hayatımıza giren adam... Masum surat.. kaslı vücut..

Kuzey Güney dedikse bizim yeni zamanda çevrilen dandik Türk dizisinden bahsetmiyorum elbette..
ünlü İngiliz Edebiyatçısı Charlotte Bronte'nin bir romanından uyarlanmış Amerikan iç savaşı Kuzey Güney çatışmalarını anlatan iyi bir dizi idi...
Bahsi geçen aktör akabinde Dirty Dancing filmini yaparak belleklerimize kazınmıştı.. O filmi hiç abartmıyorum yüz defa izlemişimdir kesin...

Evet bildiniz
Patrick Swayze....

 o da gamze surat modellerden... Seviyorum demek şu gamze mevzuunu ben...

içim burkuluyor ismini yazarken.. Pis kanser illetine yenik düşüp aramızdan ayrılıp gitmesi nasıl da acıtmıştı içimi yakın zamanda.. ışık olsun yolu.. huzurla uyusun güzel adam....

Bunlar en aklımda kalan en göze batan platonik aşklarım.. dahası da oluyordu elbet... genç kızlık halleri malum ;)

ama hepsi bir yana en birinci aşkım kimdi biliyor musunuz?
beni en etkileyen erkek odur..
hep de o kalacaktır..


evet küçük prens...

Okuma yazma öğrenir öğrenmez okuduğum ilk kitaplardan belki de...

(a-haaa ilk okuduğum romanı anımsayamadığımdan şikayet eden ben.. sanırım anımsadım.. vay canınaa.. Deniz, Selda ben bir Küçük Prensimmm...- Deniz bir defasında okunan ilk roman kahramanının kişinin kişiliğine işlediğini söylemişti ve ben mızmızlamıştım "anımsamıyorum" diye... birden vahiy indi :D)

Bu minicik erkek çocuğunun "gül"ü ile yaşadıkları etkilemişti çok beni...
Hala etkileyici bulurum...
Böyle bir kocam olsun benim demiştim...


Bu ilk aşk değil de nedir?
misss gibi de balll gibi de ilk aşktır işte...

Sık mı nostajik hislere kapılır oldum ben bu ara?
galiba

yaşlanma belirtisi mi ne?...

mümkün...
napalım
hayat dediğin akıyor işte....

4 Eylül 2014 Perşembe

Boşver... Sen beni sevme Kiana

Bak Eylül gelmiş... Adına nice şiirler yazılan ay.. Güz'ün ilk ayı..
Hüzün mevsiminin başlangıcı..
Hazan'a ilk adım...

Ben aslında çok severken ve neşeyle karşılarken Eylül'ü
fark ettim ki bu defa hüzüne boyanmışım  sana bulanırken...

Ben bu Eylül'de sana bir isim koydum..

Dünyam oldun diye
bundan sonra sana
"Kiana" (*)
diyeceğim Kiana..


Hava buram buram Eylül kokarken boşver.. sen beni sevme Kiana...
bak... hüzün nasıl da yakıştı bana.....

f:otoportre--ekim 2013--ankara

(*) Kiana= Dünya (Lazca)


Defnesel Diyaloglar

Defne koca kız oldu..
9 yaşında artık....
vay canına..
zaman pişt ne hızlısın sen
ayıp
ağırdan al..

neyse..

büyüdükçe iyice yetişkin gibi görmeye başlamış olmalıyım ki aramızda geçen diyalogları kaydetmez olduğumu fark ettim..
oyda o minnak bir kız çocuğu hâlâ..
hem de sık sık boyundan büyük laflar eden bir kız çocuğu..

Tatildeyken; anneannesini doğum günü için aldığı küpenin ucu kırılmıştı, geçen gün Kızılay'a kuyumcuya gidip yaptıralım dedik düştük yola.
Dolmuşa bindik en ön sıraya oturduk
en arka sırada bir kadıncağız telefonla konuşuyor.. öğretmenmiş... grubumu dolduramadım düşünüyor musunuz çocuğa ders aldırmaya şeklinde kafadan pazarlıkta teyzem... Ama yok böyle bir yüksek sesle sohbet.. Abartısal..
Epey konuştu.. Karşıdaki veli ne dediyse..
"ayyy ben sizi çok yakınım görüyorum yoksa bu telefonu eder miydim? Ben hiç kimseye söyleyemiyorum öğrenci açığım var diye, oysa sizi rahatça aradım"
dediğinde bizim bilmiş
"Hııı kimseye söyleyemiyorsun ama artık buradaki herkes biliyor"
dedi son derece ciddi bir ifade ile.. Ben annesiyim minik bir kahkaha attım rahatlıkla ama sağa sola bakınınca dudaklarını ısıranlar gülmemek için hayli fazlaydı.. Usulca dönüp defnoşa gülümseyen şöför amca da cabası :)

Bizim kızın dolmuşta algısı mı çenesi mi açılıyor artık bilmem, aynı gün yine dolmuşta dönüş yolundayız..
Bayan çene konuşup duruyor..
"Anne anneannem bebekken ne tatlıdır di mi, küçülse yine öyle de sevsek..Sen hatırlıyor musun anneannemin bebekliğini?"

"Sence Defne? Hatırlıyor muyumdur?"

kısa bir duraklama, muzip bir gülümseme ve yapıştırılan cevap..

"yok yahu.. anneannem bebekken sen daha dedemdeydin!!!!"

ve yine benden yükselen minik bir kahkaha..
hayır evde olsam koyvereceğim de
dolmuşta olmuyor ki...

Zamane işte :D

sorguladım bir de sen birinden mi duydun bu sen babandaydın falan muhabbetini diye..
Yoooo
kendim düşündüm..
annesinin içinde bebekleşebilmek için çocuğun babadan gelip yarışan sonra da kazanan sperme ihtiyacı yok mu?
--evet var..

-- ee işte onu düşündüm..

manyahhhh yaaa
bilmiş nooolucek...


f: nkt--temmuz 2014--bodrum