29 Nisan 2014 Salı

Yaptım sonunda ya la.. kıpkıpkıp GAP

ÜSTNOT: BENİM İÇERİSİNDE BULUNDUĞUM  FOTOĞRAFLAR DIŞINDA EKLENMİŞ OLAN FOTOĞRAFLARIN TAMAMI 2014 NİSAN AYINDA TARAFIMDAN ÇEKİLMİŞTİR.. ALMAYINIZ KULLANMAYINIZ ÇALMAYINIZ, İNTİHALDİR... HIRSIZLIKTIR.. AYIPTIR.. HER ŞEY BİR YANA SUÇTUR.. YAKALARSAM ÜŞENMEM UĞRAŞIRIM...DEMEDİ DEMEYİNİZ, EMEĞE SAYGI GÖSTERİNİZ.. ZATEN ÇALINASI KARELER DE DEĞİLDİR... ELİNİZİ SALLASANIZ ELLİSİNİ BULACAĞINIZ ŞEYLERDİR EFENİM.....



Uzun zamandır istediğim bir şey.. Memleketin Doğu İllerini gezmek, görmek...
Derneğin (AFSAD) GAP gezisi iki senedir yapılıyordu, tam da 23 Nisan zamanlarına denk gelecek şekilde.
Defnoşun gösterisi oluyor diye hiç teşebbüs etmemiştim katılımcı olmaya...

Bu sene için de tarih yine aynıydı..
Büü "ne zaman gideceksin bir daha, belki bir daha düzenlerler belki düzenlemezler, Defne ile ben ilgilenirim, sen istiyorsan git" diye verince coşkuyu Ayşe de "hadi gitsek ya, ben gideceğim galiba" deyince, önce Caponikaya sordum
"Ben gitsem, törende olmasam üzülür müsün?"
"yok üzülmem, sen git gez" dedi minik kedim...
O gazla aylar öncesinden aldım uçak biletlerini falan...
Tabi vakit yaklaştıkça vicdan azabı çekmeye, çocuğunu çocuk bayramında, gösterisinde annesinden ayrı bırakan -hem de sırf gezmek için ayrı bırakan- kötü anne psikolojisi fena ele geçirdi benliğimi,.. Uçak biletleri alınmış, tm rezervasyonlar yapılmış, yola çıkış sabahının br gece öncesi birisi "ya gitme çocuğu bırakıp" dese.. yakıp her şeyi kalacağım o derece...
Ama kimse kal demedi
Bilakis herkes git gez, gör diye destekledi. Defne azıcık burkulsa da ara ara en çok o "git anne üzülmem ben babam yanımda ya" dedi...

Öylelikle 19 Nisan sabahı uçuverdim Batman'a ekiple...
Batman Havaalanında bizi toparlayan otobüsümüzle Hasankeyf'e gittik önce...
Böylesi özel ve önemli değerlerimizi sular altında bırakmadan bölgeyi sulandırmak olası değil midir yani? Olasıdır bana kalırsa, bulunur bir yolu bence... Ama kolaya kaçmak en meşhur tarafımız ne yazık ki...
Yakın bir tarihte sular altında kalacak bu güzellikler.. ne yazık :(






Hasankeyf'ten Midyat'a geçtik,
Öncelikle Mor Gabriel Manastırı'nı gezdik... Dünyanın ayakta duran en eski Süryani Ortodoks Manastırı imiş. 1600 küsur yıllık.. Taş oymacılığı olağanüstü... Eski insanların mimariye verdikleri önem beni etkiliyor.. O zamanki özen şimdilerde yok bence bunca teknolojik kolaylığa rağmen.. İnsanoğlu tembelleşiyor kanımca yıldan yıla...





Daha sonra zamanında İshak Şabo isminde bir süryaniye ait olup, onun yurtdışına çıkması sonucu kamulaştırılarak Midyat Devlet Konukevi'ne dönüştürülen konağı gezdik.. Konağın pek fotoğrafını çekemedim zira hıncahınç insan dolu idi.. Konağın en üst katına çıkıp genel görüntü almayı tercih etmişim. O kadar kalabalıkta fotoğraf çekemiyorum ben... Buranın bunca kalabalık olmasının sebebi bir kaç saçma sapalak dizinin bu konakta çekilmiş olması imiş. Aklımda kalan tek isim Sıla. İzledin mi derseniz bir defa bile izlemedim, orada söylenenlerden aklımda kalan sadece bu;  bir kaç dizi ismi daha vardı, tek aklımda kalan son derece arabesk isimler oldukları :)
Midyat sokakları, Süryani ve Yezidi mimarisi harikaydı... Tavus kuşu figürü pek boldu. Meğer Yezidilerin sembolü imiş tavuskuşu...







Ve Midyat'tan Mardin'e geçerek otele yerleştik..
Otel İzala'da kaldık.. İtiraf etmem gerekirse ben bu kadar yüksek kalite beklemiyordum.. Çok özenle restore edilmiş bir tarihi yapı idi otel.. Hizmet, temizlik, odalar, yemekler on numaraydı. Hepimizden tam not aldı bence...
Mardin'e gitmeyi düşünen olursa kesinlikle gözü kapalı tavsiye ederim.
Zaten her şeyden önce Mardin'e gitmenizi gözü kapalı tavsiye ederim.. Harika bir şehir olduğu her gidip gören tarafından söylenegelirdi ve ben hayal kırıklığına uğramadım.. Ahir ömrümde gördüm diye mutlu oldum. Yine görmek isterim, görmeyenlere mutlaka görün derim..

Süryani şarabı denedik oteldeki ilk akşam yemeğimizde
sevdim ben..
Hatta gelirken Büü'ye getirdim bir şişe beraber demlenelim diye



Diyorlar ki:

Mardin gündüz mezarlık
Gece gerdanlık....

hiç haksız değiller

hem de hiç..

Mezarlıklar enteresan dipdibe evlerle, evin bahçesi mezar..
ve benim hiç bir yerde duyup görmediğim bir konu, mezarlıklarda din ayrımı yok, süryani, yezidi müslüman hep beraber koyun koyun yatmaktalar ince ince işlenmiş taş mezarlarının altında...


Gece ışıklar yanınca ise şehir oluyor binbir gece masalları sahnesi...
O la laaaa...
nefis...


Mardin'de ilk durağımız Deyrulzafaran Manastırı idi. Pazar olduğundan gittiğimizde pazar ayini vardı, bahçesinde oturup kauleli kahve içme şansımız oldu böylelikle.. Ben kahveyi kahve olarak eklentisiz tercih ederim. Ancak farklı lezzetleri karıştırmayı sevenler için hoş bir lezzetti kakuleli kahve.. kokusu pek hoş her şeyden önce.



Deyrulzafaran enteresan bir yapı.. İlk Milattan önce inşa edilmiş, Güneş Tapınağı olarak; sonrasında Romalılar kale olarak kullanmış yapıyı geliştirerek. Romalılar bölgeden çekilince Aziz Şleymun bazı azizlerin kemiklerini yapıya getirtip gömdürerek kaleyi manastıra çevirtmiş, günümüzde hâlâ işlevsel olarak kullanılıyor.. Yine nefis taş işçiliği...



Eski Mardin'e uzaktan bir bakış attık


Sonra Kasımiye Medresesi'ne gittik.
Artuklu zamanında inşasına başlanıp Moğol saldırısı ile yarım kalınca Akkoyunlular zamanında tamamlanmış bir medrese. Mardin'in en önemli eğitim yuvası olmuş bu mekan zamanında



Öğle yemeğinde kaburga dolma yedik, ben pek sevmedim ama çok et et yemekler pek sevmiyorum zaten. Yoksa yemekte sorun yoktu yani..
Öğle yemeği sırasında indiren yağmur bizi biraz ıslattı.. O arada gidip Sabancı müzesini gezdik..
sonra da Mardin sokaklarına saçıldık..
Çok güzeldi..
Mardin büyülü bir şehir bence
masal gibi





Ayşe'nin duyduğu sesleri takibi ile keşfettiği  Mardin Her Yerden Sanat Derneği'ne davet edilip 40 farklı ülkeden gelen gençlerin bir kısmının yaptığı müziği dinledik.. Harikaydı...


Ertesi sabah Şanlıurfa'ya doğru yola çıkmak üzere efsane otelimizden ayrıldık

Urfa'ya giderken bulunuşu ile Dünya Din Tarihini allak bullak eden Göbeklitepeye uğradık



Urfa'da öğle yemeğimizi yiyip Harran'a gittik. Hava feci sıcaktı.. Vay canına bu mevsimde böyle ise burası yazın nasıl dayanılır dedik bol bol
Harran çok enteresan mimarisi olan sepya bir mekan
ortam sepya resmen...
etkileyici bir atmosferi var




Temsili geleneksel Harran evi içinde bir de otoportre yapayım dedimdi :)


Harran'dan Balıkgöle gittik...
Bu peygamber hikayeleri,  mucizeleri falan bana biraz geyik geliyor itiraf etmek gerekirse.. İbrahim peygamber için bu meydanda odun dizilip ateş yakılmış ve Tanrı suya emretmiş "serin ol" diye ateş suya odunlar balığa dönüşmüş
çok fantastik..
bilim kurgu tadında
ama mekanda insana iyi gelen bir huzur havası hakimdi.. doğruya doğru..


Havuzun kenarında dört dolanarak balık takip eden kedicik on numaraydı ..:)


Urfa mimarisi tarihi ara sokakları ile falan kişiliği olan bir kent aslında. Ama çok gürültülü ve keşmekeş geldi bana.. Yordu biraz beni... Mardin'in büyüsü yoktu işin gerçeği...

Ama otantik ve güzel...
Çarşıları falan hoş hisler bırakıyor bünyede...


ekipten "sıra gecesi"ne gitmeyi isteyen çıkmadı.. Bir iki kişi gelelim yok gelmeyelim diye oynattı biraz bizi.. Sonuşta kala kala 5 kişi kaldık gidenler...
Ayakkabı çıkartılarak girilen halı kaplı ortam olduğu düşünülünce bize yapılan -ayak kokusu- uyarısının gerçekliğini ortama girince yaşadık yoğunca..
geniş ve büyük bir dikdörtgen mekana hakikaten sıra sıra oturmuş insanlar, ortada çalıp söyleyen türkücüler, çiğ köfte yoğuranlar...



bence Urfa'ya gidip de görmeden, yaşamadan dönmek olmazdı. Ortam tenhalaşıp havalandırma da çok iyi yapılınca koku da çıktı..

iyi bir döktük kurtlarımızı.. çatal kaşık sesine oynama potansiyeli olan biz orada oturur muyuz?
oturmadık
hoppidi hoppidi oynadık..
valla ciddi ciddi eğlendik biz .. :)


Ertesi sabah Adıyaman'a doğru yola çıktık bir gece Urfa Harran Otel'de konakladıktan sonra

yolda Atatürk barajını ve baraj gölünü de gördük aradan çıkarttık..
bir hayli büyük gerçekten de



Atatürk Barajından sonra Adıyaman'da Kahta ve Sincik'i birleştiren Dünya'da hâlâ kullanılmakta olan en eski köprülerden birisi olarak bilinen Cendere çayı üzerinde konumlanmış olan Romalıların yaptığı 2. en geniş kemerli köprü olan "Cendere Köprüsü"nden geçtik...



Adıyaman Kahta'da hedef Nemrut idi elbette... Buna sebep Adıyaman ya da Kahta hakkında bir izlenim edinme şansımız olamadı.. seni uzaktan sevmek aşkların en güzeli dedik kendilerine :)
Nemrut üzerinde bir otele yerleştik.. 
Hava soğudu rakım yükseldikçe 

sıkı sıkı öğütlemişti bilenler.."dibiniz donar, sıkı giyinin"
yanımızada götürdüğümüz ne varsa giydik kat kat
lahana bebeklere döndük
Tırmanış sırasında terleyeceğimiz için bir kısmını elimizde taşıyıp zirveye ulaştığımızda giyindik.. halimiz komikti gerçekten..
Ama değdi mi? derseniz.. sonuna kadar.. yine olsun yine giderim.
Nemruut Nemrut diye boşa konuşmazmış bu gidip gören insanoğlu..
Olağanüstüydü..
zaten en başında doğası paha biçilemez güzellikte..
buraları görünce öldüğünde cennete gitme hayali kuranlara aklım sırrım hiçten ermiyor.. Burada işte cennet de cehennem de...




Dağın zirvesine yakın iki ayrı teras var... sabah gün doğumunu karşılayan tanrı heykellerini dizildiği doğu terası





ve akşam güneş batarken uğurlayan tanrı heykellerinin dizildiği batı terası



biz gün batımına gittik..

Nemrutun hikayesi apayrı ve upuzun bir post konusu detaya girmeyeceğim şimdi burada..Commagene Kralı I. Antiochos zamanında yapımına başlanmış, hala içeriye doğru mevcut olduğu sanıldığı halde höyük çöktüğü için kazılıp ortaya çıkartılamayan Antiochos'un kayıp mezarını da barındırdığı varsayılan sıra sıra tahtlarında oturan tanrı heykellerinin (kafalar zaman içinde aşağı düşmüşler) tasvir edildiği günü karşılayıp günü uğurlarken bu dizim dizim dizili tanrılara adaklar adanan bir mekanmış zamanında bu Nemrut diye kısaca geçiştireyim.. detayı çok...

olağanüstüydü ..
çok etkilendik..

güneşi alkışlarla batırdık...

günbatımına nazır şarap içtik.. nefisti


günbatımın abartısal bir olağanüstülüğü yoktu daha iyi gün batıran mekanlar gördüm doğrusu ve fakat ortamdaki büyülü atmosfer o kadar yoğun ki.., insan ayrılmak istemiyor buz gibi esen rüzgara rağmen.. Biz aşırı sıkı giyindiğimizden üşümedik ama ekipten üşüyenler olmadı değil...



gün batımı sonrası nemrutta gün batırmanın dayanılmaz hafifliğiyle dolan kalabalık akın akın aktı tabi zirveden aşağı :)



ertesi sabah kahvaltı sonrası   biraz anı fotoğrafı çekip nemruttan bayır aşağı manzarasına nazır



otelimizden ayrıldık, otobüs şöförümüz Fatih beyin -her nedense- yoğun ısrarı ile Fırat kenarında konumlanan Kelaynak üretim çiftliğini göreceğiz diye rotamızı tamamen değiştirip geldiğimiz yolu olduğu gibi geri dönüp urfaya varıp Birecikte kmlerce uzaktaki tel örgüler ardında tükenmekte olan nesilleri kurtarılmaya çalışılan kelaynakları



 sinek pisliği büyüklüğünde görüp yeniden yola düşüp yolu iyiden iyiye uzata uzata Gaziantep'e vasıl olduk. Yol gereksizce uzayınca biraz sıkıldık ve çok acıktık... Zeugma Müzesi önünde ufak bir tatsızlık yaşanınca müze gezme zevkimiz kaçtı
gezmedik Antep sokaklarını dolandık



kebap yedik Halil Usta'da.. meşhurmuş, eti ayrı lezizdi ama salatasını tek geçerim ben...

Meşhur Kahveci Seddar varmış, iki renkli iki lezzetli cezvesiz, fincanın içinde pişen kahve yaparlarmış..
denedik
doğruymuş
pek de lezizmiş


baklava yedik... 
ben baklava sevmem ve fakat meşhur olduğu kadar varmış bu antep baklavası ben demiş olayım yani.....



kısacası fotoğrafı falan bir yana bırakıp yemece içmece yaptık Antepte resmen :) rehavet mi bastı artık nedirse :)

Kalesi güzel görünüyordu Antep'in, ama tadilattaydı fazla yanaşamadık
sokakları otantikti buranın da



sonra havaalanı
ve ankara...


Çok güzel bir geziydi..
gittiğime değdi..

Yapımda ve yayında emeği olan herkese teşekkürü borç bilirim..
Hiç pişman olmadım.. iyi ki gördüm dedim.. görmediğim illeri görmeyi daha çok ister hale geldim..



içimden bir ses yakında daha çok ve daha huzurlu gezeceksin diyor....
sebebini yakında açıklarım :)


dipteki not: 
kızımın gösterisi nefis olmuş.. babası videoya çekmiş zevkle izledim.. harika oynamış.. ve bayram günü çoook eğlenmiş..
bana hiç sitem etmedi
ne kadar nefis bir kızım var..
dünyanın en şanslı annesiyim ben :)