31 Ekim 2012 Çarşamba

Bir "Kış Başlamadan Kaçamağı"nın ardından....

Bayram tatilini fırsat bilip attık kendimizi Bodrum'a..
Panda Hanım'ı da koyacak yerimiz olmadığından arabayla gittik;
o da geldi bizimle

Aile toplantısı da yaptık... Ne seviyorum şu sülalemi ben...
harikaydı..
bizim sülale azar azar  Bodrum'a akıyor yıllardır usuldan.. ve bizim de varacağımız yer önünde sonunda orası bence...




Denize de girdik.. Kışa geçmeden denizle vedalaşmak, sahilde gün boyu yayılıp keyfetmek paha biçilemezdi doğrusu..




Gezdik orası burası...


yedik içtik bol bol..

bugüne değin yediğim en nefis pizzayı yapan O Sole Mio'nun masasında bakar mısınız hepimizin gözlerine :))))
şimşekler çakmış pizzaları görünce ;)

verdiğim kiloları geri aldım mı ki...
hmmm
korktum teraziye çıkmaya bir süre görüşmeyelim dedim kendisine.. ara verdik ilişkimize :))


Bara bile gittik
Ali Abimin oraya, Campanella..
her daim olduğu gibi yine peeek eğlenceli peeek neşeliydi
hadi hadi eller havayaaa

Ne çok bayram çakışmıştı bu defa
Kurban
Cumhuriyet
Halloween

Ufalıkların Cadılar Bayramı partisi bile oldu...



Cumhuriyet coşkusu Bodrum'u da es geçmemişti elbette

Vay canına yaşarken kısacıktı
ama o kısacık süreye hayli şey sığdırmışız şaka maka..

Edwards'ların olağanüstü misafirperliği ile elbette..
Yeniden kucak kucak teşekkür kendilerine....

Bodrum vazgeçilmez aşkım.. bu bir değişemezlik
Ama şimdilerde orayı en çok
muhteşem ikiliyi bir arada görmenin verdiği haz yüzünden seviyorum..

Bu kadar mı iyi geçinir iki çocuk... Maşallah maymunlarımıza..

Sevgide nirvana işte bu ikili benim için..
İnsanoğlu başka iki insanoğlunu en fazla ne kadar sevebilirse
işte o kadar seviyorum bunları...
nefisler
iyi ki yapmışız ;)



30 Ekim 2012 Salı

özlemek yoktu ama hesapta...

 fotoğraf: yavuz ıldız

Sayın Bayım;
Hayır böyle anlaşmamıştık başta; göremediğim anlarda  özlemek yoktu hesapta... özletmeyiniz rica ederim kendinizi bunca...böylesi bir alışkanlığa dönüşmeseydiniz keşke şu kısacık zamanda..
alışkanlık mı sevmekten doğardı, sevmek mi alışkanlıktan yoksa... kafam karıştı bayım.. sevgiden bahsetmek istemiyordum oysa..
hem sevmeyecektim ben bir daha; önceden kendime verilmiş sözlerim vardı...
kendime..
içimde büyütmeden muhafaza edebilmek için nice çabalar harcadığım bir küçük kız çocuğuna verilmiş sözlerim...
bakmayınız bayım siz benim o sert
o eğilmez
o bükülmez
o maskülen hallerime
minik bir kız çocuğunu koruyorum yüreğimin orta yerinde..
çok üzdüm çok ağlattım o kız çocuğunu zamanında.. her aşkta, her sevgide bayım... yüzü gülsün istiyordum artık..
peki
durup dururken sen nereden çıktın bayım...
ben çok özledim
şimdiden..
Ah Bayım...
neden.....


29 Ekim 2012 Pazartesi

C-U-M-H-U-R-İ-Y-E-T kutlanır.... NOKTA

 Fazla bir şey söylemek istemiyorum
söyleneceği millet söyledi zaten...





"Ey ölümsüz ATATÜRK şerefisin milletin
Bekçisiyiz tek kalsak inan CUMHURİYETin...."
behçet kemal çağlar





23 Ekim 2012 Salı

Bayrama Dair...


BİRAZ ERKEN OLACAK
AMA
SANIRIM DAHA SONRA FIRSATIM OLAMAYACAKTIR..

SEVGİ VE HOŞGÖRÜYLE...


22 Ekim 2012 Pazartesi

İstanbul'dan Deniz geldi



Ulu Facebook diyorum da
bazıları kızıyor bana
sanal alemmiş güvenilmezmiş filan falan..
ya sanal tamam da
sanalda da seçici olamaz mı insan
Deniz; ordan burdan ordan burdan; bir ton ortak arkadaş falan filan derkeeeen
blog dünyası vasıtasıyla tanışıp dost olup sonrasında facebookumda yer alan bir arkadaşın ismine yaptığı atıftan yola çıkarak  "Deniz kim laaaaa" diye yorum yapmam sonrasında "Bendeniz Deniz" diyerek hayatıma dahil olan bir güzel bir özel kadın...
sanırım hemen hemen aynı zamanlara denk düşüyor Ayşe'nin de hayatına girişi yine aynı yolla
yazışa konuşa paylaşa
bin tane ortak nokta çıkardık koyduk ortaya
ve bu hafta sonu da onun Ankara'ya gelişi ile fiiliyata döndürdük
aynı mahallede büyümüş, aynı liseye gitmiş aynı parkta oynamışız aynı zamanlarda


hayat ne tuhaf
onca zaman karşılaşma tanışma
tut tıllar yıllar sonra evlen çoluğa çocuğa karış iş güç sahibi ol
hatta aramızdan biri -Deniz olanı- şehir değiştirip 15 yıldır İstanbullu olsun
sonra git bul birbirini
ve bu kadar kanın kaynasın
bu kadar iyi anlaş..
pes...

seviyorum bu "hayat" denen zıkkımı ben haa
valla






21 Ekim 2012 Pazar

güzde yağmur....





ve Güzdü artık... ve Güz biraz da Yağmur demekti..
ve her yağmur damlası bir anı olur düşerdi belleğime her güzde
ve her anı
oyuk oyuk oyuktu
belleğimde......
güzlerde...

fotoğraf: neslihan karayakaylar tamyaman / ekim 2012- eymir

19 Ekim 2012 Cuma

Olan Oldu Bayım...

Sayın Bayım, adınız düşüverince dilime, önce ılık bir ürperti dolanıp bedenimde sonra avaz avaz bir haykırış oluverdiyse şahdamarımda
-ki öyle-
o halde dönüş yok korkarım geriye...
her harfi sağnak sağnak yağmur olup adınızın yağdı bayım yüreğime; kuruyup çatlamaya yüz tutmuş yüreğim ıslanıverdi bayım adınızın dilime düşmesiyle; bir tohum filizlendi ya derinlerde.. büyür büyür bir sarmaşık olur sarar kaplar içimi yakında bu gidişle...

şimdi zamana bırakalım bayım kendimizi... bırakalım götürsün bizi artık nereye götürecekse...
günün birinde siz benden gitseniz de
ya da bende bitseniz de
adınız tatlı bir esinti olarak kalacaktır hep bayım bende...
dönüş yok
olan oldu bayım...
rastgele.





fotoğraf: neslihan karayakaylar tamyaman /kasım 2011- bilkent.

17 Ekim 2012 Çarşamba

YAŞAMA UĞRAŞI (1935-1950) Cesare Pavase

BENCE ÖZEL BİR KİTAP BU...
O KADAR ÇOK ALTI ÇİZİLİ CÜMLE İÇERİYOR Kİ ELİMDEKİ OKUNMUŞ, SİNDİRE SİNDİRE OKUNSUN DERKEN HAYLİ YIPRANMIŞ KİTAP
HEPSİNİ AKTARMAM MÜMKÜN OLAMADI
BU KADARI BİLE UZUN ZAMAN ALDI....
BİLİYORUM Kİ KİMSE OTURUP OKUMUYOR BU ALINTILARIMI VE ASLINDA BEN DE BUNLARI BİRİSİ OKUSUNDAN ÇOK KENDİME HATIRLATMA OLSUN ZAMAN ZAMAN DÖNÜP BAKAYIM DİYE YAZIYORUM...
NEYSE..
KİTABI OKUYUN DERİM
PİŞMAN OLMAZSINIZ DERİM...


"şiir, şiir üstüne konuşarak değil, uğrunda emek vererek ortaya çıkar" (s. 16)

"özü yenilemek için biçim değiştirme düşüncesi acınası bir özenti gibi geliyor bana." (s. 16)

"Zihnimiz kendini belli bir yaratma çarkına kaptırdığında, bu çarktan kurtulmak için ona karşı çıkacak eşit bir güç gerekir ve ancak böyle bir güçle zihnin o tekdüze, kendini tekrar eden ürünleri yerine yepyeni tadı olan, denenmemiş bir aşının ürünleri verilebilir." (s. 20)

"sanatçı için dayanılmaz bir şey varsa, o da başlama duygusunu yitirmesidir." (s. 23)

"sanat eserleri çoğunlukla duygulardan -durgun denizin kesin betimlemesi- yaratılır, sonra bağıntıların keşfiyle bu deniz yer yer köpürüp dalgalanır. Tipil şiir gerçeklikten uzak olabilir ve (biz nasıl mikroplarla yaşıyorsak) bu şiir de buraya kadar katışıksız benzetim parçalarından (duygu), düşüncelereden (mantık) ve rasgele bağıntılardan (şiir) meydana gelebilir. Bundan daha saltık bir birleşim ise belki de çekilmez ve budalaca bir sonuç çıkarır ortaya" (s.24)

"Günlük, sıradan tekdüze betimlemelerin sıkıcılığından kıurtulmanın bir yolu da cinsel duyumların aracılığıyla kendini aşağılamanın çekiciliğine kapılmaktır." (s. 29)

"sanat ederinin değerikurallara uymalarında değil, nitelik ve emeçları ne olursa olsun, sanatçının kural ya da beğeninin beklediği şeyi vermeyi araştırırken geliştirip ortaya çıkardığı yapıdadır." (s.30)

"Sanatçı, beyniyle, geleceğin gözünde değersiz sayılacak amaçları için çalışır, ama böyle yaparak 'beyni'yeni düşünsel gerçeklikleri o konularda herhangi eleştirel bir görüş ortaya çıkmadan yaratabilir." (s. 31)

"Ne zaman bir güçlükle ya da acıyla karşılaşsam, hep intiharı düşünmeye yargılı olduğumu biliyorum. Beni korkutan da bu: temel ilkem intihar, gerçekleştiremediğim, hiçbir zaman gerçekleştiremeyeceğim , ama düşüncesi duyarlığımı okşayan intihar". (s. 42)

"Önce bilinen, ama henüz tümüyle kavranmamış olan ders.İnsanın kendini içtenliğe vermesi, mutlak bir şey içinde benliğini yitirmesi, başka her şeyi görmezlikten gelmesi son derece zevkli bir şey; ama -işin asıl önemli yanı da bu- zevkli ve bu yüzden de sakınılması gereken bir şey." (s. 43)

"Bir haksızlığa uğramanın  acısı güçlendiren bir irkiltidir insan için -bir kış sabahı gibi. Canlılığımızı ve yaşama sevincimizi doruğuna ulaştırır, nesnelerle aramızdaki bağ açısından önemimizi bize yeniden kazandırır, bizi yüceltir; herhangi bir talihsizlik sonucu acı çekmekse sadece utanç verir insana. Bu haksızlığı tattım ben.
...
Utanç duygusuna gelince. Gerçek bir haksızsınlık yüzünden insanın acı çektiği pek azdır. Öyle dolambaçlıdır ki kendi davranışlarımız. Genellikle suçun biraz da bizde olduğu çıkar ortaya; işte o zaman "Hoşça kal!" demek düşer o kış sabahı duygusuna.

Suçun biraz da bizde oluşu mu? Bütün suç bizdedir oysa, bundan da kurtuluş yoktur. Hep böyledir bu." (s. 46-47)

"Dünyadaki korkunç şeylerin en çirkini bir ülküye bağlanma alışkanlığıdır. İnsan başka şeylerden kurtulabilir ama bundan kurtulamaz. Olsa olsa yönünü değiştirmeye çalışır bu ülkünün, daha fazlasını yapamaz." (s. 48)

"Düşünmekten başka yapacak hiçbir şeyi olmadığı bir hapishane hücresinde bile gerçek olanı görebilir insan."(s. 57)

"Herhangi bir insan, hayatın temeline inip onu gerçek bir içtenlikle inceleyebilir. bYaşamak bu sonsuz gerçekliğe sadece çeşitli süsler eklemekten başka bir şey değildir. Kalıcı izler olmaksızın hemen uyum sağlamaya alışma çabasını göstermek gerekir.

Böylece yaptığın her şeyin vakit geçirmeye yarayan bir eğlence olduğunu anlar insan." (s. 57)

"Asla unutma, eninde sonunda, çıplaktır insan." (s.57)

"Gerçeklik insanın şu ya da bu şekilde içinde bir bitki gibi yaşadığı ve yaşayacağı bir zindandır. Bunun dışındaki her şey -düşünce, eylem- sadece düşünsel ya da fiziksel bir oyalanmadır. Öyleyse önemli olan, bu gerçeklikle yüzyüze gelebilmektir. Bundan ötesi önemsizdir." (s. 57)

"yüksek sesle düşünmekten kaçın; hayata bir oyanlam gözüyle bkmaktan vazgeç; bunu ötesindeki her şeyin acısını çek sessizce; ve gerçekliğe karşı öfkelenerek yücel. Herkesten kopup ayrılmak her insanın elinde olan bir şeydir." (s. 57)

"Yanlışlar hep başlangıçla ilgilidir." (s. 59)

"Bir insan kendini herhangi bir tutkuya ne kadar kaptırırsa, kendi başlarına kişisel niteliği olmayan olaylar ona o ölçüde acı vermeye başlar. Her şeyden önce bu olayların kişisel olmayışları onun yanlış sonuçlara varmasına yol açar -öyle bir gerginlik içindedir çünkü. Hırslı bir insan, ünlü birisi kendisini tanıyıp konuşmadı diye acı çeker; bir din adamıyla konuşurken onun ilgisini çekmek için vicdanındaki huzursuzluktan dem vuru, böylece orada istemeden kendilerine kulak vermiş olan bireyci bir adamın gözünde gülünç düşer. Bu türden bir adamın çektiği her acının kökünde hırsın tersi olan kıskançlık yatmaktadır. Herhangi bir şeyin, bizim istemimizi,n dışında, rasgele bir şekilde olabileceğini düşünemez.

Her aşırı çaba, bu aşırılığı kötüye kullananı ya da tanımayanı cezalandıran önceden belirlenmiş bir yasanın varlığına inanma eğilimini de birlikte getirir. Bu tutkuya kapılma durumu -bu kendi başına buyrukluğun esrikliği bile olsa- insanın dünyasının yapısını ve havasını öylesine değiştirir ki, herhangi bir terslik insanın bütün benliğini kaplayan bu tutkunun dengesinin bozulmasıyla açıklanabilir. Mizacına göre de, tutkusunda ya çizgiyi aştığı ya da çizgiye ulaşmadığı sonucuna varır. Çoğu zaman, o tutkunun ve evrenin yasalarınca bile bile cezalandırlmadığı duygusuna kapılır. Öyle ki, her tutku, ileride bir hesaplaşma günü olacağı gibi boş bir inancı da birlikte getirir gibidir. Başak bir dünyaya inanmayan bir insanın tutkusunda bile vardır bu özellik." (s. 60)

"Her mutsuzluk ya bir yanlışın sonucudur, talihsizlik değildir ya da kendi suçlu beceriksizliğimizin sonucu. Herhangi bir yanlış da, bizim sorumluluğumuza girdiğine göre, karşılaşacağımız mutsuzluklar için kendimizden başkasını suçlamamalıyız." (s. 60-61)

“Bir kadın, eğer budala değilse, eninde sonunda bir insan yıkıntısı ile karşılaşır ve onu kurtarmaya çalışır. Kimi zaman da başarır bu işi. Ama bir kadın, eğer budala değilse, eninde sonunda akıllı, sağlıklı bir adam bulup onu bir yıkıntıya çevirir. Her zaman başarır bu işi.” (s.61)

"Kadınların her zaman 'ölüm gibi acı', kötülük yatağı, aldatıcı sürtük ve Delila oluşlarını temel nedeni sadeceşudur: bir erkek, eğer hadım değilse, her kadınla kendini tatmin edebilir. Oysa kadınlar kolay kolay elde edemezler bu özgürlük veren mutluluğu; hiç değilse, her erkekle, çoğu zaman da sevdikleri erkekle ve özellikle onu sevdikleri için gerçekleştiremezler bu mutluluğu. Bir kere tattılar mı da, başka bir şey düşünmezler ve bu zevl ânına duydukları haklı özlem yüzünden hiçbir kötülüğü yapmaktan çekinmez duruma gelirler. Sürüklenirler buna. Hayatın temel trajedisi de budur. Çok çabuk tatmin olan bir erkeğin hiç doğmamış olması bile daha iyidir. İntiharı haklı kılacak bir eksikliktir bu." (s. 61-62)

"Evlenmeye değer kadınlar bir erkeğin evlenecek kadar güvenemediği kadınlardır.

Ama daha korkunç olanı şudur: yaşama sanatı, sevdiklerimize onlarla birlikte olmaktan ne büyük bir zevk duyduğumuzu belli etmemekten başka bir şey değildir; bunu başaramadık mı, bırakıp giderler bizi." (s. 62)

"Derdini söylemekle ona çare bulmanın aynı şey olmadığını anlamakla insan çocukluktan kurtulur." (s.62)

"İntiharı düşünen bir insan için en kötü şey kendisini öldürmesi değil, bunu düşünüp yapmamasıdır. İntihar düşüncesine -bir alışkanlık haline gelen intihar düşüncesine- yol açan manevi çöküntü kadar aşağılık bir şey yoktur. Sorumluluk, vicdan, irade gelişigüzel yüzüp durur bu ölü denizde, sulara gömülse bile rasgele bir akıntıyla yeniden ortaya çıkar.

Asıl başarısız insan, büyük işleri gerçekleştiremeyen değil -bunu kim başarmıştır ki- bir yuva kurmak, bir dostluğu, bir kadınla mutlu bir ilişkiyi sürdürmek, ekmek parasını kazanmak gibi küçük şeylerde başarısızlık gösteren insandır. Başarısızlığın en acısı budur." (s. 63)

"Kendi önemlerine inanan küçük büyük insanların hayatında her zaman bu büyüklüğü şu sözleri söyleyerek ödeteceğiniz bir an gelir: 'Sen önemli bir insansın, bu yüzden hayatımı sana teslim etmeyi göze alamıyorum.'

bir erkek kendisini aldatan bir kadın yüzünden üzülürse, o kadını sevdiği için değil, o kadının güvenine layık olamadığından duyduğu aşağılanma için çeker bu acıyı." (s. 63-64)

"Bir şeye ya da kimseye sahip olabilmek için, ona bütün bütüne boyun eğmemeli ya da kendimizden geçmemeliyiz; kısacası, ona olan üstünlüğümüzü korumalıyız. Ama ancak kendimizi bütün benliğimizle verdiğimiz şeylerin tadına varabileceğimiz de hayatın bir yasası. Tanrı sevgisini uyduranlar oldukça akıllıymışlar; aynı zamanda sahip olup tadına vardığımız başka bir şey yoktur çünkü." (s. 64)

"Her kadın, sevdiği uzaklardayken dertleşebileceği birlikte boş saatlerini doldurabileceği bir erkek arkadaş arar; bu arkadaşın, uzaktaki adam için duyduğu sevgi üzerinde bir etkisi olmadığını söyler; erkek arkadaşı kadının uzaktakine olan sevgisiyle çatışabilecek bir şey istedi mi; kadın incinir; ama bu arkadaş daha çok acı çekmemek için sözlerini, bakışlarını denetlemeye, daha dikkatli davranmaya kalkıştı mı, kadın-herhangi bir kadın- adamın acı çekişini görebilmek için hemen onun üzerindeki çekiciliğini arttırır. Ve bunu da farkında olmaksızın yapar" (s. 64)

"'Dünyadan bir şey istemekten vazgeç, sana ne yapacağını bilemeyeceğin kadar çok şey verecektir dünya' sözünün doğruluğu şurada: Sen her şeyden vazgeçince, sana kalan en küçük şeyler bile büyük önem kazanır. Kısacası genellikle görmezlikten geldiğin önemsiz şeylerden en büyük tadı almanın yoludur bu. " (s. 67)

"Başkaları için, bizden esirgedikleri şeylerin değeri, bizim onlara sahip olmak istediğimizin derecesiyle belirlenir büyük ölçüde. Başımızı şöyle başka bir yöne çevirsek, istediğimiz şeylere sahip olanlar hemen o şeylerin saklanmaya değmeyeceğine karar vererek arkamızdan onları atarlar." (s. 67)

"Dünyanın en büyük mutluluğu başlamaktır. Canlı olmak iyidir, çünkü yaşamak her zaman, her dakika yeniden başlamak demektir.İnsan bu duygudan yoksunsa -hapis, hastalık, alışkanlık, budalalık yüzünden- ölsün daha iyi" (s. 68)

"Alınacak ders hep aynıdır: kendini bırak, acıya dayanmayı öğren. Denemek yiğitliğini gösterip acı çekmek, korkup kaçmaktan yeğdir. Çocuklarda olduğu gibi: kaldı ki doğa bunu böyle ister, bundan kaçmak korkaklıktır. Sonunda ... zararlı çıkan sen olursun" (s. 69)

"Bir daha, yalnız sana bağlı olmayan şeyleri ciddiye alma. Aşk, dostluk, ün gibi.

Yalnız sana bağlı olan şeyler konusunda da, bunları ciddiye alıp almamnın bir önemi var mı? Kim bilebilir? Herhangi bir 'kimse' yok ki, 'ben' bile anlamsız bir kelime olur bu durumda. Daha iyi, daha iyi." (s. 69)

"Senden çıkarı olmayan hiç kimse kendini sana adamaz." (s. 70)

".. bir şeye sahip olmak varken, ondan vazgeçebilen biri olabilir mi? Böyle bir eliaçıklık sadece güçsüzlüğünülküleştirilmesidir." (s. 70)

"Bütün insanlarda içlerini kemiren bir hastalık , omuzlarında gündelik bir yük, süresi belli bir rahatsızlık vardır: tatminsizlikleri. Gerçek, iskeletsi varlıklarıyla yaşamın sonsuz karmaşıklığının buluşma noktasıdır bu. Ve herkes er geç farkına varır bunun. Herkeste bu ağır farkına varışın ya da anlık sezginin nasıl olduğunu sorgulamak, düşlemek gerekecektir. Hemen herkes -göründüğü kadarıyla- yetişkinlikte duyduğu dehşetin izlerini çocuklukta arar. Geçmişe bakılarak yapılan bu keşiflerin, duyulan bu şaşkınlıkların kaynağını sorgulamak, insanların kaygıyla çocukluğun geri döndürülmesi olanaksızhareket ve sözlerinde kendilerinin önceden belirlenmişliklerini görmeleri." (s. 70-71)

"Sorun: Kadın güçlünün ödülü müdür, yoksa zayıfa destek mi, güçlü ya da zayıfın isteğine bağlı olarak?

Yaşamın ironisi: Kadın zayıfa ödül olarak verir kendini güçlüye de destek olarak. Ve kimse kendi seçimini gerçekleştirememiştir." (s. 72)

"Ölüm ister istemez olağan nedenler yüzünden gelecektir. Bu kaçınılmaz sonu insanın tüm hayatı hazırlar ve yağmurun yağışı gibi doğal bir olaydır bu. İşte bu düşünceye bir türlü boyun eğemiyorum. İnsan neden dilediği gibi, kend, seçme hakkını kullanarak, ona bir anlam vererek arayamaz ölümü? Bunu yapamaz da ölmeyi bekler elleri bağlı? Neden?

Nden şu: İnsan bir gün daha, bir saat daha yaşarsa, ölmekle yitireceği seçme özgürlüğünü kullanma fırsatını elde edebilir düşüncesi ya da umuduyla hep geri bırakır bu kararı. Kısacası -burada kendi adıma konuşuyorum- nasıl olsa daha vakit olduğunu düşünür insan. Böylece ecel gelip çatar ve belli bir nedene dayanarak hayatta en önemli eylemi gerçekleştirmek gibi bir fırsat kaçırılmış olur.

Aşkla ilgili bir düşünce: Senin kardeşin olarak doğmuş olmayı ya da seni dünyaya kendim getirmiş olmayı isteyecek kadar çok seviyorum seni." (s. 73)

"Mutluluğun gizini, onu yarın ve her zaman yeniden elde edebilecek şekilde bulmaya çalışmanın o gelip geçici acısı olmasa, belki de eksiksiz olurdu mutluluğum. Ama belki de yanılıyorum, belki de o acıda gizli mutluluk. Bir kez daha, yarın anılarla yetinebilmeyi umduğumu anlıyorum." (s. 73)

"Aşırı duygulu kimselerin yanıldıkları nokta sevecen duyguların varlığına inanmaları değil, kendi sevecen yaradılışları adına bu duygulara sahip çıkmalarıdır. Ancak sert ve kararlı kimseler kendilerini sevecen duygularla kuşatma bilgi ve yeteneğine sahiptirler; ama işin acısı, bu duyguların tadını da en az onlar çıkarabilir.

Bir kere şunu iyice anla ki, birini sevmek, bunu karşılığında sevilsen bile, sevilen kimseyi ilgilendirmeyen kişisel bir sorundur. Bu durumda belli anlmları olan karşılıklı birtakım sözler edilir, birbirine karşı belli bir şekilde davranılır; ama her iki taraf da bunlarda kendi duygularını bulur ve aynı şekilde karşısındakinin de bu duyguları beslediğini sanır. Oysa böyle bir örtüşme için hiçbir neden, hiçbir gereklilik yoktur." (s. 75)

"Her zamanki trajedi: Ancak kendisinden nefret ettirebilen adam kendisini sevdirebilir - aynı kadına." (s. 77)

"Kendini çocukça teslim edişinle kimsenin ilgilenmediğini anladığın zaman sona erer gençlik. ve iki şekilde gelebilir bu son: ya başkalarının bundan hoşlanmadığını anlamamızla ya da bizim kendimizin bunu sürdüremeyişimizle. Zayıf insanlar birinci şekilde yaşlanırlar; güçlülerse, ikinci şekilde." (s. 77)

"Neden aklını yitirmemesi öğütlenir insana? O durumda içtenlik kazanır insan a ondan" (s. 77)

"İnsanın ülkülerine erişememesinden de acı bir şey vardır: onları gerçekleştirmiş olmak." (s. 79

"İster sevgiyle, ister nefretle, ama her zaman şiddetle davran." (s. 80)

"Hapse girmek bir şey değil, oradan dışarı çıkmak asıl korkunç olan" (s. 80)

"İnsanların hoşuna gitmek için onlardan her birinin gizli yaşamında elinin tersiyle itip nefret ettiği şeyleri yapmak gerek." (s. 81)

"Yaşama sanatı, yalanlara inanmayı bilme sanatıdır. Bunun korkunç yanı, doğrunun ne olduğunu bilmememize karşın, bir yalanın yalan olduğunu hâlâ anlayabilmemizdir." (s. 88)

"Kendi yaradılışına karşı hareket eteye kalkan bir insanın çekeceği ceza, kendisi gibi davranmak istediği zaman artık bunu yapamayacak durumda olmasıdır." (s. 89

"İnsanın ancak tutkuyu aşarak gerçekleştirebileceği tutkulu bir davranıştır intihar" (s. 91)

"Duygulu insan, içtenliğini büyük bir eliaçıklıkla harcayarak herhangi bir çapkının vardığı sonuca varabilir. Gülebilirsiniz, ama böyledir aşk. Hayatta hiçbir şeydeğerinden fazlasına alınmaya değmez. Ama duygululuk da değerlerin altüst edilmesinden başka bir şey değildir." (s. 91)

"Hiçbir sakınma duymadan sevmek, karşılığı durmadan ödenen bir lükstür." ( 92)

"Hiç Kimse karşılık beklemeden fedakarlık etmez. Bir pazarlama sorunundan başka bir şey değildir bütün bunlar." (s. 92)

"Öğrenmenin tek yolu acı çekmekse, bir başkasını inciterek onu en iyi şekilde eğitmeyi felsefe neden yasaklar, merak ediyorum doğrusu?" (s. 92)

"Bir başkasını gerçekten seven insan bu ilişkinin neden 'yaşam boyu' sürmesini istemekte direnir? Çünkü yaşamak acı çekmek, aşkın tadını tatmak ise duygusuzlaşmak demektir; bir ameliyatın ortasında kim ayılmak ister? (s. 92-93)

"İnsan durmadan biriktirir; öfkeyi, aşağılanmayı, acımasızlığı, sıkıntıyı, gözyaşlarını, çılgınlığı; ve sonunda bakar ki, insanı hiçbir şey yapamaz duruma sokan kansere, nefrite, şekere ya da damar sertliğine yakalanmış. bunu böyle olmaması şaşırtır insanı." (s. 95)

"Talihsizliklerin en kötü yanı, öyle olmadığı zaman bile insana her şeyi talihsizlik olarak yorumlama alışkanlığını kazandırmalarıdır." (s. 95)

"Her aşk ilişkisinin özeti şudur:
insan bu ilişkiyi düşünmekle başlar
                                               (yücelme)
ve çözümlemekle bitirir
                              (merak)" (s. 95)

"Aşık olmadığı zaman kolaydır insanın iyi olması" (s. 98)

"İnsanın parayı önemsememesi için bol parası olması gerekir" (s. 98)

"...öyle yaratılmışızdır ki, en gizli davranışlarımızda bile başkalarını desteğini ararız. En kendi kabuğuna çekilmiş insanlar bile bir başka insanın gösterdiği ilgiye duygulanır ve bir çok ruhun yalnızlığını yaratmak istercesine kendilerini daha büyük bir coşkuyla ve her şeyi bir yana bırakarak işlerine verirler. Bu yüzden, herkesin özünde yalnız olduğuna inanan kişiye, çok sayıda, dolayısıyla pek bağlayıcı olmayan toplumsal ilişkilere kendini bırakmasını ne kadar öğütlesek azdır.

Gerçek yalnızlık, acı çektiren yalnızlık, öldürme isteğini de birlikte getirir." (s. 99)

"Neden hemen herkes hayal kırıklığına uğramıştır aşkta? Öyle bir coşkuyla aşık olmuşlardır ki bu insanlar, bu coşkuyla yola çıktıkları için ister istemez hayal kırıklığına uğramışlardır. Ancak kayıtsızca istediğimiz şeyleri elde edebileceğimizi gösteren bir yasa vardır." (s. 102)

"Sevgi, birlikte getirdiği şeyler yüzünden ilgilendirir sevilen kimseyi. Kendisini bütün benliğiyle, içtenliğiyle sevmeye adamış insan, sevgisini kabul edilir duruma sokacak olan şeyleri(zenginliği, başkalarına söz geçirme ve onları etkileme gücünü) edinecek zamanı kolay kolay bulamamıştır. Sevginin kendisi ise, kimsenin ne yapacağını bilemediği bir şeydir. Haksızlık etmeyelim: Aşk kendi başına, koca bir maymunun libidosundan başka nedir ki? "(s. 103)

"Bir insan acı çekiyorsa, başkaları bir sarhoşmuş gibi davranır ona: 'Hadi kalk bakalım; yeter bu kadar; hadi işine; öyle değil, ha şöyle...'" (s.103)

"Kendini öldürme konusunda haklı bir gerekçesi olmayan kimse yoktur." (s. 104)

"Gizlice en korktuğumuz şey her zaman başımıza gelir" (s. 105)

"Başkasından nefret eden bir insan hiçbir zaman yalnız değildir. Nefret ettiği insan her zaman onun yanındadır" (s. 111)

"Kendi isteğimizle seçmişsek, tatsız ve güç bir şey bile bize rahatlık verir. Ama onu başkalarının zoruyla benimsemişsek, o zaman bir işkence olur bu bizim için" (s. 114

"Tersi doğruymuş gibi görünebilir, ama herhangi bir kimsenin başına gelebilecek en korkunç şey, bir sabah, öteki akşamdan farklı uyanmasıdır. Bir başka deyişle, kişisel kimlik duygusunu yitirmesidir." (s. 118)

"Bir işten ne elde edeceğini bilen herkes kendisini o işe adaycak güçtedir; karşılık beklemeden kendini bir işe adamaktır zor olan." (s. 120)

"Fırtınalı bir iç hayatları olup da konuşarak ya da yazarak içlerini dökmek istemeyenler, aslında, fırtınalı iç hayatları olmayan insanlardır." (s. 125)

"Yalnız bir insanla arkadaşlık et, herkesten çok konuştuğunu göreceksin" (s. 125)

"İşimize geldiği zaman bağışlarız başkalarını" (s. 137)

"Kendimi yalnız bırakmamak için bütün gece aynanın karşısında oturdum..." (s. 142)

"Aylaklık, saatlerin yavaş, yılların ise hızlı geçmesine yol açar. Çalışmak, saatlerin kısa, yılların ise uzun olmasını sağlar." (s. 152)

"Yıllar bir anı birimidir, saatler ve günlerse yaşantı birimi." (s. 153)

"Yaşama sanatı, insanların ve eşyanın bize gelmeleri için bizim onları çağırma gereği duymadığımız bir şekilde davranma sanatıdır." (s. 153-154)

"Herkesin kendi yeteneklerine göre bir felsefesi vardır." (s. 160)

"İyi bir başlangıç noktası kişinin kendi geçmişini değiştirmesidir." (s. 160)

"Acı çeken yanımız her zaman küçük bir yanımızdır. Sevinç duyan yanımız gibi. Ancak huzur içinde kalabilen yanımız önemlidir." (s. 161)

"Bekarlar evlilerden daha çok ciddiye alırlar evliliği" (s. 163)

"Bir ulus kendi geçmişiyle artık yaşayan bir bağ kuramıyorsa, o ulusun sonu gelmiş demektir. Yaratıcı canlılığın kaynağı geçmişin birikimindedir. Ancak bir geçmişimiz olduğu zaman yaratıcı oluruz. (s. 164)

"Günleri değil anları hatırlarız" (s. 205)

"Aşk smz konusu olsuğunda, insan ancak kendi aşklarına katlanabiliyor" (s. 209)

"Aşk iki sevgiliyi birbirine değil, kendi kendilerine çırılçıplak gösterme gücüne sahiptir." (s. 212)

"İnsanlar artık istemediği zaman elde eder bazı şeyleri " (s. 213)

"Aşk stratejisi insan ancak aşık olmadığı zaman kullanılabilir" (s. 216)

"Bir insan kendini kurtaramıyorsa,onu hiç kimse kurtaramaz." (s. 217)

"Hiçbir kadın para için evlenmez: Bütün kadınlar, bir milyonerle evlenmeden önce, ona aşık olacak kadar kurnazdırlar. " (s. 231)

"Bir gün gelir, canımızı yakmış olan bir insana, o insanın budalalğına karşı yalnız kayıtsızlık ve bıkkınlık duyarız. Bundan sonra bağışlarız onu."(s. 253)

"Hayatın zenginliği unuttuğumuz anılardadır." (s. 284)

"Bir şeyden onu görmezlikten gelerek değil, ancak onu yaşayarak kurtulabiliriz." (s. 313)

"Ama bütün deliler, bütün serseriler, bütün caniler bir zamanlar çocuktular, senin gibi oynamışlardı, gelecekte onları güzel bir şeyn beklediğine inanmışlardı. Daha hepimiz üç yaşındayken , başımıza daha hiçbir şey gelmemişken, her şey sinirlerimizde ve kalplerimizde uyurken." (s. 316)

"Nesneler ve insanlar bize verdikleri şeyler ölçüsünde değil, bize neye mal oluyorlarsa, o ölçüde bizimdirler; yani o ölçüde bizim için önem taşırlar. Bir kadını (okurken bu kadını kelimesinden ok çıkartıp adamı yazmışım :)) kendimize bağlı tutmak için hayatımızı ona adamamız değil, onu sömürmemiz gerekir" (s. 319)

"Birinden çö mü alacaksın? Onu bağışlamış gibi davran, bırak, hayat öç alsın ondan. Zamanın kendi kendine geçişi, kurbanın bir şeyler yapmasını gerektirmeden, nasıl olsa korkunç acılar çektirir herkese" (s. 322)

"Dersler verilmez, alınır" (s. 332)

"Beklemek de bir uğraş. Hiçbir şey beklememek korkunç" (s. 332)

"Gizlice en çok korkulan şey hep gerçekleşir sonunda.
Yazıyorum: Ey, Sen, acı. Peki sonra?

Bütün gerekli olan, biraz cesaret.

Acı ne kadar ortaya çıkar ve kesinleşirse, yaşama içgüdüsü o kadar ağır basıyor ve intihar düşüncesi zayıflıyor.

Kolay sanmıştım ilk düşündüğümde. Zayıf kadınlar yapmıştı bu işi. Alçakgönüllülük istiyor, kendini beğenmişlik eğil.

Tiksiniyorum bütün bunlardan.
Sözler değil. Eylem. Artık yazmayacağım." (s. 416)




16 Ekim 2012 Salı

"incitme yüreğimi oyalama beni yar"


Siz Bayım;
Evet siz...
Böyle birdenbire karşıma çıkışınız tesadüf olmasa gerek; inanmam tasadüflere ben...
e madem karşıma çıktınız ve ben sizi düşünür oldum hem de sizi bizli düşünür oldum..., o halde izin veriniz sizin için düşündüklerim sizin için düşünemeyeceklerimden fazla olsun.. Gündüzüme de buyrunuz Bayım ya, geceleri de düşüme bekerim; ihmal etmeyiniz...
Sizi bizde var etmeme müsade ederseniz; kokunuzu kokuma ekler, sesinizi sesime birleştirir, teninizi tenime kaynaştırırsanız; ben de sınırsız severim o vakit sizi Bayım...

Bakın Bayım; benim sevgim hemcinslerinizi oldum olası ürküttü; sevdim mi öyle deli severim... baştan belirteyim ki sonra demedin demeyiniz...
Varsanız buyrunuz....
madem öyle olmadık zamanda pat diye karşıma çıkıverdiniz... cesaretinizi toplayınız
ve kalınız
yoksa cesaretiniz.. varsa kendi içinizde bir esaretiniz, sevdanın adına bir kara çalmadan daha en başından toparlayıp pılınızı pırtınızı yola koyulunuz; öte gidiniz....

Ben sevdim mi deli severim Bayım
varsa tereddütünüz
bulaşmayınız....


dipteki not 1
başlık: grup merdiven
dipteki not 2
fotoğraf: yavuz ıldız


"kıyısız hür bir deniz"

Olur olmaz zamanlarda deniz kaçar içime sinsice...
mevsim güzmüş, kışa durmuş.. denizin sakin günleri daha dünmüş..
ne gam...
gri puslu deli olsa da
deniz deniz işte...
kimi zaman, öyle birdenbire.. hiç de sebep yokken hatta
kaçar içime....

bozkır kadınıyım.. uçsuz bucaksız sarı sapsarılardan çıkma
ama denizde aklım oldum olası...
bakarsınız öyle birdenbire durduk yere iyot kokar burnuma..
yürek ayartmaya durur ayakları beyni bu bozkırlardan alıp götürsün bedeni denize diye
denize denize hep denize.......





15 Ekim 2012 Pazartesi

Aman kimseyi Kınama....

Yıllar, yaşları takıp peşine ilerledikçe birçok şey öğreniyor, öğrendiğinin ayırdına varıyor insan... Dile kolay kırklık bir kadınım ben de nihayetinde... yarım asıra on kaladayım..
Benim de var elbet hayattan öğrendiklerim; hem de bir dolu....
En belirginlerinden birisi öğrendiklerim içinde
   --büyük konuşma ve asla birilerini kınama
her büyük konuştuğun başına gelmeden; her kınadığının yaşadığını yaşamadan 
                                                                    ölemezsin--

Peygamberin sözüymüş bu; rahmetli babam sık sık söylerdi herkese
"aman sakın kınamayın"
diye....

Haklıymış...

Geldi başıma kırk yıl içinde yalan değil; ne kınadımsa yaşadım aynını...
Şimdi bu yazıyı yinelendiğinden yazmıyorum
Hayır...
Uzun
hem de çooook uzun zaman oldu kınamaktan vazgeçeli; büyük laf söylemeyeli....
Bugün iş yerinde iki kız öğrencimizin sohbetine tanık oldum istemeden...  Beylik laflar ediyorlardı, mangalda kül kalmaz ya; öyle... Yeni nesilin pek ses ayarı yok da :)
20'li yaşların heyecanı işte.. Kendi pencereleri ölçüsünde idealist bakıyorlar hayata...
öyle gençler
öyle başındalar ki...
kız çocuğum var diye belki de.. hiç kıyamıyorum böyle kız çocuklarına..
Dilimin ucuna geldi sözcükler.. Yaşlı teyzeler vardır ya, her lafa karışır, uyarırlar :) anlayabiliyorum artık onları ...
lâkin anlıyorsam da o kadar yaşlanmadım daha; sustum ve uzaklaştım onları muhabbetleriyle bırakıp...
söylesem de dinlemeyeceklerdi ki zaten, gülecek dalga geçeceklerdi arkamdan
Bir zamanlar
ben de dinlememiştim..

hayat herbir sözcüğü  bölüp zamana yayıp yedirecek onlara da lokma lokma...
herkese yedirdiğince...
yazık..
yazık olmasına ya..

hayat da böyle bir şey işte galiba....

fotoğraf: neslihan karayakaylar tamyaman /eylül 2010-madrid havaalanı/ispanya


Gece Zifiri....

zifir siyah yağıyor geceye... göz gözü görmeyecek neredeyse; karanlık her yerde...
şehir ıslak
şehir suskun
şehir kasvetli
sessizliğin tahammül edilemez gürültüsüzlüğü muhtemelen uykumdan uyandıran beni
siyah yağarken geceye zifiri
şehrin bütün sokakları
ıslak
suskun
kasvetli...
dikiyorum gözlerimi inatla karanlığa... delik deşik ediyor bakışlarım geceyi.....

fotoğraf: yavuz ıldız

14 Ekim 2012 Pazar

şu köşe yaz köşesi şu köşe kış köşesi

epey oldu sevgili "kitap eylemcisi" bir mim yanıtlamıştı
"okuma köşeniz" diye
o kimseyi mimlememiş ama yazmak isteyen herkese açık davetiye vermişti
ta o zaman ben de yazarım demiştim
unutmuşum
geçen kitaplığı toparlarken anımsadım
çektim fotoğraflarını
yayımlayayım dedim:

şimdi bende durum şu; belli bir köşem yok, belli bir kitabım da olmadığı gibi; aynı anda 4-5 kitabı okurum hangisi elime geçerse
ve nerde elime geçerse :)

en yoğun okuduğum köşe bizim mutfak ile oyturma odasının duvarını kırarak birleştirip oluşturduğumuz "yaşam odası" benim deyimimle..
kütüphaneler de bu odada
yat yuvarlan yayıl oku kanepesi:


ve kitaplıklarım
karmaşa için yapacak bir şey yok ne yapayım; ben böyleyim




öğleden sonra güneşli havalarda bizim salona nefis bir güneş vuruyor
nadir de olsa o saatlerde evde oluşum
denk getirirsem
kitabımı ya ikili koltukta

ya üçlü koltukta okuyorum...
gece de eser bazen salonda yayılmak



ve tabi ki yatak..
orası da okuma köşelerimden bir diğeri


bir orası eksik demeyin ne kitaplar bitirdim ben  orada
annem kızar hep girdin mi okumaya dalıp çıkamıyorsun diye
banyo kitaplığım bu benim

işte okuma köşelerimden en tuhaf olanı :)


12 Ekim 2012 Cuma

Maça Kızı

"bu saatten sonra şiire kan bulanmıştır
yazılmaz
DNA testine tutulan yüksek tahrik gücü içim, dışım, önüm arkam maça kızı
kalbime yuvalanmış bütün aşıkları çökertmişler
sevgililiğe yazıldığı sanılan bütün örgütsel dökümanları da yakabilmiştir bir çırpıda

elleri rüzgarda yağmur damlası bir kadın geçer şimdi bu sokaktan
uysallaşmış serseri bir centilmendir kontrgerilla"
Serhat Ülker

fotoğraf: yavuz ıldız