3 Ekim 2012 Çarşamba

Büyüyen Fotoğraf Küçülen Sosyoloji - Serkan Dora



"Fotoğraflar yalan söylemez, ama yalancılar Fotoğraf çekebilir diyor, Lewis Hine. Doğru da söylüyor." (s. 15)

"Kevin Robins'e göre görmek, 'dünyanın içinde olmak; "dünyanın dokusu içinde yer almak", dünyaya açık olmak demektir'. Ancak gözün önünde gerçekleşen bir şey, aslında gerçeğin kendisini göstermeyebilir ya dagerçek, insanlar tarafından algılanmak istenmeyebilir. Gerçek anlamda 'görmek' için deneyimin içinde olmak gerekir." (s. 17)

"Büyü üzerine eski toplumların sahip olduğu düşünceler günümüzde kabul edilir şeyler değildir. Ancak tüm bu büyülerin nedeni doğaya üstünlük sağlama çabasıdır. Aynı durum sanatta da görülmektedir. Eski toplumlarda büyü ile sanat henüz birbirinden ayrılmamıştır. Sanat da tıpku büyü gibi doğaya üstünlük sağlama amacıyla kullanılmaktadır." (s. 29)

"Görüntü fikrinin ilk kez M.Ö. 5. yüzyılda Çinli filozof Mo-Ti tarafından ortaya atıldığı düşünülür. Çinli filozof, karanlık bir ortama açılan küçük bir delikten giren ışığın dışarıda bulunan ışıklı nesnelerin tümüylr başaşağı bir yansımasını meydana getirdiğinisöyleyerek, Camera Obscura fikrini ilk bulan kişi olmuştur." (s.34)

"Atinalı filozof Platon'a göre de bir şey gerçeğe ne kadar yakın olursa o kadar aydınlık olur. Platon bu durumu mağara benzetmesinde şu şekilde anlatır;

'Yeraltında mağaramsı bir yer, içinde insanlar. Önce boydan boya ışığa açılan bir giriş... İnsanlar çocuklarından beri ayaklarından, boyunlarından zincire vurulmuş, bu mağarada yaşıyorlar. Ne kımıldanabiliyor, ne de burunlarının ucundan başka bir yer görebiliyorlar. Öyle sıkı sıkıya bağlanmışlar ki, kafalarını bile oynatamıyorlar. Yüksek bir yerde yakılmış bir ateş parıldıyor arkalarında. Mahpuslarla ateş arasında dimdik bir yol var. Bu yol boyunca alçak bir duvar, hani şu kukla oynatanların seyircilerle kendi arasında koydukları ve üstünde marifetlerini gösterdikleri bölme var ya, onun gibi bir duvar. ..
Bu alçak duvar arkasında insanlar düşün. Ellerinde türlü türlü araçlar, tahtadan yapılmış, insana, hayvana ve daha başka şeylere benzer kuklalar taşıyorlar. Bu taşıdıkları şeyler, bölmenin üstünde görülüyor. Gelip geçen insanların kimi konuşuyor, kimi susuyor.
...
Ama tıpkı bizler gibi! Bu durumdaki insanlar kendilerini ve yanlarındakini nasıl görürler. Ancak arkalarındaki ateşin aydınlığıyla mağarada karşılarına vuran gölgeleri görebilirler,
... Şimdi bu adamlar aralarında konuşacak olurlarsa, gölgelere verdikleri adlarla gerçek nesneleri anlattıklarını sanırlar,
...Bu adamların gözünde gerçek, yapma nesnelerin gölgelerinden başka bir şey olamaz ister istemez," (s. 35)

"Susan Sontag'a göre bugün de 'Platon'un mağarasında hâlâ iflah olmaz biçimde oturan insanoğlu, o eski alışkanlığını sürdürüp kendini gerçeklikle değil, gerçekliğin görüntüleriyle oyalıyor'" (s. 35-36)

"Güven Turan, Platon'unmağarasını şu şekilde açıklar; 'Mağara elbette ne kamera, ne oda diye adlandırılır, üstelik mağaranın ağzında mercekte yoktur ve bir odaklanma söz konusu değildir. Düşen de o nedenle, imgenin kendisi değil, gölge olmaktadır. Üstelik aldatıcı bir gölge, Gene de gölge, bütün karanlığına ve belirsizliğine karşın iki şeyin varlığını kanıtlar: ışık ve üç boyutlu bir nesne/varlık. Kısacası gölge dünyada olmanın kanıtıdır." (s. 36)

"Doğa betimlemesi yapmaya çalışan bir sanatçının, eğer heykeltraş ise aynı amacı güden bir ressama göre işi daha kolaydır. Çünkü heykel gerçek ışıkta ve mekanda yer alır. Bundan dolayı 13. yüzyılda heykeller, resmin ulaşamadığı bir gerçeklik yakalamıştır. Nesneleri göründükleri gibi bir yüzeye çizmenin yolunu ise Bizans Sanatı sağlamıştır. Bu yolu kullanan kişi de Giotto di Bondone olmuştur
...
Giotto, o güne kadar yapılan tüm resimler içerisinde gerçeğe en yakın olanlarını yapmıştır. Elbette perspektifi tek bir kişinin buluşu olarak görmemek gerekir. Persepektif tüm ressamların birikiminin sonucudur. Ancak onunla özdeşleşen isim Giotto olmuştur." (s. 40-41)

"Fransız pozitivizmi nasıl sosyolojiyi doğurmuşsa Alman idalizmi de Marksizm'in oluşmasının temellerini atmıştır. Hegel diyalektik anlayışa sahiptir. Bouthoul'a göre:

' Hegel düşüncesinin özü, akli (rational) olanla, gerçek (reel) olan arasına koyduğu özdeşliştir; ona göre, varlık ve düşünce tek bir evransel ilke üzerine, fikir (idea) üzerine temellenirler. Tarihsel evrimin derin anlamını kavrayabilmek için 'diyalektik'e başvurmak gerekir... Diyalektik, antitez yöntemine dayanır: Hegel'e göre, bir kavramı, karşıtını da koymadan düşünemeyiz. Burda üç zamanlı bir yönelim kendini gösterir. Tez, antitez, sentez... bu diyalektik, istene her şeyin metafizik olarak gösterilmesini ve tercihlerimizi (kendilerine akıl almaz bir zamandan beni gören) üstün bir bilgelik olan 'fikir'e bağlayarak bu tercihlere felsefi bir yaldız sürülmesini sağlar... Hegel, iktidarı her biçimde elinde tutan kişileri tanrılaştırmaya kadar varır... Hegelci felsefe, sonunda, sorunları aydınlatmak yerine onları bulandırmaya varır.'

Hegel'in kainatı açıklamaya çalışırken kullandığı diyalektik yöntemi, Marx, var olanı açıklamak için kullanmıştır. " (s. 86-87)

"Sosyolojinin ortaya çıkmasını sağlayan tarihsel gelişim süreci fotoğraf içinde aynı derecede önemlidir. Sosyolojide olduğu gibi fotoğrafın da bazı dönüm noktaları vardır: Merceklerin yardımıyla geliştirilen camera obscura kimyasal süreçle birleşince fotoğrafın önünde hiçbir engel kalmamıştır. Çünkü camera obscura ve mercekler gelişimlerini tamamlamış ve görüntünün oluşması için gerekli kimyasal sürecin bitmesini beklemektedir. Kimyasal aşama ise 19. yüzyıla girerken tamamlanmak üzeredir. Bu aşamalar şu şekilde gelişmiştir:
'Güneş ışığının insan teni üzerindeki karartma etkisinden yola çıkan Alman fizikçi Johann Heinrich Schulze, 1725 yılında fosforla ilgili çalışmalar yaparken, tebeşiri, içinde çözünmemiş gümüş bulunan nitrik asitle karıştırır. Bir şişe içine koyduğu bu karışımın güneşe dönük yüzünün karardığını, güneş görmeyen tarafta ise, beyaz karışımda hiç bir değişikliğin olmadığını görür Bu deney yeni araştırmaların başlangıcını oluşturur. 1798'de Thomas Wedgewood, güneş ışığı altında bir deri parçasına sürdüğü gümüş nitratın üzerine, daha karışım nemli iken bir ağaç yaprağı yerleştirir. bu yaprağın damarları altında kalan yerler gün ışığından daha az etkilendiğinden, görüntüde açık renkli, yaprağın damarları dışında kalan bölüm ise koyu renkli olarak belirir. ancak bu desen ışığın etkisi ile bir zaman sontra kaybolur' (Çizgen)

Fotoğrafın bulunuşuna az bir süre kalmıştır. Schulze ve Wedgewood'un yakalayamadığı kalıcı görüntüyü Niepce ve Daguerre ortaklığı sağlayacak ve bu ortaklık sayesinde insanlar gerçeğe en yakın görüntüyü görme imkanına kavuşacaktır." (s. 92- 93)

"Sosyolojinin kurulduğu dönemde Paris'te Saint-Simon ve August Comte gibi toplumun gerçekliğini bilimle değil, sanatla ortaya çıkarmaya çalışan birileri daha vardı. Simon ve Comte gibi büyük iddialara sahip ve toplumu değiştirme hevesinde değillerdi. Ama toplumdaki değişimin farkındaydılar. İstekleri, dışarıdaki bir görüntüyü kağıda indirgemekti." (s. 93-94)

"Fotoğrafın bulunuşu ile sosyolojinin adının konması aynı döneme rastlar. John Berger, 1839'da fotoğraf makinesi icat edildiği sırada August Comte'un Pozitif Felsefeye Giriş kitabını tamamlamakta olduğuna dikkat çeker.:

'Pozitivizm, fotoğraf makinesi ve sosyoloji birlikte büyüdüler. Her birinin uygulama olarak sürdürülebilmelerini sağlayan, bilim adamları ve uzmanlar tarafından kaydedilen gözlemlenebilir, ölçülebilir olguların bir gün insana doğa ve toplum üzerine, her ikisini de düzene sokmasını sağlayacak ölçüde bütünlüklü bir bilgi sunacağı inancıydı. Kesinlik metafiziğin yerini alacaktı; planlama toplumsal çelişkileri ortadan kaldıracak, gerçek, öznelliğin yerine geçecekti; ruhta karanlık ve gizli olan ne varsa deneysel bilgi ile aydınlatılacaktı. Comte, belki de yıldızların kökeni hariç,kurumsal olarak hiçbir şeyin insan için bilinmez kalmak zorunda olmadığını yazıyordu! O günden bu yana, fotoğraf makineleri yıldızların oluşumunu bile kaydettiler! Bugün de her ay fotğrafçılar bize, onsekizinci yüzyılda Asiklopedistlerin tüm projelerinin kapsamı için hayal ettiklerinden daha fazla olgu sunuyorlar'
Robins pozitivistlerin fotoğraf makinesini nasıl bir amaçla kullamak istediklerini şu şeki,lde belirtir: 'Dünyanın fotoğrafik belgeleri onun bilişsel olarak idrak edilmesiyle ilgiliydi. Pozitivistlere göre dünyayla, dünyanın doğasıyla ve içeriğiyle ilgili -doğruları- anlamada fotoğraf ayrıcalıklı bir araç demekti.Dünyayla ilgili görsel bilgiler hiç kuşkusuz, uygulamada dünyayı kullanma ve dünyadan yararlanma projesiyle de yakında bağıntılıydı. Bu açıdan kamera iktidar ve denetim aracıydı'
Bulunduğu andan itibaren iktidarla ilişki halinde olan fotoğraf makinesi, 19 Ağustos 1839, Pazartesi günü, Fransız fizikçi François Arago tarafından  -Daguerre'in yeni buluşu Daguerreotype- Fransız Bilimler Akademisi'ne şu cümlelerle açıklanır: 'Sayın baylar, doğa ışık aracılığıyla bir yüzeyin üzerine geçirildi'" (s. 98-99)

"Fotoğraf ile beraber, santta gerçekçilik en üst noktasına varır. Artık fırça kullanmadan yepyeni bir resim elde edilebilmektedir.
Fotoğraf ismi, John Herschell tarafından bulunmuş ve Latince Photos(ışık) ve Graphi (resim)kelimelerinin birleşiminden meydana gelmiştir. Işıkla resim çizmek anlamına gelen 'photograph', Herschell tarafından yazılan bir mektupla Talbot'a önerilmiştir. Fotoğraf adı, ilk kez, Berlin'de yayımlanan Vossicehe Zeitung'un25 Şubat 1839 tarihli sayısında Herschell'le yazışmakta olan Johann von Maedler'in yazısında kullanılmıştır." (s. 100)

"Fotoğraf bulunuşundan kısa bir süre sonra birçok ülke tarafından bilinir hale gelmiştir. Öyle ki, batılılaşma çabası içinde olan Osmanlı Devleti, fotoğrafın bulunuşundan birkaç ay sonra (28 Ekim 1839) Takvim-i Vekayi gazetesinin 186. sayısında bu buluştan bahseder: 'Avrupa'da yayınlanan bazı gazetelerden alınan haberlerin tercümsidir.. Herkesin bildiği gibi, son yıllarda buharlı makineler fabrikalarda ray üzerinde gidebilir hale geldi. Bu sıralarda bir adamdüşüncelerini dikkatle bir noktada toplayıp kanalize etmiş ki, iş bir acayip sanata yönelmiş, sonunda cilveli bir ayna (satıh) ortaya çıkmış' Fotoğrafın bulunuşu Osmanlı Devleti'nde duyurulduktan iki yıl sonra Ceride-i Havadis'in 47. sayısında fotoğrafla ilgili bir yazı daha yayınlanır:
'Ressamların kullandığı aletlere lüzum kalmadan ve düzgün bir bölümlşeme ile vait kaybetmeden, bir yerin resim görüntüsünü almak için, Avrupa'da Daguerre dedikleri zat, b,r alet icadedip, Daguerre'in basması manasında Daguerreotype diye adlandırılmıştır... çok kısa bir zamanda bu alet vasıtasıyla bir yerin veya bir ordunun resmi levha üzerinde tespit olunuyor. Eğere çekilen bir belde ise, bütün binalardan başka bağ ve bahçesinde olan ağaçların yaprakları dahi tek tek anlaşılıyor imiş. Eğer levhadaki bir ordu ise, adamlardan başka yüzlerindeki kıllar dahi seçiliyormuş.'" (s. 101)

"Fotoğraf ilk çıktığında onu şaşkınlıkla izleyenler ve onun gerçeğe olan yakınlığından korkanlar Nadar'a göre sadece eğitimsiz olan kişiler değillerdi. Onun deyişiyle, 'en aşağıdakilerden en yukarıdakilere kadar' herkes, gümüşlü levhaya fotoğrafları çekilirken tir tir titrerlerdi....Nader,, Balzac'ın fotoğraf hakkındaki görüşlerini 'Bir Fotoğrafçı Olarak Hayatım' adlı kitabında şöyle anlatır.

--Balzac'ın teorisine göre bütün fiziksel bedenler tamamen, hayalet benzeri görüntü tabakalarından, yani birbiri üzerine yığılan sonsuz sayıda yağrağımsı deriden oluşuyordu. Balzac, insanın bir görüntüden, dokunulamayan yani varolmayan bir şeyden maddesel bir şey yapma yeteneği olmadığına inandığı için, fotoğraf, her çekildiğinde, hayalet tabakalardan birinin bedeninden fotoğrafa nakledildsiği sonucuna varmıştı. Ona göre, tekrar tekrar çekilen fotoğraflar hayatın özü olan hayalet tabakalarının birbiri ardına kaçınılmaz olarak kaybolmasına neden oluyordu. Her değerli tabaka sonsuza kadar mı kayboluyordu, yoksa bu zarar yeniden doğuşun anlık süreci sırasında az ya da çok telafi ediliyor muydu? Böylesi umut vaadeden bir yola çıkmış olan Balzac gibibir insanın,yolun yarısında durmayacağını ve bu noktada bir sonuca varmasınıumardım, ama bu konu aramızda hiçbir zaman açılmadı.--

Sontag Balzac'ın görüşleri için şunları yazar: Bu tür bir korkuya sahip olmak Balzac için uygun düşebilir. Çünkü fotoğraf onun bir romancı olarak kullandığı yöntemle varolan en orijinal şeyin elle tutulur hale gelmesidir. 'Balzac'ın yöntemi minik ayrıntıları tıpkı fotoğrafik bir düzenlemedeki gibi yan yana getirmektedir: böylece etkileyici hale getirilen her şey, başka şeylere bağlanabilir. Balzac için bütün bir çevrenin ruhu, nedenli değersiz ya da keyfi görünürse görünsün, tek bir maddi ayrıntıyla açığa çıkarılabilir. Koca bir yaşam, bir anlık görünüşle özetlenebilir.'" (s. 104-105)





3 yorum:

Ebru dedi ki...

Not aldım can. Pazara tamamdır:)

Yazgüneşi dedi ki...

bi doya doya konuşamadık
tez ayarlayıp buluşmalı :)

Ebru dedi ki...

evet canım kesinlikle şu eğitim işini bi haleddeyim zıplayacağım