31 Ekim 2011 Pazartesi

Caponsal yaratıcılık..:)

Bizim bilmiş cimcimenin hayal gücünün sınırları zaman zaman -hatta çoğu zaman- beni aşıp fersah fersah uzağıma düşüyorlar...
Bugün anneannesindeyken çizdiği bir resim için sordum
"Defne bu resimdeki kız ne yapıyor"

cevap verdi bilmiş düdük makarnası
ama kelimelerle değil
hareketlerle

"işte şunuuuuu"



e bunun üzerine yorum yapayım dese
ne yapar ki insan..
eh ben de yapamadım işte
kalakaldım öylece....
yorum yok :P

CUMHURİYETİ KUTLADIKKK...( İyi ki Doğdun Sinan da dedik..)






Sinan -Büü'nün nikah şahidi, kadim dostu ve benim de candostum elbette-
40 dedi 27 Ekim'de..
Özlem -eşi-
bir süpriz parti organize etmek istedi
29 Ekim gibi özel ve güzel bir gün cumartesiye gelince
bir taşla iki kuş derler ya hani
hah
tam da öyle oldu işte




üstelik hepimizin de fena halde kutlayası olunca CUMHURİYET Bayramımızı her yılkinden dahaca fazla..
"çıktık açık alınla"

İyi doğdun Sinan





ve

İYİ Kİ KURDUN ATAM CUMHURİYETİ

Cumhuriyete yakışır katılmayı arzu ettik geceye karı-koca











ve kızımız da öyle elbette
































dans da etmedik değil.. konu kutlama olunca hem de çifte çifter


 



































Baba-Kız ın harmadalı gösterisi bir içim suydu benim nezdimde...:)














depremzedelere ve terör kurbanlarına üzülmüyor değiliz elbette
söz konusu dahi olmaz..
olamaz elbette
lâkin söz çok söylenecek sayfalar sayfalarca da


neyse
uzar bu konu
sustum ben

30 Ekim 2011 Pazar

Buluşma Yıldömünde YİNE...:))












Tanışıklık elbette çok daha eskiye dayanıyordu...
lâkin yüzyüze buluşulmuşluk bundan tam bir sene öncesi yine bugündü..
yürekyarım sözünü ettiğim evet
Ankara'daydı..
İlaç gibi o bana
öyle iyi geliyor ki..






 



Bir de bonus oldu üstüne üstlük
Şuşu ile tanıştım sayesinde
ne şekerdi :))




mutluyum tüm olumsuzluklara rağmen
Cuımhuriyet kutlamaları iptal olmuş falan
çok sinirlenmişim vs
-biz kutladık elbette, başka bir post konusudur ama belirteyim yine de-
Ruheşime sımsıkı sarıldım ya..


mutluyum saklayacak değilim işte...

caniçi
daha sık gek... hep gel...
daltonlar misal karışma sakın kayıplara :)))


dipteki not:
fotoğraf:
ben ve duygulu kareler: şuşu
ben ve şuşulu kareler: duygu
duygulu ve duygulu şuşulu kareler: ben

26 Ekim 2011 Çarşamba

Bugün ben.. hiç sebep yokken...

Zaman zaman şikayet ediyorum/z ya hayattan..
o oldu
bu oldu
şu oldu
ters gitti
eğri gitti
dıtdıtdıt bıtbıtbıt

insanlığın bir hali bu da işte..
akış içinde istediği gibi olmadı mı kimi şeyler
mızırdanmaya meyilli..
bu belki de normali..

ama zaman zaman da oturup
"ne şanslıyım yahu"
diyebilmeli insan
buna vakit ayırabilmeli..
buna vakit ayırabilmek için farkındalığa sahip olmalı her şeyden önce.. "Fark" edebilmeli...

ben bugün yaptım bunu

hiç sebep yokken
durup dururken..

Kızımı kucakladım, kocama sarıldım, işime şükrettim, annemin, ablamın, tüm sevdiklerimin, arkadaşlıklarımın kıymetini içime çektim...

ben bugün salak saçma üzüntülerimi tasalarımı elimin tersiyle kenara ittim..

"Ne şansılıym" dedim

"umutla bakmalıyım geleceğe" dedim


kocaman gülümsedim...









Fotoğraf: Atakan Baykoçak / 2011-Kapadokya

24 Ekim 2011 Pazartesi

-sel gider kum kalır-

İnsan ilişkilerini anlama özürü var bende..
evet bildiğiniz özür bu..
katiyen algılayamıyorum..
bir insan neden en özelini anlatacak ölçüde yakınlaşabilirken birisine
akabinde birden fersah fersah uzağa atabilir bir anda kendini mesela?
hem de ortada elle tutulur tek sebep yok iken, ya da var ise de bu ifade edilmemiş iken..
Tuhaf

Şimdi biri-si/leri ile bu tarz bir şeyler yaşadım diye yazmıyorum bunları yanlış anlaşılma olmasın.. Hayatımızın her döneminde hepimiz için olagelen bir şey bu aslında. Ben de yapıyorumdur belki kimi zaman farkında olmadan... Olur ya..

Bir olay yoksa ortada
neden yazıyorum şimdi di mi...

Geçtiğimiz hafta boyunca olanlar hep "insanlık" irdelemesine iteledi beni de
o yüzden

Terör olayları
Yok yere hiç uğruna yok olup giden onlarca masum genç
Deprem
yıkılan evlerin altında ebediyete karışan ruhlar..
falan derken

insanoğlunun günlük hayat akışındaki anlamsız kaprisleri
şimdi canım cicim bitanemken
erteri gün yüz çevirmeleri yok farz etmeleri
basit basit kimi konuları trajediye dönüştürmeleri
falan

öyle zavallıca göründü ki gözüme...

Hani zaten farkındaydım insan ilişkilerinin anlamak konusunda bir sorunum olduğunun da
altını kalınca çizdim yine..

muhtemelen terslik bende..
Herkes eğri ben doğru olacak değilim ya

şükür ki ben kadar eğri birkaç kişi var hayatımda.. her daim oracıkta kalacaklarına emin olduğum...

hani en sevdiğim atasözüdür anmadan geçmeyeyim ki
"sel gider kum kalır"

salut kalan kum tanelerime :))

şimdi "insan"lık can çekişirken orda burda...
kimine kurşun sıkılırken... bomba atılırken
kimi sözde -doğal- aftelerde çürük çarık binalar altında can verir, can çekişirken
basit "sosyal analizler"* ile benden gidenlerime ise
haliyle
güle güle ;)

hani pek meşhur bir lafım vardır
tanıyanlar iyi bilir
"çok da PİLİ PİLİ"




dipteki not:
sosyal analiz: Karanlık oda derslerim sonucu tanışıp, tanışmaktan çok mutlu olduğum, kum tanesi olmaya kuvvetli aday Yeşim jargonundan zevkle ithal ettiğimiz bir kelime olup "dedikodu" sözcüğü yerine kullanılmaktadır efenim :)))

21 Ekim 2011 Cuma

Bir Cümle...

İmlası bozuk bir cümleyiz seninle...

Öznesi gizli, yüklemi yanlış yerde...

Olur olmaz yerlerden virgüllü...

Nesnesi eksik, zamiri meçhul, sıfatı belirsiz tamlama...

Noktası kayıp

Buna sebep bitmek bilmeyen bir cümleyiz seninle

Basit bir cümle;
imlası bozuk
ama sayfalar dolusu sürüp giden biteviye.....

19 Ekim 2011 Çarşamba

söyleyecek söz kalmaz bazen..(26 şehit ve onlarca yaralı erin ardından...)

Doğrudur yıldırımın düştüğü,


yağdığı yağmurun,

bulutların rüzgarla sökün ettiği.

Ama savaş öyle değil,

savaş rüzgarla gelmez;

... Onu bulup getiren insanlardır.

Duman tüten topraktan bahar boyunca,

dökülüp yükselir birden gökyüzü.

Ama barış ağaç değil,

ot değil ki yeşersin:

Sen istersen olur barış,

istersen çiçeklenir.



Bertolt BRECHT

18 Ekim 2011 Salı

Lodos'a

Yağmur komünisttir; çünkü herkese eşit yağar.
Rüzgar ise kapitalisttir zayıf olanı yıkar
 
demiş
 
Ernesto Che Guevara


Lodos....
 
şükür ki "güçlü"yüm ben
 
boşuna bu çaba
yıkamazsın..
hiç uğraşma.....

14 Ekim 2011 Cuma

biraz kırgınım çocuk...

Biraz kırgınım bu aralar çocuk... canımı yakıyorsun..

zamanıymış, altılık oldunuz mu erkekseniz babanızdan kızsanız annenizden nefret eder imişsiniz... bir yandan da çok sevdiğin birisinden nefret etmek de sinirli yapar imiş sizi...

eh bir de okul elbette..

yok kolay demiyorum çocuk, bilakis biliyorum ne denli zor olduğunu ya yine de canımı yakıyorsun ya.. kırılmadan edemiyorum ki..
doğdun doğalı şimdilerde olduğunca didişmedik seninle fark ediyor musun bilmem ki çocuk...
ne zor şey şu annelik bilsen; olunca anlayacaksın derdi annem, çok klişe gelirdi
doğru imiş...
bazı bazı çocuk yüzünde, bakışlarında kocaman bir kadın görüyorum, öyle olgun.. hayretlere düşüyorum o anlarda.. ne zaman büyüdün bu kadar demek bir yana
sen ne zaman tanıdın hayatı diyesim var çocuk
öyle anlarda
öyle anlamlı ki bu -kadın- bakışlar..
ama bu aralar
biraz kırgınım çocuk...
kırılmamak lazımmış, doğalmış..
kırılmamalıyım belki
ama kırgınım çocuk
bağışla..
seninle eksik parçamı tamamlamış hissettim ben doğduğun gün.. o gün bugün öyle yer ettin ki içime.. öyle cuk oturdun ki eksik köşelerime
şimdi beni reddedip didişiyorsun ya
kırgınım elimde değil çocuk
bağışla...

öyle güzel
öyle özelsin ki çocuk..
kırgınlıklarım bile uzun süremiyor aslında işte konu sen olunca..
büyümek böyle birşey işte, anlamıyor değilim seni..
şaşırmıyorum reddetmene otoritemi..
özgür ruhsun sen biliyorum
biliyorum çünkü öylesi bensin ki..
kızgınlıklarım da
kırgınlıklarım da
uzun süremiyor ki sana..
evladım olman baş sebep elbette ya o bir yana
o kadar bensin ki çocuk...
zaman tünelinden geriye gitmişim de kendimle başbaşaymışım hissine kapıldığım anlar oluyor seninle birebir paylaşımlarımız sırasında..
ah çocuk
öyle özel
öyle güzel
öyle iyikisin ki hayatımda

bak işte
kırgınlığımda böyle çocuk konu sen olunca
olup olacağı on dakika....

13 Ekim 2011 Perşembe

özledim lodos...

Canım Lodos,
Ruhunun en mahrem parçasını açtın sen bana.. Saklıyorum o parçayı avuçlarımda. Sımsıkı tutuyorum. Buna sebep sen ne kadar kaçsan da ne kadar sussan da nafile aslında...
Farkında mısın bilmem Lodos.. Başbaşayken sensin sen -hani başka tenlerler tenteneyken nasılsın elbette bilemem- Benim bildiğim teninden tenime akan enerjiyi biriktirdiğimde hissettiklerim ve bunu bil(ebil)iyor oluşuma an be an şükredişim... Hani çok yok teninin tenime değmişliği bir elin on parmağını geçmez sayı... Ama rakamların ne önemi var ki yaşananlarla kıyaslandığında...

Özlemek de kötü değil Lodos... Eninde sonunda uzun zaman alsa da biliyorsan kavuşacağını.. Kavuşma anı üç-beş dakika olacakmış ne gam...
Şimdi tüttün burnumda Lodos... Mis gibi kokun dans ediyor etrafımda.. Hani o burnumu gömdüğüm gizli köşe var ya boynunda.. işte tam da oradayken içime dolan koku bu etrafımda dans eden...
Özledim Lodos
Hadi es.....

olur ya....

Uçsuz bucaksız denizlere dalmak bazen
Sıra sıra dağlara vurmak..
Kapa kapa bulutlarla uçmak ya da...

"Olmaz" diyorlar...
"Olmaz"
olmaz ama..

dalar
vurur
uçarız belki bir gün
olur ya....

12 Ekim 2011 Çarşamba

karabatak...

"Dalar gider, gözleri büyür de


Ilık yaz akşamlarını hatırlar

Avuçları hafif terli yanakları al al

Bomboş uzanan denizin üstünde

Aç bir karabatak dalar çıkar "

... necati cumalı




10 Ekim 2011 Pazartesi

güz gider bahar gelir...


"Güz ağaçları soyuyorken yapraklarından

tepeden tırnağa sana giyinen ruhumu da soysa ya ebediyen"

dedi kadın

"bahar gelir yeni yapraklar giydirir ağaçlara"

dedi adam

...

..

.

sustu kadın.....


bir bisikletin vardı...


küçüktüm "aşk"ı bilmezdim...
bir bisikletin vardı
en güzelinden
binişine özenirdim..
seni gün boyu bisikletinin üzerinde izlerdim..
küçüktüm "aşk"ı bilemezdim
ne yapsan
özenirdim...
bir bisikletin vardı
en güzel modeldendi
tek sende vardı
tüm mahalle kıskanırdı
ben hiç kıskanmadım
küçüktüm "aşk"ı bilmezdim...
büyüdüm
"aşk"ı öğrendim
en temiziymış meğer küçükken sana hissettiğim
anladım..

nerdesin
şimdilerde
kimbilir..

belki aileni alıp yanına
hafta sonu kaçamaklarında
hâlâ biniyorsun bisiklete
olur ya...

küçüktüm "aşk"ı bilmezdim..
bir bisikletin vardı
çok güzel binerdin..
kıskanırdı bütün mahalleli
ben gurur duyardım

sen öyle güzel binerdin ki
senin binişin gibi olmazdı
buna sebep ben hiç denemedim
sen öyle güzel binerdin ki
biliyor musun
ben ömrüm boyu
hiç bisiklete binmedim...

nkt

Şef, Jonathan Morton yönetimindeki City Of London Senfoni Orkestrası eşliğinde Şefika Kutluer

II: Uluslararası Şefika Kutluer Festivali kapsamında Cumartesi akşamı
Şef, Jonathan Morton yönetimindeki City Of London Senfoni Orkestrası eşliğinde Şefika Kutluer'in flüt konseri vardı Resim Heykel Müzesinde

Derindenizbalığımcım 'da bilet varmış dört tane. İlaç gibi geldi...Bizim minik latinayı babasıyla başbaşa bırakıp firar ettim. Emel Ablam, Ayşe, Olga ve ben gittik son dakika Kerem beyciiim de yetişti,
son dakika yetişip en öne kuruldu
oda ayrı tabi :)

bu flüt ne büyülü bir sestir yahu.. İnsanı alıp sürüklüyor prenseslerin gerçek olduğu zamanlara adeta..


City Of London Senfoni Orkestrası da konuşturdu sanki enstrümanları








ama her şey bir yana
izninizle

Şef Jonathan Morton'u

tek geçeceğim
o nasıl bir karizmadır yahu..
hanımlar olarak direk şahsına kilitlendik yani ;)

keman solosunda bir an dedim ki

sanırım bu keman canlı... enstrümana can vermek deyimi budur hani...




Gecenin süprizi Londra'dan gelen konukların çağrıştırdıklarından yola çıkarak Beatles'dan Imagine'ın flüt ve oda orkestrasına uyarlanmış hali idi ki gerçekten nefisti...
müzik hakikaten evrensel

bir de süpürge gibi, insanın ruhuna yığılan tortuları süpüren... ne kadar ihtiyacım varmış böyle bir temizliğe ruhumda meğerse...
Ayşecanım yeniden teşekkürler bu vesileyle :))


Konser sonrası dedik yahu bu saatte eve mi gidilir napalım napalım. Kerem beyciim açım deyince dedik hem yenir hem içilir bir Ankara klasiğidir Kıtır yapalım. Hoop Tunalı'ya
biraları yuvarlamaca
sohbet
muhabbet





evin yolunu bulduğumuzda geceyarısını geçmişti zaman..

daha sık yapalım dedik..
sezonu açtık
hadi bakalım...

Dipteki Notlar: Bu güzel akşamın biletleri için Ayşe'ye
Güzel kareleri için Olga'ya (Olga'lı kare için Emel Abla'ya) teşekkürler..

Emel Abla'mın benim ruhuma iyi gelen yanına da ayrıca sonsuz teşekkür, bana çok ciddi dert görünen konuları öylesi kolayca çözüme kavuşturuyor ki sıradan bir sohbeti bile acayip doping bana.. Bu yüzden Emel Ablacım teşekkürler. :)

Kerem Beyciim üşenmeden ta evimize kadar bıraktığı için gecenin o saatinde teşekkürün âlâsını hak ediyor elbette:)

Depresif hissiyatıma sebep bu aralarki;; klasik bir kadın tavrı ile, saç rengimi bir ton açtık. Çok belli oluyor denemez, ama durum bu;  bir ton daha sarıya yakın saçım oldu artık ;)

dipteki notlar posttan uzun oldu neredeyse .))

yağmurlu hazan gecelerine en yaraşan; şiirden bulaşan hüzün....








YAĞMURLU BİR BAŞKENT GÜZ GECESİNDE












KÜÇÜK İSKENDER YARENLİK EDERSE YAZGÜNEŞİNE.....

9 Ekim 2011 Pazar

fısıldasam terse döner mi zaman?

Düşünüyorum da, zamanınızı yanıtı olmayan bilmeceler sorarak harcayacağınıza daha iyi amaçlar adına kullanabilirsiniz." dedi Alice.




"Eğer ki Zaman'ı benim kadar iyi tanımış olsaydınız" diye yanıtladı Şapkacı, "O'ndan harcanabilen bir nesne olarak değil, bir kişi gibi bahsederdiniz."



"Ne dediğinizi anlamıyorum." diye söylendi Alice.



"Elbette ki anlamıyorsunuz!" diye baş salladı Şapkacı kibirli bir tavırla. "Öyle tahmin ederim ki, Zaman'la bir kez olsun konuşmamışsınızdır bile."



"Zannedersem hayır" diye yanıtladı Alice tedbirle. Ancak müzik dinlerken ne kadar zaman aralıklarıyla tempo tutulması gerektiğini biliyorum."



"Ya, işte şimdi anlaşıldı." dedi Şapkacı. "Zamanın temposu tutulmaz. Oysa O'nunla iyi geçinmeyi bir öğrenebilseniz, saati hep sizin keyfinize göre işletir. Söz gelişi sabahleyin saat dokuzda, tam derslere başlama vakti, ona şöyle bir fısıldadınız mı, gözünüzü açıp kapayana kadar fırt diye döner, bir de bakarsınız saat 13.30 olmuş, tam yemek vakti!".


Alice Harikalar Diyarı'nda, Lewis Caroll, Bölüm 7


BÖYLE DİYORDU ŞAPKACI ALİS'E
SAATE FISILDA VE ÖĞLEN OLSUN..
PEKİ
BİR YOLU VAR MI GERİ DÖNDÜRMENİN..
FISILDASAM USULDAN TERSE DÖNER Mİ SAAT KADRANI;?


Neden?

Lodos; insanoğlunun aslında sol yanıyla değil, kıvrımlı gri hücreleriyle sevdiği gerçeğini sen öğrettin bana...
peki şimdi -giderken- biterken ben
söyler misin neden
kağıt kesiği gibi
gözle görülmez lâkin
ince ince, derin derin
sızlıyor yüreğim?....













dipteki not: modelim Elif'e teşekkürlerimle...

bu aşk burda biter ve ben çeker giderim....

AŞK BİTER
DÜŞER YAPRAK


AŞK BİTER
SOLAR SAZLAR


AŞK BİTER
GİDER KUŞLAR


AŞK BİTER
ÖLÜR GÜLLER

7 Ekim 2011 Cuma

varla yok arası bir peri...


kırılgan sevmişti kadın usuldan incitmekten korkarak...


hoyrat bakmıştı adam uzaktan.. yok saymıştı görmezden gelmişti... yanına yaklaştırmayarak...

bir gün

varla yok arası bir peri misali.. açmıştı kadın kanatlarını

uçup gitmişti

ardında tek zerre bırakmayarak...

6 Ekim 2011 Perşembe

Sahipsiz sana kurduğum cümleler...

Hor görüyor yok sayıyorsun
Sırf seviyorum diye... sırf sevdiğimi söylüyorum diye..

sana kurduğum cümleler asılı kalıyor atmosferde.. salınıyorlar sağa sola sahipsizce...
başkalarınca sarfedilen her kelimeye verilecek cümlelerce yanıtın varken, onca cümleme yok tek kelimen bile...
sırf seviyorum
sırf sevdiğimi dürüstçe söylüyorum diye

sana duyulan sevginin ne denli eşsiz olduğunu göz ardı etmeyi tercih ediyorsun.. -eşsizliği benim sevdam diye değil hayır...
her sevda eşsizdir diye..
her sevda değerlidir, kıymetlidir... sevene...-

sen benimkini hor görüyorsun
sırf açık kalplilikle itiraf ediyorum diye...

sana yönelttiğim cümlelerim asılı kalıyor atmosferde
sahipsizce

zamanı geldi belki de...
önce zaptetmeyi öğrenmeli sana sarf olmaya heyecanlı kelimeleri içimde..
sonra
usulca toparlamaya başlamalı boşlukta kalakalıveren sahiplenilmeyen sözcüklerimi geri heybeme...

vakitlerden gitme vakti belki de..
düşüp "istenmediğin yerden uzaklaş" diyen sesin peşine..

bir anlık cesarete amade....

Fotoğraf Notları - Jale N. Erzen


"Sanatın başladığı yerde artık bütün teknik ve estetik, yani biçimsel kaygılar birer refleks halini almış, yerini sanatçının özgün ifadesini biçimlendiren özel kaygılara bırakmıştır." (s. 8)

"fotoğraf, ışık düzenine göre içinde hareket ettiğimiz sabit bir kurgu olarak zaman ve mekânı tekrar yaratan bir sanattır. Fakat, resim ya da çizimden ve diğer görsel sanatlardan farkı burada imgenin belirli bir zamanda yaşamış ya da var olmuş olduğudur. . Fotoğraf ile gerçeğin görüntüsü, gerçeğin oluştuğu yer bütün çevresi ile birlikte tekrardan yaşamaktadır. Çok önce yok olmuş olan bir yer tekrar şimdi ve buradadır, tekrar yaşama dönmektedir. Öte yandan, bu çok yerde ve çok zamanda olabilme yerin gerçekliğini bir şekilde yok etmektedir. Tekrardan yaratma bir şekilde tahrip ve yok etme olmaktadır. Fotoğrafın büyük çelişkisi de burada yatar. Bu açıdan bakıldığında fotoğraf sanki bir ölüm belgesidir." (s. 12)

"Fotoğrafı resim ve çizimden ayıran önemli bir unsur, her zaman, ister fotoğrafçı tarafından kurgulanmış isterse doğal olarak var olmuş olsun, makinenin karşısında gerçekten var olan bir şeyi göstermesidir." (s. 13)

"fotoğraf ne derece mekanik bir imge olsa da bir şekilde nostaljik ve anılarla ilgili niteliğini korumaktadır. hem zamanı dondurmakta ve zamana karşı gelmekte, ama aynı zamanda da hemen geçmişe ait bir şey haline dönüşmektedir."  (s. 13-14)

"Fotoğrafta anlamın eklemlendirilmesi fotoğrafta gördüğümüz şeyin ve yerin bir zamanlar gerçekten var olan bir yer ya da nesne olması ile yakından ilişkilidir. Yine de gerçekte her şey geçici olduğu için o an var olanı saptayan fotoğraf görüntüsü aynı zamanda düşseldir, zira onu izlediğimizde artık böyle bir olgu yoktur." (s. 16)

"Fotoğraf makinesi yorumlamaz ama bir ortamdan bir diğer ortama taşıyarak dönüştürür. Bu dönüştürme sanatçını ya da diğer görsel sanatlarla uğraşanların yarattığından farklı bir düzen yaratmaktadır, temel olarak, bu yalnızca fotoğraf makinasının gözü ile kurulabilecek mekânsal bir düzendir." (s. 17)

"Fotoğraf makinesi ile oluşan önemli bir gerçek imgenin çoğaltılabilmesi ve birçok yerde aynı anda bulunabilmesidir." (s. 19)

"fotoğraf bizim dünyamıza tamamen başka dünyalardan bilmediğimiz şeyleri dolaysız olarak getirebilmektedir. Ve dünya bilincimizi zenginleştirebilmektedir." (s. 19)

"Fotoğrafta yadsıyamayacağımız şeylerden biri, fotoğrafçı makinesini ya da imgeyi kontrol etmek istemese de, bu işi ne denli fotoğraf makinesine bıraksa da, ortaya çıkan imgenin, tuhaf bir şekilde yine onun bakış açısını yansıtacağıdır. Bundan dolayı fotoğraf makinesi aslında sanatçının kendini gerçekleştirmesi için bir araçtır.
...
'sanat yapmakta değil görmektedir' Marcel Duchamp" (s. 20)

"Bugün fotoğraf ve sanat ilişkisinin en önemli yönlerinden biri, sanat eserlerinin çoğunu artık fotoğraf yoluyla bilmemizdir. Resim hakkındaki bir çok kavram ve düşüncemiz fotoğrafın aracılığı ile oluşmaktadır. Sanatın ve mimarinin bize sunulduğu alan genellikle fotoğraf olmaktadır.
...
Fotoğraf bütün sanatları bir şekilde tekrardan  biçimlendirmiştir. Sanat giderek kendi kendinin bir kopyası ya da bir imgesi haline gelmiştir. Bu nedenle de duyumsal ve fiziksel gerçekliği büyük ölçüde kaybolmuştur. Fotoğraf ise genel olarak sanatsal bir imge haline gelmiştir. Ama şöyle bir genelleme de yapılabilir: Bugünün dünyasında hemen hemen her şey bir imge ya da yüzey üzerinde bir izdir." (s. 20-21)

"Biçim dediğimiz vakit, fotoğraf üzerinde gördüğümüz nesnelerin mekân içindeki yerleri ve mekân içinde kütlelerinin yayılımı, mekânın bu nesnelere göre uzantısı, sınırları, yaygınlığı ve de bütün bunların yanılsamalı algılamaları akla gelir: yani, fotoğrafın iki boyutlu kağıdı üzerinde gördüğümüz üç boyutlu imgeler yanılsaması." (s. 24)

"Işık mekândaki çeşitli nesneler üzerinde dağılarak aralarındaki sınırları ve ayrımları yok eder; bazı nesneleri birbiri ile birleştirirken bazı nesnelerin herhangi bir kısmını ışıklandırarak soyut bir tasarım yaratır." (s. 25)

"fotoğraf makinesinin sihirli tarafı, onu tutana her zaman birinci derecede kendini ifade etme şansını tanımasıdır. Elimizde fotoğraf makinesi gibi tarafsız bir makine olsa da gerçeği 'olduğu gibi' görmek diye bir şey yoktur. Ona bakmak için durduğumuz yer ve yönümüz dahi bir 'öznellik' sergiler" (s. 29)

"Fotoğrafta yüzey ya da resim yüzeyi asıl gerçekliktir ve mekân, ufka doğru tünel gibi bir çizgisellik üzerinde ilerlemez, daha çok arka arkaya sıralanmış derinlik yüzeylerinden oluşur." (s. 35)

"Portre kişiliğin temsilidir. Öykü ise katılabileceğimiz ve önümüzde geliştikçe yakınlığımızın artıığı bir sürecin temsilidir. İmge yaratma tarihinde -ister resim ister fotoğraf olsun-  bu iki tür yarattıkları katılım gücü dolayısıyla  izleyici ile özel bir ilişki kurarlar.

Bir tasvir türü olarak portre laik toplumlarda gelişmiştir.; birey otonom, özgür ve tümüyle tanımlanamayan biri olarak görülür ve imgeler onun saklı nitelikleri ve gizilgüçlerini simge ve biçimlerle açığa çıkarmaya çalışır. Portre resminin bir yerde fotoğraf ve resmin birbirine en fazla yaklaştığı tür olduğunu söyleyebiliriz." (s. 37)

"Gerek fotoğraf gerekse resimde imge yaratma tarihi, belirli bir nesnenin toplumda nasıl değerlendirildiğinin göstergesidir. Rönesanstan başlayarak fotoğrafın gelişimine kadar portre sanatı bize insanın, kadın erkek ve çocuğun toplumda nasıl bir değeri olduğunu gösterdi. Aslında, kişiliği yakalamaya çalışan bir ifade aracı olarak portre öncelikle Roma resimlerinde ve heykellerinde ortaya çıkar. Yunan sanatı, en samimi ifadelerinde bile idealize edip insanı olması gerektiği gibi gösterirken, Roma sanatındaki keskin gerçeklik ve nesnellik arayışının toplumsal normlarla ilgili olduğu söylenebilir." (s. 39)

"İnsan kafası -portre- bir insanın dünyayı nasıl algıladığı ve değerlendirdiğinin, kendisi ve başkaları için ne ifade ettiğinin bir dışavurumudur. Öte yandan portre dolayısı ile sanatçı, karşısında oturan kişi ile bir yakınlık kurar, onun iç dünyasına nüfuz eder. Bu açıdan portre her an yaşayan bir şeydir. Bundan başka portre aynı zamanda bir ikondur. Fotoğrafta ise bu yakın ilişki bazen nazik bir dengededir. Zira fotoğrafta farkında olduğumuz zaman sadece bir ana indirgenmiş olabilir. Geçicidir. Biz de gördüğümüz ile ilişkimizin bu kadar geçici olduğunu, olabildiğini hissederiz. (s. 40)

"Kişinin imgeleminde eşsiz bir anı yakalasa da ideal bir betimleme olduğu düşünüldüğü için portrenin nerdeyse bir ikon vazifesi gördüğü inancı hâkimdi. Portre bir yerde gerçek insanın bir tekrarı idi. Her portre ne derecede 'izlenimci' olursa olsun, kişinin geçici an ötesindeki özünün yakalamayı iddia eder. Yani görünenin ötesine geçer." (s. 42)

"Portre fotoğrafının resim ikonik karakterini kaybederken resimde başlayana uzun bir geçmişi olduğunu söyleyebiliriz. "(s. 44)

"Amerikan fotoğrafçıları Dianne Arbus, Cindy Sherman ya da  Robert Mapplethorpe korkulacak kadar gerçek ve de açıklanamayan ile yapaylık arasındaki gerilimli alanda çalışmışlarıdr. Genç yaşta ölen Dianne Arbus'un resimlerinde marjinal ve olağandışına sanki kendi olağandışılığımızı görür gibi yaklaşırız; onun çektiği en olağan resimde bile alışılmadık ve korkutucu bir yan vardır ama Arbus bunu sanki en doğal görüntüymüş gibi sunar. Kadınlığının kimliğini araştıran Cindy Sherman'a gelince, kimlik arayışına karşın yapaylık ve görüntünün yüzeyselliği ön plana çıkar. Öte yandan Mapplethorpe mükemmel tekniği ve biçimciliği ile her şeyi seyredilecek bir nesne haline sokar; bütün resimlerinde konu ne olursa olsun, kişiliğin ötesine geçer, Maddenin sihrine kapılırız. Cindy Sherman'ın 1990'lar sonunda plastik mankenler ve korkutucu kadın görüntüleri ile kurguladığı kompozisyonlarda, Dianne Arbus'un tuhaf insanlarında ve Mapplethorpe'un analitik yakın çekimlerinde insana acımasız bir yaklaşım vardır." (s. 49)

"Hayret edilecek bir şekilde portre sanatı bizi karşımızdaki insana yaklaştırmakta ve o insana uzak çağlardan ve kültürlerden bize bakma imkanı vermektedir." (s. 50)

"Sanat ve edebiyatta doğanın ve çevrenin temsili aynı zamanda insanların, kendilerini çevreleyen dünya içinde nasıl göründüklerinin de tanımı olmuştur." (s. 50)

"Her ne kadar fotoğraf makinesi karanlık odadan gelişti ise de fotoğraftaki mekân tamamen perspektif bir mekân değildir. Öte yandan fotoğraf makinesi bize nesnelliğin bütünüyle mümkün olmadığını da göstermiştir. Görüyoruz ki aynı konuyu, aynı mesafeden aynı türde fotoğraf makinesi kullanarak 10 farklı kişi çekse herbirinin fotoğrafı farklı olacaktır. Teknik bir alet olan fotoğraf bize nesnelliğin temel zorluğunu ve gözün önyargısız bakışının imkansız olduğunu göstermiştir. Onun için doğanın karşısında çalışan bütün sanatçılar ya da doğayı anlamaya çalışan bütün kültürler ve çağlar ona farklı kimlikler ve anlamlar yüklemişlerdir." (s. 55)

"Doğa fotoğrafları genellikle daha büyük bir bütünün parçaları gibi algılanıyor. Bu, fotoğrafta her zaman her şey çerçeve dışında kaldığı için olabilir. Aynı zamanda fotoğrafta doğayı kademe kademe ve bir sistem içinde sunmak hemen hemen imkânsızdır; doğa sanki teslimiyete sığmayan bir şeydir. Eğer bu kademelemeyi simetri ile yakalamak isterse sanatçı yapay bir düzen oluşturmaktadır. Belki de doğayı imge haline sokmak hakikaten imkânsızdır. Doğanın anlamı çoğulun bütünlüğü ise, tek bir imge doğayı tanıtmak için yetersizdir. Onun için gerçekte, ne resimde ne de fotoğrafta doğayı yakalamak imkânsızdır. En iyi doğa fotoğrafları bir imge değil, birer ikondurlar. Belki de yalnızca bir gölge."(s. 57)

"Fotoğraf bize yaşanan anı dondurarak sunan bir sanattır. Ama görüntülerde, bir takım imalarla geçmişi ya da geleceği de duyumsamak mümkün." (s. 73)

"Bütün sanatsal ifadelerde olduğu gibi fotoğrafta da yaratma sürecinin nerede bittiği ancak sanatçının kendi yetenek ve görüş zenginliğine göre karar verebileceği bir şey." (s. 74)

"Bütün sanatlar gibi fotoğraf da birçok açıdan ele alınabilir. İyi bir fotoğraf çekebilmek için kesin koşullar yoktur." (s. 74)

5 Ekim 2011 Çarşamba

Tadım tuzum yok bugün...

Canım Poyraz,

Keyfim yok bugün... Öylece oturayım; gözlerimi dikeyim pencereden dışarı dalıp gideyim, baktıkça bakayım istiyorum. En fazla bir sıcak çay alamaya kalkarım belki yerimden... O da belki....

Tembel miyim ben? Bazen düşünüyorum bunu Poyraz. Bazen diyorum ki, hakikaten serde tembellik var... Ama değil aslında... Hani yapılacak etkinlik benim içimi kıpırdatacak bir şeyse herkesten canlı-heyecanlı ruhum aslında... Ama bugün..
Bugün kolumu kıpırdatayım istemiyorum...

Havalar da erken soğudu bu sene... Kışı sevmiyorum aslında.. Camdan bakarken güzel kış bana sadece... Sıcakta olacağım ben..
Ne büyük ironi..
Soğuktan gelenken sen..
Kışı sevmemek
Tuhaf...

Ama zaten şu 'aşk' denen.. hepten tuhaf değil mi?

Bulaştı mı insanın eline yüzüne, sıvaştı mı ruhuna.. temizle temizleyebilirsen işte..
Bir de temizlemeyi istemek - istememek mevzuu var..
Ben istiyor muyum ruhumu senden arıtmayı? Çok sordum bu soruyu kendime Poyraz... Hiç bulamadım yanıtı
Yanıt aramak anlamsız belki..
Herhangi bir yanıtı yok belki de .. Senden arıtsam ruhumu unutur giderim seni ve biriktirdiklerimi.. Bakma ufacık bir balık olduğuma; büyük büyük denizlerde korkusuzca yüzerim ben..
cesurdur
delidir ruhum ya

konu 'aşk' olunca
korkuyorum Poyraz

Aşktan mı?
hadi yapmaa.
güldürme beni, korkulur mu aşktan...
acıtsa da yüzmedim mi peşinden bunca zaman
unutmaktan korkuyorum Poyraz
seni, birikenleri, sevgiyi unutmaktan..

neyse...
Tadım tuzum yok
Aldırma bugünlük bana..

Ben cam önünde oturup dalacağım dışarıya
ama sen?
sen es Poyraz
durma...

balığın...



dipteki not: Modelim Ayşe Keskalan'a teşekkürlerimle...

3 Ekim 2011 Pazartesi

Balık'ın Poyraza Aşkı...

Kuzeyin oğluydun... Poyrazdın... bir eserdin köpük köpük-dalga dalga ederdin evimi buz gibi..
ben?
ben koca denizde.. bir küçük balık...
hayallerime oturtmuştum seni.., ulaşılmazımdın.. bilirdim.. lâkin vazgeçilmezimdin de...
hiç vazgeçmedim...
öyle güzeldin ki.. doyamazdım bakmaya üşütsen de içimi...bir yanın bir yerden ısıtırdı; nasıl becerirdin bilmem ama.. ısıtırdın işte...
kuzeyden eserdin
Poyrazdın....
Afroditle Teomanın oğlu...
güzel adamdın...
halâ öylesin
çok sevdim
hiç vazgeçmedim....
Poyraz
Es hadi....

Fotoğraf Sanatı Üzerine - Tekin Ertuğ

"Hiçbir tanım tanımlanan için son ve tek tanım değildir. 'Son' ve 'tek' olmak, hayatın 'sonsuzluğu', ufkun 'dipsizliği' düş ve düşüncenin 'derinliğiyle' çelişir. Zaten her 'doğru' o konudaki bir önceki doğrunun eksiği üstünde yükselmez mi? Ne 'elma'nın tanımını tamamlamıştır insanoğlu , ne 'aşk'ın, 'bulut'un,' arı'nın, 'kan'ın,'kuş'un, 'düş'ün, 'karınca'nın... Yorumladığı gerçekliğe denk düşen her yeni tanım, o gerçekliği daha boyutlu anlaşılır kılar. Gerçek bilim adamının ve gerçek sanatçının yaptığı da budur - Nihat Behram" (s. 15)



"Her fotoğrafın aynı zamanda okunabilir bir metin olduğu gözden uzak tutulmamalıdır."" (s. 16)



"sadece fotoğraftan anladığını ya da sadece fotoğrafla ilgilendiğini söyleyen insan aslında hiçbir şeyden anlamıyor demektir. - {İlker Maga}şeklindeki sert sayılabilecek ifadeye, ...'Fotoğrafçılar filozof değil belki, ama fikirsiz, felsefesiz fotoğrafçı olunamıyor... {İlker Maga}şeklinde son derece haklı daha yumuşak yeni bir ifade ilave edildiğinde, itiraz edebilecek bir şey kalmaz doğal olarak. "... sanıyoruz ki bilgi çağında olduğumuz için her şeyi biliyoruz. Yanlış. Bir şey bildiğimiz yok... Ortada dolaşan bir şeyler var, evet, ama bunların hiçbirine bilgi diyemeyiz... Bunlara 'malumat' (enformasyon) diyeceğim. İçinde yaşadığımız çağ 'malumat' çağı, çünkü ona erişmek çok kolay. {Emrah Aydınonat}... enformasyon çerçevesinde yapılan bir çözümlemenin bir sanat yapıtının değerini belirleme sorusunu çözeceğine inanmak da safça bir davranış olur. {Umberto Eco}" (s. 18-19)



"Yazar, okurdan önce okur olmayı bilendir ediğinde Tarık Dursun K.; fotoğrafçının asla kendisini muaf tutmayacağı olmazsa olmaz bir şeyden söz eder ve entelektüel altyapının oluşmasına giden yegâne yolun okumaktan geçtiğine işaret eder." (s. 19)



"Eleştiri farklı bir birikim, yetişim, bakış ve derinlik gerektiren bir uğraş'tır - İnci Aral" (s. 20)



"Heraklitos'a göre, karşıtlar arasındaki çatışma, tüm varlıkların temelini oluşturmaktadır." (s. 35)



"Özeleştiri!

Bireyin kendi davranışlarına, tutumuna, yaklaşımlarına yönelik eleştirel değerlendirmesidir bu. Buna cesaret göstermesidir aslında. çünkü eleştiri hayli yaygın görünür de, özeleştiriye pek yer vermeyiz yaşamımızda. Bireyin varsa, yapıtlarını ve kaleme aldığı metinleri açık kalplilikle, başkalarına ait metinleri ve yapıtları hangi çerçevede kritik ediyorsa, aynı çerçeveden kritik etme cesareti göstermesidir. gereğinde içinde 'özür' de barındırabilir bir özeleştiri metni. Ancak, özeleştiri metnini bir 'özür' belirtme- dileme metni olarak görmek algı hatasından başka bir şey değildir. 'Öz'e yani 'kendine' yöneltilen eleştiridir.



Yapıtlarınızı 'deneme'lerinizi, 'makale'lerinizi, ... bir kez daha yeni bilgiler ve koşulları ışığında gözden geçirip, eleştiri mekanizmasının sert ama yenileyici, geliştirici, yükseltici çarklarına teslim etmenizdir. Sizin kendinizi, yapıtlarınızı, yazılarınızı ve elbette ki eleştiri metinlerinizi bizatihi kendinizin masaya yatırıp üzerine söz söylemeniz, öz portre yapmanız nasıl karşılık geliyorsa; eleştiri yapmanıza, eş ölçüde özeleştiri yapmanız karşılık gelecektir. özportrenizi yaptığınız gibi özeleştirinizi de yapabilme mahareti göstermenizdir. Ama samimiyetle, ama tarafsız bir bakışla kritik etmek yerine, 'methiye'ler dizme hatasına düşmeksizin. Özportre yaparken bireyin, olmadık şekilde, gerçeği öteleyip kendisini çağının en parlak şahsiyeti olarak ortaya koyma eğilimi ne denli ağır basar ise, özeleştiri de kendisine methiyeler dizme, olumsuzlukları gösterirken bile bunların aslında masum olduklarını kanıtlama eğilimi ağır basacaktır. İşte meselenin özü, bireyin tümüyle, onulmaz gibi görünen bu engeli aşma cesareti gösterebilmesinde saklıdır." (s. 35-36)



"Her fotoğrafçı, fotoğraf sanatının kendisine sağladığı geniş olanaklardan ancak kendi yaratıcılığı ölçüsünde yararlanabilir. yaratım sürecinde olmazsa olmaz denebilecek derecede önemli tek ve anlamlı şey ise, sanat insanının 'özgür irade'sidir. Ne var ki sanat insanı da, özgür iradesinin alanını daraltma eğilimindeki bazı değerlere bağlılık göstererek, endişeye kapılarak, kuşku duyarak, ... vs. yaratıcı gücünü sınırlamak durumunda kalmıyorsa bu olanağı elde edebilir ancak.



Özgür düşünebildiğinde, iradesine müdahaleyi kabul etmediğinde yaratıcı gücünün sınırlarını sonuna kadar zorlayabilir ancak fotoğrafçı da. Eserlerinde yer vereceği renklere, tonlara, çizgilere, desenlere, lekelere, ölçülere, nesnelere, biçime, ışığa kimsenin müdahale etme hakkı bulunmadığı gibi, seçeceği konulara da söz söyleme hakkı olmamalıdır kimsenin." (s. 41)



"Bir sanat insanı, kendi benliğinde sürekli yüksek harlı bir tutuşma hali yaşatan duyarlılıklarının coşkusu-eziyeti-gerilimi ve bunalımıyla mahvolur çoğunlukla. Bu bunalımlardır, onları akıl almaz dâhiyane eserler oluşturmaya iten, hayatlarının çekilmez hale gelmesine yol açıp mahveden. Böyle bir haldir sanat insanının zihninin çarklarını ergime noktasına taşıyan, uykularından edip yorgun düşüren, karamsar ve dalgın kılan, heyecanlarını ve enerjisini tüketen. Onu sıranın dışına itip uzaklaştıran veya yakınlaştıran, yalnız kalmanın buhranıyla örtüp agresifleştiren yahut sakinleştirip mülayim kılan, sessizleştiren veya bağırtan, bitap düşüren ya da enerjik kılan..., her ne varsa yaşanması mümkün görünen ; yaşamasını sağlayan veya yaşamasına izin vermeyen, bulanıklaştıran ya da berraklaştıran, ... hemen tümüdür burada sözünü etmeye çalıştığımız." (s. 42)



"Ne kadar hoş ki, geleneksel bazı kalıpları aşıp yaratıcı çalışmaları öncelemekte ısrarlı olan fotoğrafçılar var. Bu sözümüzden ötürü, geleneksel kalıplar içinde yapılan çalışmaları reddettiğimiz düşünülmemelidir. Her tür yaklaşımın ustaca yapılmış iyi örneklerine her zaman çok ihtiyaç olmuştur ve olmaya da devam edecektir." (s. 46)



"Sadece sanat yapıtı bağlamında olmak üzere; fotoğraf sanatçısı için anlamlı bir tek sınır vardır, o da yaratıcılığının belirlediği zorunlu sınırdır." (s.49)



"İnsan zekâ karşısında eğilir ama şefkat karşısında diz çöker - Voltaire" (s. 51)



"sonuna kadar vardırılmış her bilinç tehlikeli ve sağlıksızdır, çünkü ancak sonuna kadar gidilmediği için dayanılabilir hayata - Emil Michel Cioran" (s. 53)



"tarihe göz atıldığında, yaşamlarını intiharla noktalayan birçok yazar, düşünür, ressam, şair, edebiyatçı, müzisyen... olduğu görülecektir. Bunlardan bazıları; Ernest Hemingway, Gilles Deleuze, Jack London, Heinrich von Kleist, Jerzy Kosinski, Arthur Koestler, Stefan Zweig, Sadık Hidayet, Cesare Pavase, Sarah Kane, Alter Benjamin, Yukio Mişima, Virginia Woolf, Beşir Fuad, Vincent van Gogh, Ernst Ludwig Kirchner, Kay Sage, Jim Morrison, Kurt Cobain, Ian Curtis, Sylvia Plath, Gerard de Nerval, Vladimir Vladimiroviç Mayakovski, Attila Jozsef... Yaşamın bu kulvarında (sanat kulvarında) yürüyen insanlarda intihar oranının hayli yüksek oluşu, son derece önemli bir başka olguya, aşırı kırılganlığa delalet etmektedir belki de. Ama ne fark eder. Bu ve benzeri varsayımların / yorumların hiçbirisi, "intihar eylemini" geriye çekip, her şeyi eski haline ya da normale döndürmeyi başaramayacaktır." (s. 61-62)



"Bir fotoğraf ve onlarca söz...!

Her türlü eleştirel değerlendirmeye dahil edilebilir fotoğraf da, fotoğrafçı da. Çok şey söylenebilir ikisi için de. Ama öyle fotoğraflar vardır ki; adeta dile gelir, bilinmesi gerekenleri kulaklara fısıldar, söylenecek söz bırakmazlar kimseye." (s. 69)



"Bir fotoğrafçı için asıl büyük ödül yaptığı fotoğraftır. Ödül almak için değil eser vermek için (kendisi için) deklanşöre basmanın yarattığı heyecan kadar sarsıcı ve yaşattığı keyif kadar büyüleyici başka hiçbir şey yoktur." (s. 74)



"Güzel bir portre gerçekleştirmek, modelin iç duyarlılıklarını ortaya çıkartmak demektir - Edouart Boubat



'Portre' yapmak son derece zordur. Çünkü bir insanı tanıyabilmek, sanıldığı kadar kolay değildir. Parmak izlerindeki farklılık veya göz retinasındaki benzemezlik kadar, duygu ve düşün alanında her bir insan diğer insanlardan ayrı düşmektedir. İnsanın kendine has duyarlılıklarını fark edebilmek, zayıflıklarına tanık olmak, güçlü yanlarını sezinlemek tahminlerin çok ötesinde zordur. Kapalı bir kutudur insan. Bilinmezleri çok fazladır. Portre yapmak ne kadar zor ise, insanın kendi portresini (öz portre) yapması da bir o kadar zor ve hatta mucize gibidir.



Nasıl yapılır o halde portre?



Buna verilebilecek en kestirme yanıt şu olabilir: 'Önemli addedilebilecek bir özelliğinden ya da en önemli olduğu sanılan özelliğinden (baskın olan herhangi bir 'şey') ele alınabilir insan ve ondan yola çıkarak portresi yapılabilir. - Ebru Tekerek Ertuğ" (s. 82-83)



"düşünmek yaşama egemen olabilmek için yapabileceğimiz tek denemedir - Ece Temelkuran" (s. 86)



"hiçbir şey olanaksıza ulaşmaya çalışan, sonra da büyük bir yenilgiye uğrayan delice bir cesaretten daha perişan olamaz. İlk önce gurur gelir, dipten ve derinden; çılgınlığın içinde büyüyüp geliştiği zaman ona 'deha' diyebiliriz. - Sartre" (s. 88)



"bir insanın üç ayrı kişi tarafından yapılan portreleri, birbirlerinden çok farklıdır. Portre yapılırken, ne fotoğrafçı ne de model birbirlerinden ayrı veya biri diğerinden üstün düşünülemezler. Biri diğerinden daha önemli ya da önemsiz değildir.



Portre yapımının bir ayağı, portresi yapılacak kişi (model) ise, diğer ayağı da şüphesiz portreyi yapacak kişi (fotoğrafçı)dir.Biri üzerinde kafa yorarken, diğeri yok sayılırsa, ortaya konacak görüşler eksik kalacaktır. Bunlardan biri, 'yorumlanan' ise, diğeri 'yorumcu'dur. Fotoğrafçı konu aldığı her şeyi yorumlayan kişidir. Fotoğrafçı bir kişinin portrelerini yaparken, o kişiyi kendi analizlerine dayanarak, kendi yorumu doğrultusunda sunacaktır." (s. 89)



"Erdem bilgidir tümcesi Sokrates'in yinelemekten hiç usanmadığı bir tümcedir ve yinelemekte de yerden göğe kadar hakkı vardır." (s. 89)



"Bilgi en önemli hazinedir herkes için. Bilgi bir fotoğrafçıyı geliştirir ve adım adım yukarı doğru taşır. B,ilgilerini arttırarak, donanımı zenginleştirir ve böylece kendine özgü bir üslup geliştirmenin eşiğine yaklaşır fotoğrafçı. Özgürleşmenin yolu da bilgiden geçmektedir. 'Özgürlük' adı verilen kavram zihinde olup biten bir durumdur günümüzde. Özgür bir zihne erişebilmişse fotoğrafçı, bilgileriyle ulaştığı eşiği atlayacak ve sezgilerinin de yardımıyla kendi üslubunu / tarzını oluşturmayı ve böylece 'kendine has' olmayı, 'özel' olmayı keşfedecektir.



Portresi yapılacak kişilerin kendilerine özgü, sivrilmiş, önemli bir özelliklerini bulunması ne kadar önemli ise, onların portresini yapacak fotoğrafçıların da kendilerine has bir tarzlarının oluşması o kadar önemlidir. Kendi üslubunu geliştirmiş ve ortaya koyabilmiş bir fotoğrafçının yapıtları, bu nitelikleriyle ortalamadan ayrılacaklardır ve dolayısıyla 'sıra dışı' oldukları söylenecektir." (s. 89 -90)



"Çokça emek, sağlam sinirler ve epey bilgi-beceri gerektiren fotoğraf uğraşısının karmaşıklaştığı, düğümlendiği bir an gelir de; 'Ne yapıyorum ben? Neden bu kadar emek veriyorum? Ne işe yarıyor bu yaptıklarım? Bunca emek, bunca çaba ne için?' gibi sorular sormasına yol açarsa kendi kendisine fotoğrafçının (yorgun düştüğü ve karamsarlaşıp tıkandığı zamanlar olacaktır). Böyle karamsar zamanlar da geçici dönemlerdir, bunu hatırlayıp hiç bir zaman heyecanını yitirmemelidir. " (s. 91)



"Fotoğraf yolculuğu için kolları sıvayan bir insanın kullandığı dilin gerekli kıldığı teknik yeterlilik üst düzeyini sağlamış olması çok önemli bir avantajdır. Ustalık çok önemlidir gerçekten. Bu bağlamda; ışığı iyi kullanma, çizgileri ve tonları doğru yerleştirme, doku, hareket, kontrast, netlik / billurluk, keskinlik, sadeleştirme, ton / renk ve leke dağılımındaki tutarlılık, denge, iyi bir baskı..., gibi teknik yeterlilik ayrıcalık (üstünlük) kazandıracaktır fotoğrafçıya.



Teknik yeterliliği (ustalığı) bir kenara bırakırsak; ortaya konan eserin içine sıkıştırılmış ya da gizlenmiş bir iletisi bulunması, yeni ufuklar açması ve felsefi derinliği olması... gibi diğer üst öğeler ise yapılan fotoğrafı ortalamadan ayırabilir ve bir sanat eseri olduğu yolunda olumlu eleştiriler almasını sağlayabilir." (s. 91-92)



"Bazı durumlarda ne erdem, ne çok çalışmak ne de nezaket işe yarar; insanın çok şanslı da olması gerekir - Sartre. Kimi zaman fotoğrafçının da şansa çok ihtiyacı olacaktır." (s. 92)



"Emin olduğum tek şey belirsizliktir. İnsan kazanımlarının hiç biri kalıcı değildir. İç dünyasına strateji çekilme yapmadıkça , düşünce nöbette beklemedikçe insan yaşamı olanaksızdır. - Ortega Y. Gasset" (s. 93)



"Doğa dediğimiz şey bir şiirdir, gizemli mucizevi yazının içinde saklı bulunan şiir... Ama bu dil herkese açık değil, tersine gizemli gizli bir dildir. O, onu okumasını bilenin, yani filozofun önünde ancak açık olarak bir dildir.- Ömer Naci Soykan" (s. 95-96)



"İnsanın doğası, doğanın dışında değildir. Mucizeyi başka bir yerde aramak gerekmez. Doğa! Her şey orada. Keşif orada gerçekleşmeli - Solmaz Zenyürt Hünler" (s. 96)



"Sıradan gibi görünen bir insanın portresini yapmak sanıldığı kadar da kolay değildir. Böyle bir değerlendirme bizi doğal olarak şöyle bir sonuca götürecektir. Sıra dışı insanların portrelerini yapma (zihinde hazırlamak, kurgulamak)nın, sıradan insanların portrelerini yapmaktan daha kolay olduğu sonucuna götürecektir. Çünkü sıra dışı insanların kendilerine has çok belirgin sivri özellikleri vardır. Kaba bir bakışla böyle bir sonuç çıksa bile ayrıntılı bakış bu sonucu reddeder. Birey ne kadar sıra dışı biri ise muhtemelen o kadar da karmaşıktır, ne kadar sıradan görünüyorsa, muhtemelen o kadar da yalındır." (s. 100-101)



"Nedir ki yaşam

Koyu bir karanlık içinde

Bir an görünen kısacık bir ışık

Bir gelip bir kaybolan

Georg Haym" (s. 102)



"Bir alanın sanat olup olmadığını sormak yerine, herhangi bir alanda ortaya konan şeyin sanat eseri olup olmadığına bakmak daha doğrudur." (s. 127-128)