25 Temmuz 2011 Pazartesi

...kendimi kazandım....

Ben çok denedim, kazanmaya çok uğraştım seni...Senin inadın mıdır, benim beceriksizliğim mi artık işte neyse - belki her ikisi... olmadı... olamadık be adam...
Olsun... Canın Sağolsun....

Zaman zaman heyecana kapıldığım "evet seviyor beni" dediğim anlar oldu... Bu hayalin peşinden azimle koştuğum anlar... Ama çoğu zaman bunların kendi zihnimin bana oyunları olduğunu fark edebilecek kadar da kendimdeydim aslında, -aşk sarhoşu- görüntümün aksine...

Küçük küçük imgelerden kocaman kocaman hikâyeler yazdığım oldu... Ettiğin ufacık bir söz ilân-ı aşk şiiri okumuşsun gibi hissetmeme neden oldu kimi gün...

Zaten -aşk- da bu değil mi adam? karşısındakini kullanarak kendi kendisini kandırması insanın...

Buluttan nem kapıp ağlamak bazen, bazen gülümsemeye benzer ufacık bir dudak kıvrılmasından kalın kalın sevda romanları yaratmak zihninde...

İşte..
öyle ya da böyle tek taraflı çabanın faydası yok insana... Kişiden kişiye süreç değişiyor elbette... Ben azimli sayılabileceklerden miydim?
Bilmiyorum ya
atasözleri eninde sonunda doğruya mı çıkar be adam?
fazla naz gerçekten de âşık usandırıyor galiba..

usanmışlığım senden değil yanlış anlama... Beni yormandan usandım ben
ve işte artık bitiriyorum içimdeki seni
Elveda...


Şimdi gidiyorum adam.. bu defa son gidişim diyemesem de..-defalarca dedim ve hep döndüm zira-
şimdi gidiyorum dilimde eskilerden bir melodi usulca...

"... gün oldu insanlara hayata darıldım
gün oldu bir hayali aşk sandım yanıldım
harcayamam kendimi aşktan korkanlara
seni kaybettim ama kendimi kazandım...."

24 Temmuz 2011 Pazar

Erken iyi Ki doğdun Latina.......





Bizim Latina Ağustos doğumlu olduğundan okulda yapılan doğum günü kutlmalarını kaçırdı hep.. Bu yılın başında Eylül'de sembolik bir kutlama yapmıştık aklı kalmasın diye..
O kadar hoşuna gitti ki.. Okulun kapanmasına çeyrek kala
"noooluuur bir dahaaaaa" diye gözümün içine içine miyavlayınca gel de kıy bu kediciğe.. "e yapalımmm" dedik haliyle..
cuma günü yaptık..
yaz dönemi olması sebebiyle sınıfta kalmamış pek arkadaşı.. topu topu 5 kişiydiler, 5'i de kız:) zaten erkek karaborsa bizim kızın yaş döneminde:))
ama az arkadaşı olması durumu değiştirmedi.., Latina sonsuz mutlu oldu.. E bu da bana yetti :)

pastasını özel sipariş vermişti, şöyle olsun böyle olsun...
babası yaptırdı, sipariş anında annesinden telefon desteği alarak :)
sonuç başarılı olmuş, beğenmiş küçük hanım










ha pastadan bir lokma aldı mı?
yok canım nerdeeee...
sevmez ki
ama olsun yemese de istediği gibi olacaktı
sanırım oldu..
onu neşeli görmeye bayıldığımı söyledim miydim?

23 Temmuz 2011 Cumartesi

Çocukça düşlerim vardı çocukken...

Çocukça düşlerim vardı çocukken...
Çocuktum çünkü. Peki ne vakit büyüdüm ben? Çocukça düşler kurduğum vakitler nereye gitse ayaklarım beynim de düşlerim de kalkar giderdi peşinden... Peki ne vakit bırakır oldum düşlerimim farklı mekânlarda ben?

Çocukken çözümsüzlük yoktu, ne vakit cevapsız sorulara saplanıp kaldım ki ben?

Çocukken dizim kanadı diye ağlardım. pansuman yapardı annem, geçerdi...kabuk bağlardı birkaç güne, yolardın, yeniden kanatırdım en fazla, sızlardı bir anlığına, aldırmaz dalardım yeniden oyuna da neden yetişkin dünyadaki kanamalarımı durduramıyor annem? Neden açık kalıyor yara, kabuk bağlamıyor?
durmuyor da kanama neden için için içimi tüketiyor?

Neden uyamıyorum ben yetişkin oyunu kurallarına? Çocukken kendi kurallarımızı kendimiz koyar, kurduğumuz kuralı kendimiz bozardık dilersek oynarken... Şimdi bundan mıdır konulmuş kurallara zorlanışım uymakta?

Çocukken çocukça düşlerimle mutluyken
Şimdi neden düş bile kuramaz oldum ki ben?
Ne zaman ayrı 'düş'tüm 'düş'lerimden ben?
Neydi kolay olan çocukken, büyüdükçe güçleşen?..

21 Temmuz 2011 Perşembe

Latina'dan Yazgüneşi

Bizim latina ilkokullu olacak bu sonbahara...
25 aylıkken teslim ettiğimiz yuvasından ayrılacak temmuz sonunda..
bir tuhaf burukluk
girmeyim bu konuya
latinayı ayrı beni ayrı hüzün basıyor..
offff of

neyse
yıl içerisinde yaptıkları resimleri bir klasörde biriktirmiş öğretmenleri, geçenlerde servisi kaçırıp kendimizi Büü'ye bıraktırdığımızda klasörü teslim etmişler Büü'ye.. Bu akşam iş çıkışı latina geldi yanıma ben yemek yaparken
"anne dosyama bakalım mııı?"
olur dedim yemeği yapayım yiyelim, sen yatmadan bakalım..
neyse
yemek sonrası oturduk dosyanın başında
hayretten hayrete sürüklendim neler neler yapmış
pes dediklerim oldu

bakarken bakarken bir resimde çakılıp kalıverdim

Yazgüneşi: "kızım burada kimi yaptın?"

Latina: "anne görmüyo musun resmen sensin işte, evet saçların mor
ama peruk o..."


"Yazgüneşi: "..... :..S"

çok bariz değil mi kimi yaptığı aslında:)))
benimki de soru ama
sanırım onun ağzından duyma isteği....


birde yakına gelin azıcık
çekinmeyin gelin gelin



bakar mısınız nasıl gülümsediğime..
annesini en zevk aldığı eylemi gerçekleştirirken çizerse bir çocuk
böyle oluyor demek ki



yok beee ne gözdolması
toz kaçtı gözüme...
evet toz..
olamaz mı..


hadi hadi tamam
dağılın
hislendim ben..
sevgiyle........

20 Temmuz 2011 Çarşamba

Tekir dağına Kum bağına gittik efendim...

"Tatilin kötüsü olmaz"
diye bir cümle vardır ki... tamamen inanırım.. Tatil güzel şey...
Kötüsü katiyen olmuyor
Ama ekstra huzurlusu olabiliyor mesela.....

Bir kurbağa prens öpücüğüyle değilse de rüzgârla fırıl fırıl dönen rengârenk karnıyla insanı alıp taaaa kendini prenses zannettiği yıllara taşıyabiliyor mesela


Marmara Adasından, Avşa Adasından yolcu getirip götürürken motorlar Tekirdağ'a .. Tekirdağ'dan Marmara Adasına Avşa Adasına .. kaç yılın bildiğince..
zaman sanki hiç akmıyor gibi gelir ya hani bazı yerlerde


Ayakları o çok tanıdık o gencecik yıllarının izlerini bıraktığı o sıcacık kumlara gömülüvermek kadar mutlu ediveren çok şey var mıdır ki?
yok
vardır da
çok değildir bu kadarı...




Düşündürür insana "şu gülhatmi denen hani her yerde de arsız yüzsüz büyüyüveren çiçeğin başka yerde rastladım mı ki katmerlisine?"
diye..
hayır olur cevap
her zaman olduğu gibi...


Denizfenerlerine balıkçı teknelerinin gözünden bakmak hiç değişmez bir haz verir her seferinde




Pis, köhne görünseler de yine severek bakar ya insan birde balıkçı teknelerine...


İlk gençlik yıllarının en fırtınalı aşklarının hayallerini kurduğu noktada ufka dalarken miniminnacık en kıymetlisi insanın, onu kumların ışıltısından seyretmek, karıştırmaz değildir insanın içini, gönlünü yalan değil...




Bu en kıymetli büyülenmişçe dalıp gittiğinde dalgalara ondan kendinde bir tomar iz görüvermek gülümsetir ama insanı bu da yalan değil açık konuşmak lazımsa...


Eski terk edilmiş köy evlerinin hüznü hiç bitmez ama
nereye gidersen git
nerede çıkarsa çıksın karşına



lâkin hüzünlü de olsa terkedilmiş köy evleri, metropollerde alışageldiğimiz sokaklardan çok ama çook değişik olan köy sokakları yok mu
neşe katar insanın canına...


Tekirdağ'da olunca insan
kocaman gülümsemeli günebakan düşlerine kapılmamak da olası bile değildir sonuçta...


Hele Tekirdağa gidip de mangalda tekirdağ köftesi yapıp yemez isen...
yok yok
düşünülemez bile..




artık bir prenses ya da daha iyimser yaklaşımla kraliçe olamayacağını bilsen de
kumdan kaleler yaratıp hayalden kraliçeyle prenses olmana kim engel olabilir ki burada?
kimse..
teşfik edilirsin hatta....


Gün nefis doğar nefis batar Kumbağ'da



Ay nefis doğar


 ama her şey bir yana insanı el bebek gül bebek şımartan
çoook özel
çoook güzel insanlar vardır kumbağ'da....

bu sıcacıklık
kolaylığınla değişilmez başka şeye..........





dipteki not: bizi kraliçe ve prenses muamelesi yaparak şımartan bu harika insanlara yeniden ve daima
sonsuz teşekkürlerimizle....

19 Temmuz 2011 Salı

RÜZGAR GÜLÜ

Önümden çekilirsen İstanbul görünecek

Nerede olduğumu bileceğim

Sisler utanacak eğilecek

Ağzının ucundan öpeceğim

Saçına kalbimi takacağım

Avcunda bir şiir büyüyecek

Nerede olduğumu bileceğim



Bu çıplak geceler yok mu

Bu plak böyle ağlamıyor mu

Camları kırmak işten değil

Delirecek miyim neyim

Kirpiklerimden mısra dökülüyor

Kenya'da simsiyah yalnızım

Yoksul bir şilepte gemiciyim

Malezya'da yük bekliyorum

Önümden çekilirsen İstanbul görünecek

Nerede olduğumu bileceğim



Gözlerini söndürme muhtacım

Ben senin aydınlığına muhtacım

Yepyeni bir ilkbahar harcayıp

Bir yaz boğup bir sonbahar harcayıp

Rüzgar gülünü arayacağım

Oran'da Pernanbouc'ta Tombuktu'da

Vinçler yine akşamları indirecekler

Yine karanlığa bulaşacağım

Gözlerin rüzgarda savrulacak



İkimiz iki sap buğday olsak

Sen benim olsan, ben senin olsam

Bir gece vakti aklına gelsem

Uykunu tutsam bırakmasam

Seni kucaklasam, kucaklasam

Birbirimizin kalbini dinlesek

Dünyanın kalbini dinlesek

Büyük ateşler yaksalar

İki güvercin uçursalar

Nerede olduğumuzu bilsek



ATTİLA İLHAN



16 Temmuz 2011 Cumartesi

-her kapı kendine kapanıyor aslında-



Eski bir balıkçı köyünün eskimiş sokaklarını adımlarken kadın, aklından kapıların ardındaki yaşamlar geçiyordu.... Kimi süslemişti kapısını alıyla, yeşiliyle, mavisiyle, bir diğerinin çöpten çocuk resmi vardı kimbilir kimin çiziktiriverdiği üzerinde, kimi derip sağda solda ne bulduysa çatıvermişti işte öylesine... kimi demirdendi, korunaklı... kimbilir ne kıymetlileri vardı ki ardında bunca güvenlik aramış diye geçiriyordu kadın içinden... Belki üç-beş tahta parçasının bir araya getirilmesiyle derilip çatılıverilmiş olanın ardında pahada daha ağır gizler vardı da o kapının sahibi kalenderdi, demir kapınınkince pimpirikli değildi olur ya... Herkesin bir şeye verdiği kıymet ölçüsünde biçilmez miydi o şeyin pahası aslında?

İnsanın kapısı insanı kendine döndüreniydi bir anlamda.. Kapatıp çekilince kendi dünyana, bırakınca dışarıyı o kapının ardında, işte o vakit ne ise o olmuyor muydu insan... Ha kendi kapısının ardında bile kendi olamayanları tenzih ederek kuruyordu elbette bu cümleyi kadın kafasında...

Eski bir balıkçı köyünün tozlu sokaklarını arşınlarken kadın... oradaki o sadeliği çekerken içine ... zaman donup kalmış hislerine kapılıp bir tatlı huzur alıyordu kadın o basit, o sıcak, o ne ise o köy sokaklarından...

Tek tek göz atarken iki göz-üç göz mütevazi köy evlerine, dalıp giderken dış dünyaya kapattıkları kapılarına
-her kapı kendine kapanıyor aslında-
diyordu kadın
kendine
sadece kendine.....

9 Temmuz 2011 Cumartesi

Ben Sende Neleri Öpüyorum........

CANIM LODOS....

Dün bir candost -şaşırma; evet var hâlâ candostlarım, az da olsa, en az ben kadar deli olanından.. varlar hâlâ-
bir şiir paylaştı benimle..

Bir Şükrü Erbaş şiiri..
bu şiiri okudum ve
öyle çok "sen" buldum ki içinde...

Şükrü Erbaş kendi ağzından seslenmiş ise de onu öpen kadına

"sen bende neleri öpüyorsun bir bilsen"
diye

ben şairlerin paylaşıma açıklık hoşgörüsüne sığınarak
bir kadın ağzından söylenmişçe iletmek istiyorum bir erkeğe..

benim ağzımdan
sana...


Keşke okusan
okuyabilsen her yazdığımı sana Lodos..

neyse
okumayacaksan okuma adam... yine de güzel her durumda hitap etmek sana...

offf Lodos esse biraz bu aralar
öyle durağan ki hava..

neyse ne diyordum
haa şiir.

şöyle uyarladım bak:

Ben sende neleri öpüyorum bir bilsen


Herkesin perde perde çekildiği bir akşam

Siyah bir su gibi yollara akan yalnızlığı öpüyorum
Ağzımda eriklerin aceleci tadı

Elleri bulut, gözleri ot bürümüş ekin tarlası

Bir çocuğun düşlerine inen tokadı öpüyorum
Yağmur her zaman gökkuşağını getirmiyor

Aralık kapılarda bekleyişin çarpıntısı

Bir adamın eksildikçe ömrüme eklenen

Uzun gecelerini, solgun gövdesini öpüyorum.

Uzak dağ köylerine vuran ay ışığı

Kerpiçlerden saraylar kuruyor yoksulluğa

Ne suların ibrişimi ne gökyüzü ne rüzgâr

Ben sende gittikçe kararan bir halkı öpüyorum


Sakarya Caddesi'nde sarhoşlar

Rakıyla buğulanmış kaldırımlarına gecenin

Yüksek sesle bir şeyler çiziyorlar.

Yalnızlık her koşulda bir sığınak bulur, diyorsun

Uzanıp dudağındaki titremeyi öpüyorum
Örseler acıyla düştüğü yeri

Susarak büyüyen kadınların sevgisi.

Ağzımda pas tadıyla bir inceliği söylemek

Bir gülünç içtenliktir, gecikmiş ve ezik

Ben sende yanlış bir ömrün tortusunu öpüyorum
İnsanın zamana karşı biricik şansıdır aşk

Onca kapı onca duvar içinde bulur aynasını.

Ben sende neleri öpüyorum  biliyor musun

Herkesin simsiyah kesildiği bir akşam

Yıldızlarla yedirenk gökyüzünü öpüyorum 



Ben sende, gözlerimin anne ışığıyla

Bir solgunluktan doğan kocaman bir çocuğu öpüyorum



LODOS
BİNLERCE KEZ ÖPERİM....

HER ZAMAN SENİN YAZGÜNEŞİN.....







Dipetki Not: Öpücük modelim Büücüğüme teşekkürlerimle...

Kusma Kulübü - Mehmet Eroğlu

"Hayat mutlu olmak içinmiş! Benimki mutsuzluğuma alışmaktan ibaret. Eğer hayat ölümümüze doğru akan, uzunluğu belirsiz bir ırmaksa, bana ait olana hiç bir kolun bağlanmadığını da söylemeliyim: Dar kanyonların arasına sıkışmış, coşkusuz ve yatağını derinleştiremeyen cılız bir akıntı benimki." (s. 1)

"Biz, birbirimizin hayatının aşkı değil, sabit fikriydik." (s. 3)

" ...kendimi yamayamadım; hâlâ delik deşiğim, bu yüzden hayatımı biriktiremedim. Biriktirmek derken, yaşarken kullanabileceğim şeylerden söz ediyorum.: Direnç, irade ve gelecek sağlamaktan çok hayatta kalmamı sağlayacak- küçük, küçücük başarılar.

Peki, neden ölmüyorum? Neden şu hayat dediğimiz ateşini yitirmiş magma, safra gibi deliklerimden akıp gitmiyor? Yakınmamalıyım; çünkü cevabı biliyorum: Tanrı'nın biçtiği küçük role razı oldum. her uzun yolculuğun bir anında inanmasak da, kulu olmasak da Tanrı'yla karşılaşırmışız. Ben karşılaşmadım: Belki bir hayat edinemediğimden, belki de peşim sıra sürüklediğim şeyin Tanrı'nın ilgisini çekecek kadar parıltılı olmamasından. Benimki şekilsiz, amaçsız ve yönsüz; hiçlik dolu bir safsata.

Bir neden daha: Ölmüyorum, çünkü tembelim... Ölmek bile çaba gerektirmez mi? Belki de isteyip istemediğimi pek düşünmeden, yaşamak dediğimiz o anlamsız düşüşe alıştım ve edindiğim bu alışkanlıktan vazgeçemiyorum. Aslında komik! çabucak tiryakisi olduğumuz, Sisyphos* gibi ite kaka  bir tepeye çıkarmaya çalıştığımız 'hayat', benim için art arda sıralanan reddedilişlerden ibaret oysa..." (s. 3)

* Tepeye kadar ittiği kaya her seferinde yamaçtan aşağıya geri yuvarlanan miyoloji kahramanı

"Her insan -sevsin sevmesin- ölümünden az önce yeniden annesinin çocuğu olmak ister." (s. 5)

"Çoğumuzun bu gezegenin üstündeki durumu sadece bir kalma, tutunma sorunuymuş; 'Varkalış' yani, ... ve bazılarımız ideallerle yetinirlermiş; bir hayal edinemediklerinden..." (s. 10)

"Kusun...
En iyisi kusmaktır, her şeyi temizler" (s. 11)

"Ah, gerçek bir yetişkin olabilsem! Çocukluğu ve gençliğiyle tüm bağlarını koparmış, borçlu olduğu, özleyeceği her şeyi tüketip bitirmiş birisi olarak yaşama tam şu andan tekrar başlayabilsem. Ama boşuna; çoğumuz, umutsuzca ülkesine geri dönmeye çalışan, geleceği aslında geçmişi olan zavallı Odyysseus'a * benzeriz. Her geri dönüş hikâyesi, gelecek olarak geçmişimizi seçmektir aslında. Yine de geçmişin bu denli belirleyici olması saçmalık değil de ne?Yemyeşil, gür bir ormanın çorak bir yamaçta büyümesi mümkünse, geçmişi olmayan bir gelecek edinmek de neden mümkün olmasın?" (s. 21)

* Homeros'un Odysseia destanını kahramanı

"Yaşlılık dediğimiz bedenin paslı ihaneti." (s. 25)

"... kalıcı dostlukların gıdası alışkanlıklardır." (s. 29)

"...sevince aptalların hayal gücü genişler." ( s. 34)

"Düş! Zihnimizin o kontrol edilemez akışkan durumu. Düş kurmak saf bir mutluluk özlemimi mi, yoksa mutsuzluğumuzun bir sonucu mu?
... mutluluk zararlı; uyuşturucu gibi alışkanlık yapıyor." (s. 37)

"... bir sanatçıyla bir kadın birbirlerini değerlendirirlerken asla aynı cömertlişkle davranmıyorlar. ... Sanatçı , sevgilisini, güzelliklerin imbiğinden süzdüğü yaratıcılığının parıltısıyla coşmuş bir hayal gücüyle değerlendirirken, kadın, sanatçıya kısıtlı deneyimleriyle, ahlâkî ve toplumsal dayatmaların baskısıyla bakar." (s. 50)

"Ahlâka göre mi yaşamak, yaşamımıza göre yeni bir ahlâk mı edinmek?... İşte bütün mesele bu. Ahlâkımızı geliştirmeliydik, geliştiremedik oysa. Aksine budayıp güdükleştirdik: Evlilik ya da sadakatle sınırlanmış bir ahlâk, eninde sonunda iktidarsızlığa dönüşmeye mahkûmdur. iyilik, kötülük ve cezalar... İşte, ahlâk dediğimiz bu; türümüzün devamını tehlikeye sokar böylesi bir ahlâk..." (s. 50)


"Bir gün dediğimizde, hiçbir gün, asla demek isteriz aslında... Bir gün eşittir bin gün, beş bin gün. On beş bin gün.." (s. 51)

"Aşk, günahkâlığın bağrında boy atar, zinayla gelişip büyür, ihanetle de olgunlaşır. Şehvetse yaratıcılığın mahmuzudur; şehveti olmayan bir yazar hiçtir..." (s. 51)

"Kimlerdir yazarlar? Bizim için duyarlılık satın alan, söyleyemediklerimizi söyleyen; bizler adına insan ruhunda uzun yolculuklara çıkarak keşiflerde bulunanlar mı? Yoksa, basit, sıradan beğeni dilencileri mi?" S. 61)

"Gerçeğe ulaşmak için kendimizi kuşku fırınında pişirmeli,sonra da ruhumuzun iskelesinden denizlere uğurlayabilmeliyiz." (s. 62)

"tek tek bir sürü doğru söylüyordu ama hepsi bir büyük doğru yapıyor muudu?" (s. 62)

"Kusmak, zararlı şeylerin vücuda girmesini önleyen bir rerfleks olayıdır.
Korunma
bir tür arınma..." (s. 66)

"Tehlike çamur gibidir. Ne kadar sakınırsan sakın bir parçası üstüne sıçrar" (s. 72)

"Ölüm böyle bir şey miydi? Gizli, sessiz ve ebedi düşmanı hayatla iç içe." (s. 78)

"Budalalarla bozuk saatler birbirlerine benzerler. Doğruyu bulmaları sadece bir rastlantıdır."  (s. 78)

"Eğer kararsızsan, kararsızlığını sihirbazların parlak kumaşı, uykuyla ört. Uyku üstünü örttüğünü değiştirir; başka biri olarak uyanırsın." (s. 79)

"Ketumluk zenginliktir. İçinizden bir şey eksilmez." (s. 135)

"Dostluk bir tür hamallıktır; ötekinin taşıyamadığı acılarını yüklenmek..." ( s. 158)

"Bazen birisini o kadar çok severiz ki, kendimizi sevmeyi unuturuz..." (s. 158)

"Son yok, sonsuz acı var... İnsanlar anıt mezarlarda ölmüyor, anıt mezarlara gömülüyorlar... Bütün mezaerların -anıtmezar ya da basit çukur- altı topraktır." (s. 172)

"Kimsenin sadece kendine ait bir hayatı yoktur. Vicdansızlar, var sananlardır. Vicdanı olanlarsa, adaleti tutkularının Tanrı'sı yapanlardır." (s. 176)

"umudun iki güzel kızı vardır:öfke ve cesaret.öfke olanlara dayanabilmek,cesaretse değiştirebilmek için..." (s. 184)

"Acı çekmemenin en kestirme yolu, cehennem, kabullenmek" (s. 193)

"İnsan her şeye alışıyordu, kendi ölümüne bile." (s. 245)

"Başına gelecek olan her şeyi kabullenecek...
Bir kadın için aşık olmak bu değil miydi?" (s. 246)

"'Evlenmek için burjuva hukukuna, yasalarına neden ihtiyacımız olsun? Evlilik, özetle şahitler önünde verilen bir sözden öte nedir ki? Bir kadınla bir erkek birbirlerine karşı şiddetli bir tutku duyuyorlarsa doğa gereği birbirlerinindirler ve insanların yasaları ne derse desin, tanrısal yasa gerekince birbirlerine aittirler.
Schopenhauer'in Chamfort'tan  yaptığı alıntılar..." (s. 247)

"'Kadınların neden seni sevdiklerini anlamaya çalışıyorum, belki işime yarar' dedim.
Elini kadınların beni neden sevmediklerinibiliyormuş gibi omuzuma koydu. Keyfini kaçırmıştım. 'Ah şu kadınlar! Gençken bizi olgunlaştırmalarını, yaşlandığımızdaysa bizi gençleştirmelerini umduğumuz sihirbazlar...'
'Bak varlık bilinci edinmekle, acı çekmek arasında güçlü bir bağ var; bütün bildiğim bu.'
Acı çekersen kadınlar seni severler... Söylemek istediği buydu. 'Anladım' dedim. 'Sen büyük hamalsın, kadınların payına düşeni de çekiyorsun. Bu yüzden seviyorlar seni'" (s. 251)

"Akıl direnmiyor, sıkışınca mantığa sığınıp vazgeçiyordu. Direnen başka bir şey bulmak gerekiyordu; inatçı, acıya ve cefaya dayanabilen bir şey. Aklın öncü olamayacağını öğrenmiştim; çünkü öfkesş kısa solukluydu." (s. 259)

"Ne yazık ki bizi insan katına yükseltecek merdivenin basamakları acıyla döşelidir çoğu zaman" (s. 303)

"Genellikle hayal gücü geniş olanlar ölümden korkarlar" (s. 304)

"'55 yaşındayım ve ölüyorum. Oysa Tanrı, 40′ında ölen babamdan da en az 30 yıl borçluydu bana' dedi, sonra kaderci bir tavırla omuzlarını silkti. 'Hayat dediğimiz aslında bir bekleyiş. Benimki umduğum kadar uzun sürmedi hepsi bu. Bu kadar basit her şey'. Olacaklara razıydı: 'Biliyor musun, Tanrılık acımasızlık gerektiriyor. Belki de Tanrı sandığımızın aksine bahtsızdır...'" (s. 339 - 340)

"Seçecek olursan geçmişi seç. Çünkü geleceğin en parlak olanının bile sonu ölümdür. Hayat hayırsız bir sevgili gibi, onu en çok istediği bir andan terk eder insanı..." (s. 340)

"İnsanların, bir türdeşi toprağın altına çürümeye bırakılır bırakılmaz yemek yiyebilmesi şaşırtıcıydı." (s. 342)




8 Temmuz 2011 Cuma

Yangında "tek" kurtarılacak :)

Deep mimlemişti beni
demişti ki:
"Evinizde yangın çıksa ve tek bir eşya kurtarmak zorunda kalsanız neyi kurtarırdınız?"

Ya bir defa ben yangından, depremden, selden falan korkarım
ve hatta gökgürültüsünden bile
hişşş gülmeyin
paralarım güleni
korkarım evet... olamaz mı halla halla
İnsanın 39 yaşına gelmiş olması korkuları olmayacağı anlamına gelmez ki....
nck nck nck
ona sebep bir tüylerin diken diken olması kadisesi yaşadım düşündüğüm an
yaşamadım diyemeyeceğim.... dürüstçe olmaz...

ayyy nessseee saptırdım mı konuyu, mimi nedir..

Yangın anında hepimizin canı garantide ve eşyalardan da tek bir tane kurtarma hakkım var ise fotoğraflarımız, defnenin video kayıtları vs. nin olduğu dolabı alırdım. Geri dönüşü mümkün olamayacak şeyler ânı sakladığımız anı izleridir zira...

ve sanırım bundan sonra  bütün objektiflerim, kartlarım, yedek pilim vs. ile birlikte fotoğraf makinemde dahil olmak üzere bir arada tuttuğum sırt çantamı da bu dolaba koyacağım...
hehe

3kaaatçı mıyım?

yok canım
kim demiş :))))


bu foğrafın konu ile ne alakası mı var?
aaa olmaz mı
bu fotoğraf resmen
"anı"ları somutlaştırıp saklamak için "ân"ı dondurma çabamın dondurulduğu bir "an"
"an"laşılmıyor mu ?


Dipteki Not:
Görsel: Yalçın Polat
2010 sonbahar - Yedigöller

7 Temmuz 2011 Perşembe

En Kıymetlime....

sanırım bir düştü sana değin hayatın dönemeçli yollarında yürüyüşüm... ne zaman ki sen geldin yaşantıma işte o an gerçek oldu düşüm...   7/7/11 NKT




6 Temmuz 2011 Çarşamba

Balık kılçığı gibi özlem

“Daha sık yazmalısın, daha detaylı, daha uzun anlatmalısın aklından geçenleri” diyor kafa doktoru. Umursamıyorum dediklerini ya haklı da olabilir aslında.


Tek sorunum Lodos değil, ve hatta aslında o bir sorun bile değil kafa doktoruna kalırsa, daha bir tomar sorunum var daha somut etkiler bırakabilecek hayatımın akışına. Ama kafa doktorunun anlamamakta direndiği konu şu ki, ben sadece Lodos’tan söz etmek istiyorum konu yazmak olduğunda. Çünkü ben Lodos’u kimse ile paylaşamıyorum şu kalem ve kağıt dışında.

Özlem çok tuhaf bir his… Bazen insan, “tamam bağışıklık yaptı bu özlem, bundan sonra böyle gider ve bünye de alışır bununla yaşamaya” diyor ama bir gün birden birşey görüyor ya da duyuyorsun.. İçinde bir yer o kadar derinden acıyor ki, özlemek duygusuna kahrediyorsun..

Bugün buna benzer bir şey geldi başıma.

Sabahtan başlamıştı huzursuzluğum. Olur mu ki herkese böyle, sabah sabah hiç sebep yokken huysuz huzursuz uyanırım da bütün günüm de öyle geçer. İşte öyleydi bugün de.

Evden çıkmak falan istemedi canım ama çıkmasam da olmayacak. E malum, mecburiyetler.

Aklımda falan değildi…

O…

Lodos yani..

Hava cıva şeyler düşünüyordum kuvvetle muhtemel…

Sonra

O’nu gördüm parkta

O adamı…

Birden kilitlendim, gözüm takıldı kaldı.

Yok yok adam Lodos’a falan benziyor değildi. Bilakis akla kara nasıl zıtsa birbirine, o kadar da zıttı fiziksel görünümleri

Adam top oynuyordu sabahın o saatinde çocuklarla. Herkes işe yetişme telaşı içinde vızır vızır koştururken sağa sola; o top oynuyordu. Sabahın o saatinde parkta top oynayabileceği çocuk profili ne olabilirse işte o çocuklarla. Trafik ışıklarında duran otomobillere kağıt mendil satmaya ya da ellerindeki kirli çaputlarla –sözde- cam temizleyip bahşiş kapmaya uğraşan çocuklarla… Lodos’un çocuklarıyla…

Lodos çok önemserdi onları. Top oynardı onlarla, ip atlardı kız olanlarıyla, kışın poşetlerin üzerine oturup kayardı yokuş aşağı çığlıklar atarak, onlar gibi çocuklaşarak. En çok o anlarda severdim onu, en çok o anlarda yaklaşabilmiştim ruhuna dokunmaya.

O adamı o çocuklarla top oynarken görmek… İşte buydu donup kalmama sebep.

Ve o andan sonra birdenbire dayanılmaz hale geldi içime sakladığım özlem. Bir duygu –hani duygular soyut kavramlar ya- somutlaşır mı? Somutlaşıyor… Bu özlem denen his sanki sivri keskin bir balık kılçığıymış da –boğazına takıldı mı kılçıklar öldürebilir bile ya insanı- yüreğime takılmış gibi, acıtıyor, acıtıyor, acıtıyor……..

Yok

Geçmedi halâ

Orada kilitlenip, içim acıya kanaya izlerken onları, usulca omzuma dokunan yaşlı amcanın huzur veren sesiyle geldim kendime

“Yavrum, hasta mısın? Neyin var?

Diyordu amca. Bu sözcükleri işitene değin farkında bile değildim oracıkta parkın girişinde bir kütüğün üzerine çöküverip, karnıma sağlam bir yumruk yemiş gibi, ikibüklüm  kalıvermiş olduğumun. Dedim ya somut bir acı… balık kılçığı gibi battı özlem yüreğime diye. Yalan değildi.

İnsanoğlu enteresan. Zor anlarda çözüm üretme konusunda doğuştan gelen bir uzmanlığımız var hepimizin. Yoksa, zorlama doğrultup bedenimi amcaya gülümseyerek

“Yok yok hasta değilim, kramp girdi birden galiba, teşekkür ederim şimdi daha iyiyim” diye bir cümle kurabilme ihtimalim sıfıra yakın hadise planlı olsa. Yalan söylemek konusunda son derece beceriksiz oldum çünkü ömrüm boyunca. Öğrenciliğim sırasında sırf bu yüzden kopya çekemedim ben, mantık dersinde bile. Mantık dersinde bile diyorum zira saf bir hocamız vardı millet kitap açardı kucağına…

Hay Allah nerden geldim şimdi lise yıllarına.

Bugün huzursuz kalkmıştım yataktan, sonra da işte basit bir hadise onu ne kadar çok özlemekte olduğum gerçeğini tokat gibi çarptı yüzüme.

Demek ki çıktığı, gittiği, uzaklaştığı falan yok onu içimde yerleştirdiğim yerden. Pusu kurmuş içime her fırsatta saldıracak belli.

Sakladığım fotoğraflara baktım dip köşeden çıkartıp..

Sakladım hepsini evet. Yırttım bir çoğunu aslında, bunlar kıyamadığım birkaç numune. Bilgisayara kayıtlı olanları da silip attım..

Faydası olacak zannetmiştim bir hevesle. Oysa beynine işlemişse bir simanın her ayrıntısı fotoğrafa görüntüye ne hacet. Zaten her gözünü yumduğunda karşılaşıyorsun onunla…

Eh bu da tecrübe oldu bana.

Fotoğraflara baktım baktım ve uzun zamandan sonra ilk kez ağladım. Avaz çığlık haykıra hıçkıra ağladım ağladım ağladım ağladım… yorgunluktan sızacak gibi olana değin ağladım.

Kalkıp ağlama krizi geçirdiğim kanepeden, elimi yüzümü yıkadım ve yazmaya oturdum işte.

Çok yorgunum, yazmayacağım daha.....




Dipteki Not: Modelim Seranay Yargıç'a teşekkürlerimle...

5 Temmuz 2011 Salı

Kaşşşşşşşşşşşşşşşşşşşşş.......


Gün Batmadan düşeceksin mirim yola.. Yaz geldi mi, durulmaz bozkırda... Doğru dağlarla denizlerin öpüşme noktalarına....


Denize gittin mi
Denize düğümleneceksin.....
Denizle sen olacaksın.. gerisini öte yana koyacaksın..



Adımladığın kaldırımlarda dahi balıklar öpüşecek
her adımında bedenini bir esriklik sarmalayacak...


Loş sokakların sıra sıra silik ışıklarına saklanacaksın canın isterse

canın isterse meydanın ışıltısına akıtacaksın gönlünü
şen ola gönül
şen ola yürek diye diye...


Begonvilsiz olmayacak asla... onlar illa ki olacak gözünü çevirdiğin her köşede....
pembe mi dersin mor mu istersin
beyaz mı
bilmem artık
illa ki olacaklar onu bilirim sadece



Balıkçı motorunun pırpırının dalgalara attığı köpük köpük imzalara daldıracaksın gözlerini
iyot kokusu
motor patırtısı
neye yarar deniz köpüğü olmayacak olsa...



Ayakkabılara hapsedip durduğun ayakların mutluluğun, özgürlüğün huzuruna uzanacaklar çıpçıpçıp....
Bedeninden ayrılıp
balık olup dalacaklar tuzlu suya adeta...


Akvaryum gibi deniz
Dibi görünen su
her taşın detayı
sıradışı gelmeyecek...
nice derinlikte olsa da sayacaksın çakılları istersen..
istemeyeceksin ama..
ne gerek var rakamlarla boğuşmaya...



dallarda zeytinler olacak
olacak ki anımsatacaklar hayat nasıl da akıyor hissettirmeden damla damla..
ve bir an için de olsa
"durdur" diye fısıldayacaklar kulağına
"durdur zamanı bir anlığına..".


Rozet rozet çiçekler açmış olacak sağında solunda...
yakanda değil dalında güzel rozetler minicik gülümsemeler gezdirecek dudak kenarlarında...

En kıymetlinin sakin huzuruna ortaklık etmelisin bir de mutlaka...
olmazsa olmazlardan işte bu da...

Öleceğiz madem bir gün hepimiz
mezar dediğin böyle olmalı işte...
burada yatmaya ölünür yahu diye geçecek aklından..
kılın bile kıpırdamadan ölürsem öleyim be boşversene diyebileceksin

Öyle kolay da ölünmez buralarda
bedeni çürüyüp oyuk oyuk oyulsa da
zerre şikayet etmeden meyve veren ulu zeytinler htaırlatmayı ihmal etmeyecekler bu mevzuu sana...

 çıkıp minik bir teknenin üstüne maviyle yeşilin seviştiği ufka dalıp
"oh" diyeceksin...
"her şeye rağmen şu an için değer be yaşamaya...
hayattayım.. ne mutlu bana..."

 sandalsız deniz olur mu a...
sıra sıra dizilmiş olacaklar
hepsinin ismini tarayacaksın
tanıdık bir çağrışım yakalar mıyım diye geçirerek aklından
adımlayacaksın kayıkhane kenarlarını.. güneş rehaveti altında....

 
hele ki bir de su perileri var ise sağında solunda...
gençlik aşısı olurlarsa canına


dalgalara gömüle gömüle
kumlara uzanıvermenin
sereserpe
güneş altında
hissettirdikleri
ne fotoğraflara yansır olduğunca, ne tarifi mümkün
yaşanır olsa olsa...



Korunup saklanmak bile istemeyeceksin kimileyin...
şemsiyeleri kapatıp
güneşle aşk yaşayacaksın uzanıp şezlonguna...
dal dal çiçekler ardında..

 Sen uçamıyormuşsun ne gam
uçanlara empati de yapamaz değilsin ya
uç uç özgürüm annen baban sana terlik pabuç almaz ama
aklına da gelmez süzülürken mavilerde terlik pabuç
peh
kimin umurunda...

 eh söylemeye gerek bile yok ya
söylemeden de olmaz ama
nefessiz kal efessiz kalma...
hele tuzun kavurduğu dudaklarla buz gibi dokunuşlarla buluştuğu o an var ya.....


 Muz seslerini de dinlemeyi ihmal etme ama.......

 Her bir dalına yaprağına
hayranlıkla bakmazsan da olmaz ama..
hoş zeten istemesen de onlar baktırır kendilerine ya...

Her güzel şey biter lâkin nihayetinde..
ayrılık hüznü çöker yüreklere
gözler dalıp gider denizlere
usuldan sözleşilir denizle
"hiştttt aramızda kalsın ama
geleceğim"
denir
"illa ki geleceğim yine..."

Bir KAŞ masalı da nihayete erer böylelikle..
 biriken nice anıyla yerleşir yürekte başköşe bir mekâna
göğsünü gere gere


Dipteki Not: Altında İmzasını eklediğim Ece tarafından çekilen benim fotoğrafım haricinde geriye kalan görsellerin tamamı: neslihan k. tamyaman efendim
saygı ve sevgilerle.....