28 Ocak 2011 Cuma

Bir Terslik Var Bu İşte :))

Şu bizim latina...
Enteresan Çocuk..

Yoğunlukla sağ beynini kullanıyor
O net
Son derece yüksek bir yaratıcılığı var.
Dün okul dönüşü ben oratalıkta dolanırken onun kendi kendine yaptığı bir faaliyet bu.

Kağıtları kare kare kesip herbirinin üzerine kesebilirsin diye verdiğim eski dergilerden bulduğu birer insan yüzü yapıştırıp bunlardan 17 tane yapıp bir de numaralandırmış
dediğine göre bu kartlar için bir oyun bulacakmış.. Sonra da arkadaşlarına öğretip onlarla birlikte oynayacakmış:)
Güzel hayal gücü, başarılı yaratıcılık..
sağ beyin yoğunluklu bir bakış açısının kanıtı

Diğer yandan sol beyin belli ki o kadar çok çalışmıyor :)
zira uafklık 1den 8'e kadar ve 10'u gayet güzel yazmış
hoş
IMG_4950


Onları güzelce yazmış yazmasına da
Bir fikri olan var mıdır 9 ve 11  den 17'ye kadarki kısma neden aynaya yansıtıyor muamelesi yapmış :)))))
kendi adıma benim herhangi bir fikrim yok

IMG_4951

Benim kızım bir alem diyorum ya..
Var mı ötesi alem işte

baylıyorum ben ona...
Niyeyse :))))))))


IMG_4952

27 Ocak 2011 Perşembe

Mutlu musun?

180196_146624722060309_100001383462281_279466_1182752_n

Sol yanımı inatla boş koydukça sen adam... İnatla izin vermedikçe sen, sol yanıma yerleştirmeme seni


-hem de senin sol yanında bir yer talep etmediğimi ve tek isteğimin sana dair ne varsa bende, onları sol yanıma yığmaktan ötesi olmadığını bile bile-

inatla gelmedikçe sen sol yanıma misafirliğe, sol'uksuzluğa mahkûm oluyorum adam işte ......böyle...

Sol'uksuzluk diyorum... Anlıyorsun değil mi adam...

Elbette anlıyorsun...

Sol'uksuzluk ne demek biliyorsun; sol'uksuzluk: ölüm yani

Ben, sen sol yanımı inatla boş koydukça, sol'uksuzluktan katre katre ölüyorum adam...

Mutlu musun?

24 Ocak 2011 Pazartesi

Hasta latina :((

IMG_46961Kızım Kuzum hasta ne zamandır.
Bu kadar uzun sürünce endişelendim, başlarda sıradan bir grip gibi düşündümse de
Düşmeyen ateş beni delirtiyor zaten
10 günü aşkın süre düşmeyen ateş
sonuçta dün yine bir acil ziyareti
değiştirilen ilaçlar sonucu bu sabah itibariyle şükür düştü
burun tıka basa dolu
o boyutta bir bünye o miktarda ifrazatı üretmeyi nasıl başaıyor da neresinde biriktiriyor ciddi muamma
ve işin tatsız kısmı
iki gündür silerken kanlı çıkartıyor sümüğünü (iğrençleştim di mi, iğrenç gerçekten)
her ne kadar kılcal damaları çatlatmış olsa gerek diye düşünsem de
yarın soluk bir KBB'ci de alınacak sanırım....

bu arada evde sıkıntıdan oynattı tabi.
Cuma akşamı ateşi düşmüştü öğleden sonra ve iyi hissediyor gibiydi diye Babasının ve Fazlının doğum gününü kutlayalım diye Vişneliğe ve dün de Büü ye büyük gelen hediyesini değiştirelim diye kısacıklığına ankuvaya gitmek dışında tıkılı kaldı eve
tırladı

resme


2011_01_21



faaliyete



2011_01_23



barbielerine



IMG_47731



vurdu kendini minik kuş...

kıyamam ki ama.....

21 Ocak 2011 Cuma

"MM" SARIŞIN BOMBA

Çoğunluğu MM'nun kendi ağzındanmışçasına yazılmış piyes tadında bir roman...
isim olarak Wanda Oliver'ı kullanmışlar...
Yazarı ile ilgili şehir efsaneleri var
aşağıda yazdım ne kastettiğimi, 'önsöz'den kısmında...

9 yaşındayken güvenip sevdiği yaşlı bir adam tarafından tecavüze uğramış olması tüyler ürpertici, kusacaktım neredeyse okurken o kısmı
elim gitmedi oralardan alıntı yapmaya..

İntihar eylemi tuhaf...
vazgeçmişlik tarafı var bence de hemen herkesin eleştirdiği gibi
ama ben "zayıf insanlar intahar eder" paradigmasına karşıyım taban tabana...
Hayattaki en zor şeylerden biri insanın kendi kendine cinayeti
ve bunu başarabilen tüm hepsine saygı duyuyorum... Nasıl deli bir cesaret onlarınki.....
Şimdi kitapla başbaşa bırakıyorum sizi...:


Önsöz'den:

"Milyonlarca kişi tarafından tapılırcasına sevilen Marilyn Monroe'nun otobiyografik öyküsüdür bu roman....
... Alvah Bessie imzası için, kitap yayınlandığında çok şey ileri sürülmüş, bu söylentiler, Marilyn Monroe'nun üçüncü kocası büyük oyun yazarı Arthur Miller'ın takma adı olmasına kadar varmıştır. ...
...kuruluşundaki tutarlılık ve malzemenin ancak birkaç kişi tarafından bilinebilecek sağlamlığı, bu kuşkuları doğurabilir, ama bunların ne derece önemi vardır?
Asıl önemli olan; şahane güzelliklerin, öyle gözüken yaşantıların altında bile gözyaşıyla beslenmiş bir hüznün genelleşmiş bir dramın her zaman var olabileceğidir..."


IMG_46771

"Aslında insanların en kötüsünde bile bir iyi taraf vardır. nereden mi biliyorum? psikiyatriyle ilgili yığınla kitap okudum ben. Gerçek iblisler tek tüktür bu dünyada. Onlar da ya akıl hastasıdır ya da ne yaptıklarını bilmeyen zavallılar...
Dr. Rubinstein bana anlatmıştı: Aileni sevmen gerek. bilincinden söküp atamazsın onları. bugün onlardan nefret ettiğini söylüyorsun. şunu unutma ki, nefret edebilen kişi sevebilen kişi demektir. bir zamanlar ananı babanı sen de severdin. çünkü tura nefretse, yazı da sevgi demektir.
çok iyi adamdır şu Dr. Rubinstein. İri kahverengi gözleri vardır; av köpeklerininkiler gibi. İnsan yüzebilir o gözlerin içinde ; kaybolup düşlere dalabilir." (s. 7-8)

"... onaltı yaşına gelinceye dek ağladığımı hatırlamam. Bunu söyleyen başka bir öksüz bulursan  talihli sayılırsın.. Kaskatı olması gerek ağlamayan öksüzlerin. Benim gibi. Kaskatı bir piknik yumurtası. Haşlanmış. Yalnızlığa alışırsın bir süre sonra. Dövülmeye, sövülmeye, terk edilmeye hep alışırsın." (s. 13)

"Dr. Rubinstein, eğer kendine özgü bir hayatın yoksa sen yarat yaşamını... dedi. Yarattığın bu yaşamın gerçek olmadığını da unutmaman gerekir. Gerçek hayat bambaşkadır çünkü..." (s. 13)

"Benim hatam ne oldu biliyor musun? Gerçek olmayan bir yaşamı alıp gerçek hayatımla takas etmek isteyişim." (s. 13-14)

" İki yüzü vardı artık. Gazetedeki yüz şimdiye dek görüp tanımadığı bir surattı. Işık oyunlarının maharetli kalemlerin düzelttiği resimdi. Vücudu bile değişmişti. " (s. 40)

"Benim için önemli değildir yakışıklılık. Hem güzelliğine aldanmak kolaydır insanın. Kapağına bakarak kitap almak gibi bir şey." (s. 70)

" Yapma
dedi Phil.
Sana aşık olmak istemiyorum.
Ben kırkındayım sen ise yirmibir yaşındasın.
Buçuk. wanda öptü menejerini.
Phil koltuktan kalktı ve geleceğin film yıldınızın eve gitme zamanı geldi... dedi acı acı gülerek. Kızın çantasını ve şalını koltuğunun altına sıkıştırdı.
Ne var ki kız gitmeye hiç yanaşmıyordu. Kaşlarını çatarak biraz önce öptüğü adama bakıyordu.
Bana aşık olmanı isterim Phil
Hayır. sen bana aşık olursan daha iyi. Hem bu senin hoşuna daha çok gider.
Neden?
sana kilisede öğretmediler mi, 'vermek almaktan daha kutsaldır' diye?
Bugüne dek aşık olmadım
sabırlı ol küçüğüm önünde kocaman bir ömür var.
sanmam. Kimi zaman düşünüyorum da, çok uzun sürmeyeceğini anlıyorum hayatımın." (s. 72-73)

"geçmişim öylesine karman çorman, öylesine unutmak istediğim şeylerle dolu ki, çocukça deyip geçiştirmek en kolayı gibi geliyor bu kâbusu." (s.84)

"Kurduğum tüm ilişkiler garip ve üzüntü vericidir benim..." (s. 86)

"İşin içyüzüne bakarsan herkes kendini oynar beyazperdede. Rol yapmak diye bir  şey de yoktur. 'Olmak' ve 'Yapmak"tan başka bir şey değildir oyunculuk. "(s. 128)

"İnsanlar güçlü oldukları zaman bunu herkese göstermek gereği duymazlar. Zayıf olanlardır güçlerini sağa sola kabul ettirme uğraşısında olanlar." (s. 164)

" İntahar cinayetin bir türüdür. İntikam ve cinayetin birleşmesinden ortaya çıkar." (s. 185)

"uyuyamıyorum diye fısıldadı birden
neden?
uykuyla ölüm çok benziyor birbirine
sir thomas brown'ı okudun mu?
o da kim?
doktor gülümsedi
onyedinci yüzyılda yaşamış bir ingiliz yazarı, aynı zamanda da doktor ve düşünür
başını kaldırıp  tavana dikti gözlerini ve yumuşak bir sesle okudu thomas brown'ın şiirini:
'uyku demek ölüm demek
cesedin ne demek olduğunu
anlat bana düşümde
ve ben koyuyorum başımı yavaşça
bu mezar taşına -ki ona yastık diyorsun sen-
mezarım olan yatak, kefenim olan çarşaf
götürecek toprağın yedi kalk altına beni.' " (s. 188)

"Ben kimim?
koskocaman seksi,
Atom bombası, hidrojen bombası ve de seks bombası, sarışın bomba
sen 1 nisan şakasısın
1 Nisan da doğdun
ve
1 Nisanda da öl..." (s. 289)

20 Ocak 2011 Perşembe

Şarkılardan Kolaj yaptım....

Sevgili Mavikadınım Nilim  mimlemişti bir süre önce...

mim konusu:
Şarkı sözlerinden bir kolaj...
Ne zamandır aklımda
ama tam toparlaması gerekiyor insanın aklından geçenleri sırf seviyorum diye sevdiğin şarkılardan birer dize alıp dizemiyorsun
anlam bütünlüğü olmadı mı
hiç de okunası bir şey çıkmaz ortaya şüphesiz...

Bu akşam sakinceydi kafam
Zihnimden geçirip sevdiğim bir çok şarkıyı, mantık imbiğinden süzüp doldurdum kadehe..

e şerefeeee.....

IMG_6715

Denizin dibinde karanlıklar gibisin
Işığın içimde saklıdır bilmezsin
Hayat artık sensiz akıp gidiyor
Senden habersiz sessiz

Bir durgun sessizlikle örtülü her şey
ve yırtılmış bir tül gibi savrulup duruyor zaman

Ah yanıyorum yanıyorum...
Yar yine bana haram geceler
senin için ağlıyorum

eridim yaktığım mumlar gibi
geçiyor zaman
Gözlerimi diktim yollarına
Geliyor musun?

Geldi deli efkarın içimi sardı
Gir sinemin içine yar
Sen bitmişsin kuşlar gider
Dostlar gitmiş
Bir varmışsın
Bir yokmuşsun

Akşam olunca kapım beni bekler
Yediğim bir tas
yatağım sabırsız
Bir o yana bir bu yana
Mehtap düşer yastığıma
Kanımca her şey boşuna

Seni görebildiğim yer rüyalar artık
Deli diyorlar bana
Ah bu ayrılık....

Aramızda ne yer var ne de zaman
ne başka yüz ne başka insan
Ayrılık saksıdaki çiçeklerimiz gibi büyür
sessiz ve nedensiz
durmadan

kırgınım saçılmış bir nar gibi
sessiz akan bir ırmağım gecede

Ateşten sözler ayaklanırsa akıntıya karşı
Koşar mı dolunay da
ateş dilinde?

Gökyüzünde yeryüzünde
Gün doğdu mu her gün ilk gün
Her gün aydınlıktır
Yoksa ümit her yer loş karanlıktır

Bana biraz umut ver
Ver ki yeniden başlasın....

-------------------------------------------
YENİ TÜRKÜ - Açelya

GRUP YORUM - Sıyrılıp Gelen

NİLÜFER - Haram Geceler

YAŞAR - Acıtmıyor Sevdan

YAŞAR - Masal

FİKRET KIZILOK - Boşuna

MAZHAR ALANSON - Yandım

EZGİNİN GÜNLÜĞÜ - Ayrılık şarkısı

EZGİNİN GÜNLÜĞÜ - Bir Eflatun  Ölüm

YENİ TÜRKÜ - Dolunay

ZÜLFÜ LİVANELİ - Sürgün

BÜLENT ORTAÇGİL - Biraz Umut

18 Ocak 2011 Salı

"Portreyi portre yapan fotoğrafçı değil, mankendir" A D

Fotoğrafla tanıştığım gün
tanıştığım için bugün duyduğum hazzı söyleseler bana
inanmazdım muhtemelen...

Kaldı ki eğitmenimiz ilk derste
"fotoğraf çekmeye başladıktan bir süre sonra hayatı kadrajlamadan yaşayamaz hale geliyor insan, bunu göze alabiliyorsanız başlamalısınız bu işe"
dediği vakit abarttığını düşünmüştüm, yalanım yok...
Sonra sonra fark ettim az bile söylemiş olduğunu

Fotoğrafı okuyup araştırmak ciddi haz verir oldu bana ve bunca ufkumu açacağını da beklemezdim doğrusu...

Oku araştır sayesinde öyle isimlerle tanışıyorum ki her gün...
Hepsini burada paylaşamıyorum elbette
ancak bu ismi paylaşmadan edemeyeceğim...
Beni büyüleyen ustalardan birisi halini aldı varlığını öğrendiğim günden beri

1978 doğumlu Polonyalı bir bilimadamı / müzisyen / fotoğrafçı kendisi
Nasıl yani?
di mi...
Öyle işte...
Biraz bunalıma girmiyor da değilim laf aramızda böylelerine rastladıkça...
Andrzej Dragan
Dünya çapında tanınmış ödüllü bir kuantum fizikçisi / çok yetenekli bir müzisyen ve son derece sıradışı ödüllü bir portre fotoğrafçısı...

Bu üç uzmanlık nasıl olur da bir araya gelir demeden edemiyor insan...

Portreleri tarifsiz..
Dijital tekniklerle fotoğraf üzerinde oynamaları çok yapan bir isim ve hatta bunu öylesi ustalıkla yapmış ki kimi fotoğraf işleme programlarına direk olarak onun portrelerindeki etkiyi taklit edebilmek adına "Andrzej Dragan etkisi" şeklinde bir tuş bile eklenmiş.
Oturmuş bir tarzı isteyerek yaratmış olmadığını söylüyor Andrzej Dragan
Bir fotoğrafının herhangi bir yerde görülür görülmez
"işte bu bir Andrzej Dragan karesi"
denebilmesi o kadar önemli değil onun için
ve hatta tamamen tersi olması gerektiğini düşünüyor ve şöyle söylüyor:

"Biri, sürekli aynı yaklaşımla iş yapıyorsa izleyiciler bundan sıkılabilir. Kişisel olarak ben, izleyiciye zaten beklemekte olduğunu değil sürprizleri sunmayı tercih ederim."


Dragan Varşova Üniversitesi'nde öğretim görevlisi Yrd. Doç. olarak görev yapıyor ve "kuantum fiziği" öğretiyor. Kendisine eğer fotoğraf öğretmeye kalksaydı nasıl bir eğitmen olurdu sorusu yöneltildiğinde ise
şöyle bir yanıt veriyor:

"Ben fotoğraf eğitiminin çok mantıklı bir şey olduğunu düşünmüyorum. Fotoğraf okullarına hayran olduğumu söyleyemem. Bir okul konferansına, fotoğraf alanında konuşmak üzere davet edilseydim, sadece işlerimi gösterir, onları nasıl yaptığımı anlatır ve soruları yanıtlardım. Çok büyük tavsiyeler getirip, kuralları tanımlamaya kalkışmazdım. Verebileceğim en büyük tavsiye, hiçbir tavsiyeye uyulmamasıdır."

Dragan İnternet sitesinin kapağında kendi düşünce tarzını, David Lynch'in başyapıtı "Kayıp Otoban" filminden bir sözle ifade ediyor; ki bu söz beni de etkiledi bir hayli:

"Olan şeyleri kendi yöntemimle hatırlamayı severim. Ben öyle hatırlıyorum diye olayın öyle gerçekleşmiş olması gerekmez."

Çok başarılı bir portre fotoğrafçısı olduğu söz konusu edilip  bu konudaki başarısının nereden kaynaklandığı sorulduğunda ise çok basit bir cevap veriyor:

"Portreyi portre yapan fotoğrafçı değil, mankendir"

Fotoğrafı bunca basite alıyor gibi görünmesi bana kalırsa kuantum fizikçisi olmasından kaynaklanıyor, öylesi konularla uğraşıp dururken tamamen zevk almak, kafa dağtmak, kndini mutlu hissetmek için yapmakta olduğu bir şey onun için fotoğraf çekmek, bunu mesleği olarak görmüyor ve diyor ki:

"Ben fotoğrafçılıkta ruhu aramıyorum. Yaptığım tek şey kendimi mutlu etmek ve gerçekten mutlu olduğumda yaptıklarımı başkalarıyla paylaşmak. Başka bir şey için çabalamıyorum. İşlerime felsefeyi karıştırmıyorum. Benim kişisel değer yargılarım, aslında eğlenceli bir hobiden ibaret olduğunu düşündüğüm fotoğrafçılıktan başka alanlara kayıyor. Fotoğrafçılığı çok derin ve önemli bulmuyorum. O da duygularımızı etkilemenin yollarından sadece biri. Evet zaman zaman etkileyici olabiliyor ancak sadece duygular seviyesinde... Fotoğrafçılık gerçek bir bilgelik değildir. İnsanların sürekli olarak bu kadar önemsiz olan bir şeyin ruhundan bahsetmeleri bana çok saçma geliyor."

Bu kadar iyi fotoğraf çekip bunca ün sağlayabilmiş birisinin bu sözlerini okumak, bana sözde bu işi sadece hoby olarak yapan ama hırsa dönüştüren, bireyselleştiren, paylaşımlara kapalı, kadraj kıskanan, kadrajımı çaldı diye sağda solda dertlenen, iyi fotoğraf çektiğini her ortam ve fırsatta iteleme ihtiyacı duyan kimilerini bir kez daha anımsattı bana. Zaten beni hep gülümseten bu hırslı kesime daha geniş bir gülümseme ile bakar oldum  bu bakış açısına rastladıktan sonra :)

Dragan karelerini çektikten sonra fotoğraf işleme programında dijital fırçasıyla yeniden şekillendirdiğinden kimileri tarafından fotoğrafçı olarak kabul edilmesede bana kalırsa fotoğrafçı denemese de kendisine sanatçı demek gerekiyor. Çünkü öyle her fotoğrafçı gibi elinde makine gezip sürekli çekim yapmıyor, Çektiği karelerden kullanmaya karar verdiğinin üzerindeki çalışması tam bir ay sürüyor... 1 ayda sadece 1 kare
Bana kalırsa sonuç güzel...
Portreleri hayli korkunç görünse de göze, aslında gerçek insanı yansıtıyor ve bu yansıma baktığım her karesinde beni bir nebze daha fazla heyecanlandırıyor.

Portrelerinden bir kaç örnek ekliyorum buraya ama fazlasını merak eden olursa Dragan'ın resmi web sitesinin linki de işte burada:
http://andrzejdragan.com/
portre_andrzj_drgn_016_th

portre_andrzj_drgn_02_th

14

6
3

1

ve son olarak eğer kendisinin bilim adamı tarafını merak eden varsa diye
Dragan'dan Hayata Kuantum Bakış


15 Ocak 2011 Cumartesi

İlaçmış zaman - Palavra....

IMG_6147
Zaman diyorlar herşeyin ilacı...
Zaman bu diyorlar: Unutulur zamanla her acı...
Sen karşımda böyle heybetli durdukça ne faydası olacak zamanın...
Kaldı ki gitsen ne fayda, kilitlenmişsem senli anlara sımsıkı... Zaman akadururken kaldıysam kilitlendiğim senli anlarda zaman dert mi deva mı bu durumda bana?

"Gidiyorum" diyorsun..
"Gitme" diyor yüreğim
"Gitme" diyor dilim
lakin, evet haklısın gitmelisin....

Göz görmez ise katlanırmış gönül.. Görmeye görmeye silinirmiş işte en derin hatıralar bile... Bir sızı kalırmış elbette ya, bilmezmiş insan o sızlayıp duran ne yüreciğinin bir köşesinde...

Tabi şimdilerde sen başköşesindesin yüreğimin ya... Gidersen... Görmezse gözüm...  Bir müddet sonra katlanırmış gönlüm...
"Baş"köşeden
"Bir"köşeye aktarılırmışsın yürekte, zamanla hatırlanmazmış suretin bile...
O aktarıldığın köşeye bir sızı bırakırmışsın işte sadece.

Zamandır ilaç deyip durmaları da bundanmış işte... Ben senli zamanlara kilitlenmişken bana derman olmaz zaman demelerim boşunaymış..
Hep öyle söylediler...
dediler: "Her acı silinir, belli belirsiz iz bırakan sızısı haricinde..."
Hişşt gel yaklaş kulak ver bana da bir sır vereyim mi sana?
laf aramızda
canları cehenneme... Aman duymasınlar da....

Hem zaten demesi kolay onlara, öyle ya..
Onlar değil sana bunca tutkuyla bağlı olanlar nasılsa...

"Zaman
Sık dişini aman,,, bak zaman...
Zamanlaaa, zamanla
Zaman lazım sana bırak zamana...."

diyorlar diyorlar diyorlar
offf duymak istemiyorum daha fazla
çınlıyor inan kulaklarımda, imanıma küfrediyorlar adeta...

Aslında haklılar belki ya... dakika dakika örülü değil mi zaman ve her geçen dakika hayat damarımızdan eksilen bir damla kan misal yaklaştırmakta değil midir bizi kaçınılmaz sona? ...
Kaçınılmaz son dediğimse soluksuzluk işte....
[sensizlik de bir nevi soluksuzluk aslında bana ya.... boşver işte o da ayrı dava..]

Git
hadi git
Gidersen bitermiş azabım zamanla...(!)
Gitmelisin o halde...
ama
Sen
Sen bunu yapma be...
Boşver gitme...

IMG_3656


İlacımmış zaman...
Hah gülerim ben buna.. Resmen palavra...
Adım adım varıyorsak işte o ilaç denenle sona
ilaç dediğin kurtarmak - kollamak için değil midir ölümden insanı sorarım sana?...

Bu zaman denen zıkkım damla damla (dakika-dakika) yaklaştırıyorsa bizi soluksuzluğa...
İlaç değildir de zehirdir bana kalırsa
Sensiz hayat damarlarımdan sızan her damla resmen zehir olur bana anlasana......

14 Ocak 2011 Cuma

siyah-beyaz yayınlı televizyonlu yıllarda kalmış aşkım

Heyecanla beklediğim -çoğu zaman da belki pek bir şey anlamadığım ancak yine de dinlemeye doyamadığım- radyo tiyatrolarından duymuştum "AŞK"ı...




Çocuklukla genç kızlık arasına sıkıştığı zamanlar olur hani her kadının büyümeye çalışırken...



Tam o zamanlarıma denk geliyor olmalı bu dinlemeler... Yumar gözlerimi hayal ederdim... Ne geçerdi gözlerimin önünden şimdi muamma... Tek aklımda kalan çok hoşlandığım o hayal anlarından...



Televizyonla tanışmam bir hayli kendimi bildiğim zamanlara denk gelir benim... Tek kanallı, sadece akşamları yayın yapan, siyah-beyaz yıllar...



Filmleri beklerdim dört gözle, anımsıyorum. AŞK filmlerini severdim en çok... Görüntü de girmişti ya işin içine daha bir renklenmişti hayallerim...



Ben siyah-beyaz görüntüleri renkli hayallere çevirebilen bir nesildenim. Şimdiki rengarenk dünyada gıpgri yaşayan çoğunun aksine...



Olsa olsa bundandır "siyah-beyaz televizyon yayınlı zamanlar"da kalmışlığı ve bugüne uyumsuzluğu bakışımın "AŞK"a



IMG_6193

Geceye Dalan Gözler

IMG_4120


Ne anlatır geceye kadının dalan gözleri...


Yansıyan gölgesi midir daha koyu

yoksa bakış yönüne düşen yaşan(ma)mışlıkların izleri mi...

Coşkulu, taşkın bi yalnızlık mı gözlerindeki..

Durağan kıpırtısız bir kalabalık mı yoksa...

...Zihninden geçenin yokluğunun militan yanı mıdır gözbebeklerine yansıyan hüznün izi...

yanında olmak isteyeni göndermenin iç huzurunun vicdan azapsal yanı mı yoksa

Kaybolma duygusu mu kadını böylesi daldıran geceye

Bir alışkanlık olan

kaybolma duygusu gözlerde

ve

ayışığı dansı dudak kıyılarında.....



Neslihan Karayakaylar Tamyaman

13. 01. 2011 / Başkent...



Model: Ayşe Keskalan (sonsuz teşekkürlerimle....)

11 Ocak 2011 Salı

Yazgüneşi Bulutların üstünden sesleniyor bu defa

IMG_4006









Anne olmak dünyanın en acayip hissi
enlerin de eninde bir durum...

çok harika bir gününü insanın cehenneme dönüştürebilen bir şey mesela
ne bileyim basit bir 38 santigrat derece ile...

ve
berbat bir günü
muhteşemliğe de çevirebilme özelliği var aynı oranda...

IMG_4010


kızımın ilk başarısı bu..
konu sanat olduğunda ilk olmayacağını %100 biliyorum ben
bu o kadar belli ki şimdiden...
ve tuhaf da bir ego veriyor bu annelik insana
"böylesi sanatkar ruhlu bir çocuk doğurabilmişim ne mutlu bana" diye gönenip duruyorum aslında bu haberi aldığımdan beri
paylaşmak için takvimin elime ulaşmasını beklemiştim..
her yıl Trafik Kurulu'nun çıkarttığı
ve içine, yüzlerce çocuğun trafikle ilgili yaptığı resimlerden seçilerek, ancak 12 tanesinin yerleştirilebildiği bir takvim...
Defne'nin resmi Ağustos ayında
doğduğu aya konmuş olması tesadüf mü kasıtlı mı bilmiyorum
ama
çok mutlu oldum
koltuklarının kabarması insanın nasıl bir şeymiş
artık biliyorum..

IMG_4008

teşekkürler meleğim
bu güzel hissi henüz 5.5 yaşındayken yaşattığın için bana.....

IMG_4011

Bizim minik mirel matthew

Hamileyken oturur Büü ile polemik yapardık..
"dudağı sana benzesin"
"nck sana, burnu da bana"
"tamam ama parmakları ben gibi olmalı bence"
"ve hayata ben gibi bakacak şekilde çalışan bir beyne sahip oolsa mı?"
gibi abarta abarta...
her seferinde derdim ki "hepsi teferruat, saçı bir de gözü benzemesin de bana ondan gayrı neresi kime benerse artık" diye...
Sonra Defne doğdu -capon balığı dedik tıpkı balık gibi olduğundan-

18 aylıktı aslında ben miyop olduğunu anladığımda ama olası gerçeği geciktirdim aklımca da 25 aylıktı hayatı gerçek anlamda görmeye başladığında.... :.(
aman
neyse
bu değil konu
dedimdi dedim ya hani gözü bi de saçı benzemesin diye
sonuç
kızımın saçı ve gözü dışında tamamı minik baba

Benim saçım aşırı ince telli olduğundan ne yaparsam yapayım iki telden 3 tele geçmiş gibi demo bile yapamaz
o derece
Büü'nün hem kalın telli hem kıvırcık son derece kaliteli saçları vardır halbuki.
Gözü de şahinler gibi km.'lerce öteki görür sanki...(maşallah)
neyse
bu benzemesin dediğim yerlerini benden alıp geri kalan tüm fiziksel özelliklerini babasından almış olan güzel kızıma nice zamandır saçlarını kestirmemize müsade alabilmek için dil dökmekte idim

En nihayetinde sabahları koştur telaş saç taranmasından,uçuş uçuş saçlarının gözüne gözüne girmesinden kendisi de yılmış olacak ki, inanılmaz bir biçimde ikna oldu kestirmeye

bana kalırsa
-o mutlu olsun diye değil, ciddi anlamda öyle düşündüğümden-
muhteşem oldu..

IMG_3770

IMG_3774

IMG_3781

IMG_3793

IMG_3797



IMG_3814
IMG_3818


IMG_3820


minik bir fransız asilzadesi havasına büründü




bizim minik yoluk latina....





IMG_3822

10 Ocak 2011 Pazartesi

Simit-Cafe'de karın doyurmak gibiydin bana....

Ey Sevgili...,



Seninle neler hayal eder, neler kurarken kafamızda, biz hep yarım, hep eksik yaşadık...



Hissettik, söyleyemedik... Söyleyebildiklerimiz değildi hissettiklerimiz... Ayaküstü açlık gidermek gibiydi sevişmelerimiz.. Zamanın modası ya hani "Simit-Cafe"ler; ismi bile oturmamış hani- yarı Türkçe, yarı İngilizce...yarı alaturka, yarı alafranga... Onlar gibiydi seninle konakladığımız aşk duraklarımız...
IMG_3757
Acele

Ayaküstü

Ama çok rahat

Ama çok lezzetli



Susamı dar zamanlara dökülen bir aşktı bizimkisi... Hani silkelersin, temizledim susamları dersin ama; olmadık bir zamanda, olmadık bir yerde çıkıverir karşına... Ya bir çanta kuytusunda sıkışmıştır ya bir gömlek cebinde...

IMG_3747

Dardı vakitlerimiz; evet... uzun uzadıya paylaşamadık paylaşalım istediklerimizi... Lüks bir restaurantta, fiyatı akıllara zarar, yıllanmış Fransız şarapları eşliğinde uzun uzun sindire sindire yenen bir yemek olmadı hiç bizim birlikteliklerimiz...
IMG_3736



Simit-Cafe'de tavşan kanı çay eşliğinde hızlıca atıştırılıveren simitle karın doyurmak gibiydi sevişmelerimiz...



Kaçamaktı



Hızlıydı


Ama çok doyurucu





ve çok lezzetli...











Pahalı restaurantlarda elimizi ayağımızı nereye koyacağımızı bilemeden uzun uzadıya karın doyurmaya uğraşıp da aç kaldığımız öğünler misal sevgililerimiz olmuştu elbette ikimizin de, lâkin acıktık mı, kazınıverdi mi midemiz aklımıza hep Simit-Cafe'de atıştırılıveren o lezzetli simitle, tavşan kanı çay geldi... Onu çekti canımız, "o pahalı restaurantlara gitsek de, şarap eşliğinde lüks yemekler yesek" demedik...

IMG_3756

Sevgili

Ne yaşadıysak ayaküstü, ne yaşadıysak hızlı, hep bir yerlere yetişme telaşlı...

Zamana mekâna bakmıyor işte...

kuytu mekânlarda hızlıca seviştik belki ya, ufak taburelere sıkış pıkış oturup yenen simit misali, akılda kalıcı, doyurucu, ilk açlık hissettiğimiz anda o anı anımsatıcıydı hepsi...

IMG_3751

Susamını dar vakitlere döke saça yedik simitlerimizi...

Tavşan kanı çayımızla...



İşte şimdi ne vakit yumsak gözlerimizi -biliyorum ikimizin de- bu kısacık anlar yer etti hatırına...



ve ne vakit bulsam silkeledim zannettiğim susamlardan birini bir çanta kuytusunda

ve ne vakit bulsan silkeledin zannettiğin susamlardan birini bir gömlek cebi kıyısında



yayılıyor dudaklarımıza biliyorum

hüzünle-huzur arası bir gülümseme usulca....

son bir defa öp....

kissme


Anladım gidiyorsun daha öncekiler gibi


Hiç olmazsa SON BİR DEFA ÖP
Bu kadar zor mu seni sevdim bir zamanlar demek

Öyle zor ki yeniden sevmek



Yalnızlık eski bir ezber

Ayrılık alışkanlık

Sensizlik bana dost bana eş

Bu kadar mağrur olma

İnan sen olmasan bile

Hayat devam eder, doğar güneş



Susma veda ederken

Biraz gül, bir şey söyle giderken

Gitme, hemen gitme kal

Biraz dur, daha erken



Söz: Sezen Aksu

Müzik: Haris Alexia

dinlemek için bir tık: http://www.youtube.com/watch?v=fwClDCCVSGc

9 Ocak 2011 Pazar

MASKE

IMG_3836 Maske ölmek isteğidir sevgilim


gerisingeriye dönen etiket

bak gökyüzünde takma bulutlar

ümitlerini yükseğe ayarla

ve bataklık halılarında dinlen

ey kutsal beden

sana da gelecek sıra

pilindeki kuraklık yetmiyor değil mi

hatıranın yüksek gerilimine

başkalarının bantlarında batıp çıkıyor sesin

kağıttan intihar kuleleri

eteklerinde dipnotlarıyla devrildi tek tek

bilgisayarlarının depoladığı vahşetten çıkış alıyor

yeni bir maskenin formülleri

granite dönüşsün diye iskelet iskelet ve etiket

Doğru, kolay silinebilir bir muşambadır seks

ateşten geçirir karton filmleri

bazukalar altında kadife gece

leoparlar öldü sevgilim, parslar, jaguarlar

çölü olmayan bedeviler platoların yeni aynalar

tinerle sil maskeni, ekrandaki görüntüyü ayarla

volümünü kıs kalbinin, dahili hatta seni arıyorlar



Ludwingshafen - Haziran 1991


Murathan Mungan

IMG_3847

5 Ocak 2011 Çarşamba

Susan Adamla diyaloglar....

"Biliyorum" dedi kadın...
"biliyorum yanlışım...
ben sanırım yanlış yapmak için doğmuşum"

Adam susuyordu...

"İmkansız aşka yelken açtı gönül teknem.. Fırtınaya yakalandı da vazgeçmedi yenilmekten"
dedi kadın...

Adam susuyordu...

Kadın da sustu bir süre.. Loş bir cafede kuytu bir masada oturuyorlardı...
Kadın gözpınarlarında ağırlaşan düşmeye hazır damlacıkları bertaraf edebilmeyi umuyordu
İçinden "hayır ağlamayacaksın" diyordu...

Sokaktan bir satıcı geçti..
Avaz çığlık...
Sesi yankılanıyordu lakin, ne sattığını anlamanın imkanı yoktu...


İçini çekerek
"Ben seni, eller gibi, beni sev diye sevmedim..."
dedi kadın
"tek istediğim seni sevmeme izin vermendi,
benim ol istemedim
beni sev istemedim..."

Adam susuyordu...

Kadın sarfettiği her sözcüğün havada asılı kaldığını görüyordu... İnfazı gerçekleşmiş mahkumlar gibiydi her kelimesi... Cansız sallanıyorlardı boşlukta...
Elleri titriyordu, başı yerdeydi... Utancı dünyalar kadar..

"gözgöze gelince içimde kopan fırtınayı durduramamaktı,
ten tene değince, içime saklanan fahişe ruha gem vuramamaktı
suçum"
dedi kadın
"bağışla"

Adam susuyordu...

Bir çırpıda konuşayım deken içine hapsettiğini fark ettiği nefesini bir anda dışarı bıraktı kadın
ve devam etti
"hep sustun... hep" dedi usulca
"yakışmazdı dile getirmek böylesi bir aşkı, bu yaşanmışlığı senin ağzına...
sen sustun...
ben konuştum boyuna..."

Ağırlaşan damlacıkları göz pınarlarında daha da olası değildi tutması kadının...
düşündü içinden
"Kahr olsun kadın sana, lanet olasıca, ağla Allahın cezası, zayıflık abidesi ağla..."
ve bıraktı sımsıkı tutmak için nicedir eziyet ettiği göz kaslarını serbest ve pıtır pıtır pıtırdayıverdi gözyaşları sıkıştıkları yerden özgürlüğe akmanın coşkusuyla gözpınarlarından yanaklarına...

Adam susuyordu...

Kadın iyiden iyiye direncini kaybediyordu.. Artık savaş veremeyeceğini, bu çırpınışın sonuncu olduğunu biliyordu...
Biliyordu tek kelime etse adam
ama tek kelime
her şeyi bir yana bırakıp ona sımsıkı sarılacağını biliyordu...

Usulca iyiden iyie eğdi başını...
damlacıklar hala pıtırdıyordu

"paylaştıklarımızı" dedi
"onları tek başıma yaşamadım ben, sevişirken yanımdaydın sen de.. Ben esrik heyecanlarda soluksuz devinirken, uzaktan seyretmiyordun sen... Ten teneydik hatırla o anlarda...
şimdi sahip çık yaşadıklarına
susmayı tercih ettin ya bunca vakit.. Şimdi ben giderken sakın vedalaşma suskunluğunla
SUS....
Ebediyete değin sus konu ben olunca, susan adam olarak kal anılarımda..."

bunları söylerken kadın artık hıçkırıyordu...

sonra usulca kalktı ayağa, yanına bırakıverdiği çantasını ve ceketini aldı... kasaya ilerledi, içtiklerinin parasını ödedi, arkası dönüktü adamın, ödeme yaptığını görmedi... Para üstünü alıp yerleştirdikten sonra cüzdanına gidemedi kadın, seyretti adamın sırtını bir süre...
Adam başını ellerinin arasına almış öylece oturuyordu...
Durdu durdu duramadı kadın... ilerledi adama doğru, dokundu usulca omuzuna, irkildi, başını kaldırdı adam
Tamamen şaşkın, tamamen boş bakıyordu...

kadın avazı çıktığı kadar bağırarak sarfetmek istediği sözcükleri, sakin sakin; bir annenin çocuğuna uyku öncesi masal anlatma ses tonuyla dökmeye başladı dudaklarından...
Ortalık yere düşen her kelimenin düşüşüyle kristal bir vazo gibi gürültüyle kırılıp parça parça oluşuna kılını bile kıpırdatmadan

"madem"
dedi
"madem defolu bir aşktı benimkisi..
üzerinde konuşmaya bile değmezdi madem
buna sebep
şimdi
toparlayıp defolu aşkımın pılısını pırtısını da
hayatından def'o'lup gidiyorum işte...."

sonra hızla dönüp arkasını, çıkıp gitti kapıdan

Artık ağlamıyordu

bdep
Adam bıraktığı yerdeydi
masaya dayadığı kollarının üzerine düşmüştü kafası...


SUSUYORDU...........................

4 Ocak 2011 Salı

Kadının Fendi....

Tarih: 30 Aralık 2010

Latina'nın okulda yılbaşı kutlaması yapılır..
Anne ve Baba hazır ve nazırdır bu defa ikili olarak kutlamada...
Latina çok eğlenir..
Okul çıkışı Market'e gidilir Yılbaşı gecesi için alışveriş yapmaya
Yazgüneşi yapmış olduğu listeyi arabada unutmuştur, aklında kalanalrı alırlar ama eksik olup olmadığından emin olamayan Yazgüneşi Büü'e acıklı gözlerle bakar
zira ayağına giymiş olduğu 25 karış boyunda topuk sahibi botlar hiç de arkadaş canlısı davranmamaktadır ayaklarına tüm gün onca içiçe olduktan sonra..ve haliyle arabaya kadar gitmek de zoruna gitmektedir doğallıkla...
Büü arabaya listeyi almaya gidince Yazgüneşi oyuncak bölümünün oradaki koltuklara oturtulur Latina tarafından çekiştirilerek
ve Latina burnunu kırıştırarak "deniz kızı Merliah barbie"sini gösterir annesine
"Anneee ben bunu istiyorum... Çok güzel"

"Barbie almayacağız diye sözleştik ya unuttun mu kuzucum"

"Ama çok seviyorum bunu
(son derece acıklılaştırılmış bir ses tonu ile)
"Rüyalarıma giriyor bu Merliah"

"Hadi yaaa, ne fena, benim de rüyalarıma  bir 320i Cabrio giriyor ama alamıyorum canım... hayat böyle"

"Öffff annnnnnnnneeeeeeeeeeee........."

"Öffffffff Defneeeeeeeeeee....."

Bu arada Büü elinde liste gelir, Yazgüneşi listeyi alarak eksikleri tamamlamak üzere Büü ve Latina'yı orada bırakıp marketin diplerine dalar. Geri döndüğünde Latina'nın suratında hınzırca bir gülümseme vardır Büü ise gülmekten katılmış karnını tutmaktadır...

"Heyy neler oluyor" der Yazgüneşi...

Büü "yaa bu ne dedi biliyor musun?"

Yazgüneşi: "Biliyorum, Merliah rüyalarıma giriyor dedi. .
Atıyo"

Büü: "Evet farkındayım ama çok komik bu kız
çok yaratıcı
ikna oldum ben, alıcam, yılbaşı hediyesi,
bana -babacım Merliah benim rüyalarıma giriyor, o zaman uyandığımda ben çok kötü oluyorum, içim acıyo- dedi
sırf bu yaratıcı yaklaşımı yüzünden almaya karar verdim..."

Yazgüneşi" :))))) hmmm, e peki madem"

IMG_3178

IMG_3176

ve tarih bir kez daha tekerrür etti
Kadının fendi Erkeği yendi......

IMG_3185

Aradan 2 gün geçer
Tarih 1 Ocak 2011

Yazgüneşi: Büüüü

Büü: Hıııı

Yazgüneşi: Yaw biliyo musun, 2 adet 600 wattlık, 1 adet 200 wattlık flaş -ayaklarıyla-, 2 softbox, 1 gümüş, 1 altın renkli reflektör ve 1 şemsiyeve 1 tetikleyici eşliğinde bir paraflaş set ile bir de ayaklı sonsuz fon -beyaz-siyah-gri- şeklinde değişebilen- giriyor rüyalarıma, uyanınca çok kötü oluyorum, içim acıyor kocacım yahuuuuu"

Büü: "Yemezler, özgünlüğe davet ederim seni"

Yazgüneşi: "Tamam ne var
Şansımı denedim...."

E Kadının fendi de bir yere kadar haliyle......

:P

3 Ocak 2011 Pazartesi

"Fotoğraf - Çerçevedeki Gizem" Mary Price

1

"Hareketsiz fotoğraf zamanı iki boyutta durdurur. Hareketli resim, yani film, ise zamanı görünüşte üç boyutlu bir anlatıya dönüştürecek şekilde uzatır. İzleyici, gerçek insanlar zaman içinde hareket ediyormuş gibi görsün diye, karelerin hızlı hareketini ekrana yansıtmak, o gerçekliğin bir parçasını hareketsiz bir fotoğraf içinde yalıtmaktan farklıdır." (s. 13)

"Fotoğraf makinesi, göz ile karşılaştırılabilir. Aradaki fark, fotoğraf makinasının herhangi bir gözden öte bir şey olmamasıdır. Fotoğraf makinası düşünmez. Yargılama, seçme, düzenleme, dahil etme, dışlama ve yakalama ile ilgili her şey fotoğrafçı aracılığıyla olmak zorundadır ya da havadan çekilen fotoğraflarda olduğu gibi, çok özel durumlarda fotoğraf makinası programlayıcısına gereksinim duyulabilir. Düşünen ve gören fotoğrafçıyla kaydetme aracı olan fotoğraf makinası arasındaki ayrışımdan dolayı, fotoğrafa bakan kişi için herhangi bir fotoğrafçıyı yaratıcı olarak nitelendirmek, diğer görsel sanat eserlerinin yaratıcılarını nitelendirmekten daha zordur." (s. 15)

"Bir portrenin birincil kimliği, bir kişiye ait olmasıdır. Fiziksel varlık, ortam ne olursa olsunaynıdır. İkincil olarak, portre kendi ortam ve tekniğinin bir örneğidir. Ressamın yarattığı "gerçeklik", öznenin nitelikleri ve görünümünün farklı bir bakış açısıyla, yani ressamın görüsününinatçı direnişiylebir birleşimidir. Fotoğrafçının görüsü, ressamınki gibi, aynı "gerçekliğin" farkına varsa da, aynı ışık etkilerini kullansa da, karakter ve görünüm için aynı niteliklere değer verse de, oldukça farklı zamansal ve maddesel kısıtlamalara maruz kalır ve sonuçta nicel farklar nitel bir fark yaratır. NitekimStanley Cavell şöyle diyebilmektedir:'Ben ... hepimizin sorduğu, fotoğrafın ne olduğu sorusunu soruyoru ... ve öyle sanıyorum ki siz onun yabancılığının farkına varamıyorsunuz; örneğin fotoğraf ile özne arasındakiilişkinin bizim temsil kavramımızla uyuşmadığını anlayamıyorsunuz; biri diğerinin yerine geçiyor ama aralarında bağlantı yok, ya da biri diğeriyle benzerlik oluşturuyor ... Bir temsil, öznesinin kimliğini vurgular,bu yüzden benzerlikten söz edilebilir; bir fotoğraf ise öznesinin varlığını vurgular, onu kaydeder, bu nedenle de transkripsiyon olarak adlandırılabilir.'". (s. 19-20)

"Transkripsiyon, bir şeyin başka bir şeyle kaçınılmaz olan, uydurulmuş, tasarlanmış ya da imgelenmiş olmayan ilişkisidir ve dış dünya ile fotoğraf arasındaki ilişkiye verilen addır." (s.20)

"Barthes fotoğrafın büyülü bir türüm olduğunu söyler. Tagg ise öyle olmadığını. Barthes fotoğrafın geçmişte var olan bir şeyin kanıtı olduğunu söyler. Tagg ise maddesel tarihçesi ve kullanımı araştırılarak belirlenecek bir şeyin kanıtı olduğunu.

Batrhes'ın savını yadsımakta ısrar etmemiş olsa, Tagg'ın savı tamamıyla anlaşılabilirdi. iki önerme arasındaki bir fark da, barthes ince, şiirsel ve hem yaratıcılığa hem de yaratıcı dile yakın bir yavır sergilerken, Tagg, Barthes'ın fotoğrafla ilgili yaratıcı çözümlemesini hoş karşılaması durumunda, olasılık ve özgüllükten ödün vereceğinden korkar gibidir.
....
Tagg, bir fotoğrafın anlamlarının ilginin yönü ile açığa kavuştuğuna, ilginin açığa vurulmasının da fotoğrafın tasarlanmış kullanımına bağlı olduğuna inanır. Barthes'dan ayrılan yanı, fotoğrafın kullanım alanı için ileri sürdüğü savdır; her iki kullanım da -Barthes'ın kişisel, görüngübilimsel kullanımı ya da Tagg tarafından koyutlanan kuramsal, maddeci kullanım- bana savunulabilir gibi görünüyor. Her ikisi de yorumun gerekliliği konusunda hemfikirler; fotoğrafın nesneleri transkripsiyon yoluyla kaydettiği konusundaki inançlarında da, nesnelerin var olan ışığı engellediği konusundaki düşüncelerinde de aralarında bir fark yoktur" (s. 22-23)

"Erwing Goffman 'resimler hakkındaki günlük konuşmalarımızı nitelendiren sistematik belirsizliklere' işaret eder. En bulanık ya da akıl karıştırıcı söz, bir fotoğraf bir şeye "ait" dendiğinde kullanılan "ait" sözcüğüdür. Fotoğraf konusuna "ait"tir; konu ise yalnızca natürmort, bina, manzzara, hayvan ya da figür (insan, yer ya da şey)değil, bir durum da olabilir. Fotoğraf bir kişiye "ait" ise, konu ve durum aynı şey olabilir. Eğer bir reklam öncelikle kişiyi giydiği giysilerine ağırlık vererek resmediyorsa, durum burada modellik olabilir. Ya da kişi önemli unsur olarak gösteriliyorsa, durum portreleme olabilir." (s. 27)

"Resmin neye ait olduğu sorusu içinde, fotoğrafçının niyetinin ne olduğu sorusu gizlidir." (s. 28)

"Sontag, fotoğrafların büyük gücü olduğu ve insanları büyük ölçüde yanılttığı konusunda Tagg ve Burgin ile aynı fikirdedir. kullandıkları dildeki belirsizlikler sayesinde etkileyici konuşarak ikna eden kişiyi, çözümleyici ve eleştirmeni suçlamak yerine, Sontag fotoğrafçıyı suçlar. Ona göre Eugene Smith, Nimata'daki cıva zehirlenmesinin yol açtığı bedensel bozukluktan zalimce yararlanarak ortaya çok güzel bir fotoğraf çıkarmıştır." (s.28)

"Pek çok durumda, fotoğrafçı bir fotoğraf ile bir yaşam arasında seçim yapmaz. Seçim müdahale etme ile etmeme arasında değil, fotoğraflama ile fotoğraflamama arasındadır; öyle ki fotoğrafçının bulunduğu bir yerde fotoğraflamama etik karar gibi görünebilir. Bazı fotoğrafçılar gördükleri dehşey nedeniyle fotoğraf çekmeden uzaklaşmayı tercih etmişlerdir. Diğerleri ise fotoğraf çekmişler (örneğin Bengalli katilleri) ve dehşeti belgelemişlerdir.
...
Müdahale etme, profesyonel fotoğrafçılar için sıradışı durumların çoğunda uygulanamayan ve büyük olasılıkla -kurbanlar için olduğu kadar olayın kendisi için de- yararsız bir eylemdir. Müdahale eden bir fotoğrafçı kolayca kurbanlardan biri olabilir. Fotoğrafçı, sonuçta vicdanı rahat olarak acı çekse ya da ölse de, tek başına bir erdem örneğinin diğer kurbanlara yardımı olmaz; oysa bir resim kamuyu etkileyebilir. Bu müdahale etmeninher durum için olanaksız ya da uygulanamaz olduğu anlamına gelmez, yalnızca fotoğrafçının rolününbir parçası olmamalıdır; tek başına fotoğrafçı, bu sıfatıyla bir oyuncu değil, bir tanık ve kaydedicidir." (s. 30-31)

"Birebir betimlemede ne gördüğünün adı konmadan, fotoğrafların kavramsal yorumunu imgelemek zordur. Kavramsal yorumlar da daha ilginç olacak diye bir şey yoktur. Yalnızca görsel olarak adlandırılabilir unsurları, konuyu (konuları), aslına uygunluk ve kavramsallığın ikili görüsünü koruyacak şekilde pekiştirirse ilginçtir; konular yerine soyutlamaları kullandığında ilginç değildir." (s. 36)

"Nadar: '(fotoğraf için) fikir,tamamlanmış biçimde insan beyninden çıkar; doğmasının hemen ardından bitmiş yapıta dönüşür'
Farklılık dönüştürülen 'hayal' ya da 'imgelem' ile '.. tamamlanmış biçimde insan beyninden çıkan fikir'in anında 'bitmiş yapıt'a trascripsiyonu arasındadır.
... Nadar için süreç insan beyninde başlar. Öncelikle portre fotoğraflarıyla tanınıyor olsa da Nadar'ın aynı zamanda çizgi romancı ve karikatürcü yanları da vardı. O, teknik ressam ve fotoğrafçı arasındaki ayrımı yıkarak bu iki sanatı birleştirir ve çizim ya da fotoğraf özelliğini el işiyle değil fikir yaratmayla özdeşleştirir."(s. 48)

"Bir yandan fotoğraf, sadece var olduğu için kendi kendini özgünleştiren bir belgedir; fakat anlamının açıklanması gerekir. Kendini özgünleştirme, sahteciliği dışlamak zorunda değildir; sahtecilik varsa, bu da açıklamaya dahil edilmelidir. Fotoğraf görsel olarak -hangi ölçütlere dayandırılacak olursa olsun- çarpıcı olabilir ve salt bu yüzden açıklanmaya değerdir. Bir zamanlar günlük hayatın bir parçası olöuş fakat görsel olarak fotoğrafta geri gelmeyecek şekilde kaybolmuş tarihsel ayrıntılar nedeniyle bile merak konusu olabilir." (s. 55)

"Hippolyte Taine'in 'Zaman bir kazmanın toprakta yaptığı gibi bizde izlerini bırakıyor, bizi buruşturuyor ve ahlaki yapımızı ortaya çıkarıyor' benzetmesi bugün bile büyüleyicidir." (s. 81)

"Aklın gözü ile gerçek gözün gördükleri arasındaki kayma, insanların birbirine uydurmaya çalıştıkları görme biçimleri, hiçbir zaman kolaylıkla doğrulanamaz." (s. 103)

"Nü tam anlamıyla hiç seksi değildir; ancak bedenin zengin, fakat o an için tutkusuz biçimdeki duyumsal değerinin onaylanıp açığa vurulması bakımından erotiktir.
...
Tıpkı Kenneth Clark'ın dediği gibi, ne kadar iffetli olursa olsun tüm nü resimlerin içinde saklı bir erotiklik vardır ve resim heykel ya da fotoğraf olsun tüm nüler  bir auraya sahiptir. "Gizemli"nin gücü ya da daha çok içeriği, romantik, gizli, bulanık veya mehtaplı (bu sözcüklerin her biri özel bir durum için geçerli olabilse de) anlamında sıradanlaştırılmamalıdır." (s. 113)

"Genellikle anmaya değer fotoğrafçıları farklı kılan şey, biçimdeki anlamın görsel olarak fark edilmesidir. Bu, üç boyutlu nesnel dünyayı iki boyutlu düzlem biçiminde, genellikle siyah beyaz, ayrı bir bütüne dönüşmek üzere olan o parçanın ne anlama geleceğini anında değerlendirecek bir görme yeteneğini gerektirir.bu mucizevi, üzerinde yoğun olarak düşünülmüş bir süreçten çok, fark edişin aniden parıldamasıdır." (s. 115-116)

"Fotoğrafçılık herkesin birbirine eşdeğer düzeyde iyi olduğu bir alan olsaydı, o zaman başarılar rastlantısal ve mekanik olurdu. Fotoğrafçı gördüğünü kopyalar, çünkü gördüğü şeyler bir şekilde anmaya değer, olağanüstü etkileyici, duygusal ya da tipiktir şeklindeki cömert varsayımla işe başlamak daha iyidir. Betimleme ve adlandırmak, görme sürecini yorumlayarak sürdürmektir. Adlandırma, verilen ad 'Başlıksız'  bile olsa bir yorumdur." ( s. 119)

"Fotoğraf çerçevesinin sınırları kendi içinde enerjileri sıkıştırır. Büyüleyici olan geçen zaman değil, görüntünün yakalanması ve çerçevenin içine hapsedilmesidir." (s. 126)

"Çağdaş bir fotoğrafçı olan Yousuf Karsh, kendi portreleri hakkında şöyle der: 'Tüm bildiğim, her erkek ve kadının kendi içinde bir gizi olduğudur... Bu gizin açığa çıkışı, eğer çıkarsa, saniyenin çok küçük bir parçasında, bilinçsiz bir hareketle, gözün bir ışıltısıyla , bütün insanların en derinlerindeki kendilerini dünyadan saklamak için taktıkları maskelerin kısa bir süreliğine kaldırılması ile olur. (s. 162)

"Arbus şöyle der: 'Çoğu kimse, travmatik bir deneyim yaşayacağı korkusuyla yaşamını sürdürür. Hilkat garibeleri, travmaları ile doğmuşlardır. Hayatlarının sınavını çoktan geçmişlerdir. Onlar aristokrattır.'" (s. 166)

"Heinrich Böll şöyle der: 'Fotoğrafçılığın en büyük aldatmacası, en baştaki 'nesnel gerçeklik' aldatmacasıdır. Kararı veren objektif değil, fotoğrafçının gözüdür.' Böll, fotoğraf ve nesnel gerçeklik, somut ve soyut arasındaki bağlantıyı kabul eder, ancak her ne kadar fotoğraf aldatmak için gerçeğin aldatıcılığına dayansa da, her ikisini de aldatıcı olduğunu söyler. burada söz konusu olansa aldatmaca değil, yalnızca bağlantıdır.
gerçekten de, neyi ve ne zaman fotoğraflayacağını seçen, kaosta bir düzen gören ve kayıtsız gerçekliği anlama bağlayan fotoğrafçının gözüdür (aklıdır, niyetidir). harold Rosenberg şöyle bir yorumda bulunur: 'Çağımızda alışılagelmiş inanışa göre, dış görünüşler aldatıcıysa, gerçek de aldatıcılıkta onlardan aşağı kalmaz. Artık maskelere gereksinim duyulmamaktadır - yüzler yeterince anlaşılmazdır'." (s. 174-175)

"Tıpkı aynı nehirde iki kez yıkanamayacağınız gibi, aynı nedenden ötürü aynı fotoğrafı da iki kez çekemezsiniz. Aynı olarak görülebileb şey kesin olarak farklıdır, hatta bu fark yalnızca zaman bağlamında da değildir. Benjamin nesnelerin böyle kaydedilmesine "istençli, dldan dala atlayanbelleğin sürekli hazır olması' adını verir ki bu bellek 'mekanik yeniden üretim tekniğiyle güç kazanarak imgelemin oyun alanını daraltır.'. Benjamin'in terim olarak kullandığı istençli bellek, bilnçli bellektir. Fakat bu yalnızca bizim hatırlamak istediğimiz şey değil, hem geçmişimiz, hem de kimliğimizdir; deneyimin ve öğrenmenin ölçüsü, kendini tanımanın sınırıdır. Özel bir duruma ait kayıt, örneğin bir fotoğraf, o durumu gösteren kanıt olarak kabul edildiğinde, esneklik indirgenir veya düzeltilir ve artık uydurma, imgeleme ya da yeniden anımsama için bile belleğe çok küçük bir oyun alanı kalır." (s. 188)

"Fotoğrafın aurası, iki özelliğin de varsayıldığı mecazi dilde açıık bir hal alır. Birincisi, fotoğraf makinesi ve film aracılığıyla kaydedilen dış dünyanın varlığıdır. Diğeri ise, bu kaydın anlaşılmaz, gizemli ve büyülü olduğudur." (s. 188)

"Fotoğraf makinesi bir anı bir zaman parçasını kaydeder. Fotoğraf mekinesi, Benjamin'e göre, şok anını yalıtan, sürdüren ve bildiren bir etmendir. Hatta 'aygıt, o ana adeta ölüm sonrası bir şok veriyordu' der. 'Ölüm sonrası'dır çünkü geçmişte kalan an bir daha geri getirilemez. Bir anlamda yinelenemez, bu yüzden adeta ölü gibidir." (s. 196)

"Benjamin'in mihenk taşı, fotoğrafın mucizesini ve büyüsünü geniş biçimde kullanan Proust'tur. Proust, gerçek ve hayali Albertine'de, auanın eşzamanlı olarak fark edilmesine ve çözülemsine ilişikin bir imgeler örtüsü yakalar:
     Ayrıca hazfıza derhal birbirinden bağımsız klişeler çıkarmaya başladığı, klişelerdeki sahneler arasında her türlü bağlantıyı ve devamlılığı yok ettiği için, teşhir ettiği koleksiyonda onuncusunun, öncekileri ortadan kaldırması gerekmez. benim konuştuğum sıradan ve duygulandırıcı Albertine'in karşısında, denizin önündeki esrarngiz Albertine'i görüyorum.
'Denizin önündeki esrarengiz Albertine' sözü, el sürülmemiş aurayı oluşturur; 'sıradan ve duygulandırıcı Albertine" sözü ise auranın çözülmesine yol açar; her biri bir fotoğrafmışçasına, iki etki de aynı anda vardır.
Fotoğraf bağlamında Proust'un en anlamlı pasajı, Marcel'in sevgili büyükannesinin sıradan bir kırmızı yüzlü yaşlı kadına dönüşmesidir; ancak bu dönüşüm o kadar karmaşık ve anlaşılması güç bir biçimde yapılanmıştır ki eğretilemeli dönüşüm için verilebilecek daha basit ve çabuk anlaşılabilir bir örnek öncelikle öğretici olabilir. Marcel arkadaşı Saint-loup'un bulunduğu askeri kampı ziyaret eder. Askeri alayın sıraya girdiği alana penceredeb baktığında Yüzbaşı Borodino'nun, atını tırıs sürerek, ihtişamla geçtiğini gördü[m]; Austerlitz savaşı'ndaymış gibi bir yanılsama içindeydi görünüşe bakılırsa. ... Atının üzerinde dimdik oturan, yüzü birz yağ bağlamış, yanakları şahane bir dolgunluktaki, aydınlık bakışlı prens, bir sanrıya düşmüş olsa gerekti. Askeri düzenlemenin her zaman kesin kuralları olmuştur, ne kadar çok törensel ise o derece titiz davranılır. Yüzbaşı, tamamıyla biçimsel hareketlere, oynadığı oyunun kurallarına öylesine dalmıştır ki kendisini savaşta Napolyon rolünde görür; rolünü sanki gerçekmiş gibi oynarken oyunun kuralları tarafından baştan çıkarılmıştır ve görkem tantanaya dönüşmüştür; işte olayın gülünç yanı buradadır. Halkın gözü önünde sahneye konan bu kibirli kendini kandırmaca, dikkatli bir gözlemci olan Marcel'i eğlendirir. Marcel'in, kendini kandırmayı gözlemleyeceği bir sonraki durum ise ölümcül bir biçimde ciddidir. Bu seferki kendi kendini kandırmasıdır. " (s. 198-199)

"Gözümüz eler, çünkü düşünce ile doludur. Hem kurarak hem de gözardı ederek, öteki düşüncesini oluşturur. Görüşü denetleyen düşünceye bir katkısı olmayan ya da bu düşünceye uymayan şeyi gerçekten görmez." (s. 201)

"Fotoğraf, insanın bir andan daha fazlasına dayanabilecek cömertliği gösteremeyeceği gerçek dünyaya kısa bir bakışı kaydeden ve bir an için bile olsa gerçekliği açığa çıkarıyor gibi görünendir." (s. 216)

"Birey, fotoğrafçı ya da bakan kişi, gözleri fal taşı gibi açılmış bir durumda aynalar ülkesine girer, ancak ne gördüğünü hemen yorumlayamaz. Fotoğraflamak daha yakından izleyebilmemiz için zamanı yakalamanın bir yoludur." (s. 233 -SONSÖZ)

2 Ocak 2011 Pazar

Hedefler

Pek Sevgili Yazgüneşi:

2011'de

1- POZİTİF OL

2- HAYATA SIKI TUTUN

3- KIZINLA KALİTELİ ZAMAN GEÇİR

4- KOCANLA KALİTELİ ZAMAN GEÇİR

5- AİLE VE ARKADAŞLARINLA KALİTELİ ZAMAN GEÇİR

6- FORMUNU KAZAN, TERAZİDE HAFİF ÇEK

7- SPOR YAP

8- FOTOĞRAF ÇEKMEYİ ÖĞRENMEYE DEVAM ET

9- HAYATINA OLUMSUZLUK, ÜZÜNTÜ, SIKINTI GETİREN İNSANLARI AYIKLAYIP AT

10- SEVGİ VE ÖZVERİNİ HAK EDENLER İÇİN KULLAN, HAK ETMEYENLERİ HAYATINDAN AYIKLAYIP AT

11- ÇOK OKU

12- ÇOK YAZ

13- ÇOK DİNLE

14- AZ KONUŞ

15- KALİTELİ MÜZİK DİNLE

16- HAYATİ KARARLARINI İNCE ELEYİP SIK DOKUYARAK, BOL DÜŞÜNEREK VER

17- GÜNEŞİN DOĞUŞUNU DAHA SIK İZLE

18- HER FIRSATTA TATİL YAP

19- HER FIRSATTA SEYAHAT ET

20- İSPANYOLCA ÖĞRENMEYE BAŞLA

21- DANSA GERİ DÖN

22- YAĞMURLU HAVALARDA ŞEMSİYESİZ YÜRÜYÜŞ YAP

23- HER ŞARTTA GÜLÜMSEMENİ YÜZÜNDE TAŞIMAYA GAYRET GÖSTER

24- ALIP ALIP BİRİKTİRDİĞİN KUMAŞLARI DİK

25- ALIP ALIP BİRİKTİRDİĞİN YÜNLERİ ÖR

26- SEVDİKLERİN İÇİN KİŞİYE ÖZEL EL EMEĞİ MİNİK ARMAĞANLAR HAZIRLAYIP, ÖZEL OLMAYAN SIRADAN ZAMANLARDA ÇIKARTIP VER

27- HER FIRSATTA İÇİNDEKİ KIZ ÇOCUĞUNA DONDURMA AL

28- İNSANLARI OLDUKLARI GİBİ KABUL ET

29- AYDA EN AZ BİR KEZ KENDİNE ÇİÇEK AL

30- KENDİNİ SEV


Hadi rastgele.........................

untitled