26 Ağustos 2011 Cuma

USULCA GİDERKEN

DAHA ÖNCE SÖZ ETMİŞTİM
OFİSİ TOPLARKEN GEÇMİŞ YILLARDA YAZDIĞIM BİR AJANDA BULDUM İÇİNDE VARLIKLARI BİR YANA YAZDIĞIMI DAHİ UNUTTUĞUM ÖYKÜLERİM DENEMELERİM VAR DİYE
İŞTE BU DA BİR ÖYKÜ
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Usulca kapattım kapıyı çıkarken; uyuyordu ve onu uyandırmak istememiştim. Oysa bunun bir gün olacağını hissettiğim anlarda, hayalimde beliren, içimde birikenleri avaz avaz haykırıp, filmlerdeki gibi “eşyalarımı sonra aldırırım” deyip, kapıyı tüm gücümle çarpıp çıkmaktı. Şimdi elimdeki valizi çağırdığım taksinin bagajına yerleştirirken hayatın hiç de öyle filmlerdeki gibi olmadığını biliyorum.


İçimdeki hissi tarif etmem imkânsız. Ben, onun bıraktığı boşluğu mu yaşıyorum, yoksa nice zamandır taşıdığım bir yükten kurtulmanın hafifliğini mi?


Aslında hiç de bunları düşünmenin zamanı değil ve bunu taksi şoförünün “Nereye?” sorusuna verecek bir cevap bulamayınca fark ediyorum. Sonuçta eşyalarım ve ben bir taksideyiz, saat sabahın altısı ve bir yere gitmek mecburiyetindeyiz.


- İş yerim?

Valizim ve ben !

Bu imkânsız.


- Herhangi bir otel?

İşim dolayısıyla bildiğim tüm otellerle birebir çalışıyorum ve oralara gidemem.


Bu kentte mutlaka üçüncü sınıf oteller, moteller ve pansiyonlar var ama ben bilmiyorum.


- Arkadaşlarım?

Hiçbir arkadaş bir iş gününde sabahın altısında uyandırılmaz.



- Dostlarım?

Bu şehirde hiç dostum olmadı ki benim. Üç sene önce geldiğimde o zaten çoktan hayatıma sızmıştı ve muhtemelen buralara beni çeken de o olmuştu. Dost edinme fırsatı hiç tanımadı bana.



Ama bu kentte kalmak zorunda değildim ki...



Şoför mahallindeki yerinden yana doğru kaykılmış, sinirli yüz ifadesine aslında hiç de yakışmayan uykulu gözleriyle bana bakarak cevap bekleyen şoföre gülümsüyorum; artık verilecek bir cevabım var.



Terminale...



Bu saatte valizle nereye gidilir ki başka?...



Terminalde valizim ve ben taksiden iniyoruz. Telefon kulübelerinden birisine gidip kan kardeşimin numarasını çeviriyorum. Yedi sekiz defa çalıyor telefon ve uyku sersemi bir ses duyuyorum.



“Efendim”



Benim diyorum ona.

Başka birisi olsa “Manyak mısın bu saatte” der, terslerdi beni eminim. Oysa kan kardeşim “Yaptın değil mi?” diyor. Onu terk edeceğime inanan tek kişi oydu zaten ve hemen anlıyor. “Ben birazdan çıkacağım işe gitmek için kapıcıya anahtar bırakırım, ismini de söylerim, ondan anahtarı alıp eve gir” diyor.

- Nerdesin?

- Nereye gideceksin?

gibi sorular yok.

Ona gideceğimi hemen anlıyor ve benim ona diyebilecek tek bir şey var aklımda. Söylüyorum:

“İyi ki varsın”

“Akşama görüşürüz” deyip kapatıyor.



Saat 7:30 otobüsünde bilet buluyorum kolayca. Zaten hafta içi kaç kişi uzaklaşır ki bu şehirden.



Otobüste oturmuş kalkış saatini beklerken düşünüyorum onu ister istemez. Bu sıralar uyanmıştır çalar saatin o sevimsiz sesiyle. Henüz farkında değildir onu terk ettiğimin; pek az eşyamı aldım çünkü. Çoğunu bıraktım o evde. İçimden gelmedi onları da sürüklemek. Yine işe erken gittiğimi düşünmüştür beni göremeyince. Portmantonun üzerindeki ahşap kaseye bıraktığım anahtarlar gözüne çarparsa da unuttuğumu düşünür kesin



Ancak akşam geç vakit anlar dönmeyeceğimi. Ama bulamaz beni. Hiç bir zaman dostlarımın adreslerini, telefonlarını merak etmedi ve bilmedi; kan kardeşiminkini bile...



Gülümsüyor ve koltuğu geriye yatırıyorum. Otobüs hareket edeli bir kaç dakika oldu. Aylardan sonra ilk kez huzurlu bir uykunun derinliklerine doğru kaydığımı hissederken son düşündüğüm şey ilk molada şirketi arayıp istifa ettiğimi bildirmek gerektiği oluyor...



Eylül 1999

Neslihan Karayakaylar



12 yorum:

Elif Gizem dedi ki...

Çok güzel Nes. Nedense bu yazıyı okuduğumda yazarkenki halini hayal ettim. birgün seni yazarken görmek isterim...

derindenizbaligi dedi ki...

"...Hiç bir zaman dostlarımın adreslerini, telefonlarını merak etmedi ve bilmedi..." Harika bir öykü bu. Verdiği duygu, o kadar tanıdık ki. Ama hüzünlü, üzücü bir öykü değil bu. Aksine çok güçlü, enerjik, güç veren bir öykü. Kısacası çok sevdim.

Yazgüneşi dedi ki...

canımın içi çok sevindim beğenmene
12 yıl önceymiş dile kolay
27 yaşında bir kadının kaleminden çıkmuş...
görürsün elbette yazarken :) ben hep kağıt kalem kullanırım hala biliyor musun.. sevmiyorum dijital yazmayı, kalemin kağıtta çıkarttığı o ses olmazsa kağıdın kokusu.. kalemi kağıt üzerinde kaydırışım.
o zaman eksik kalıyor sanki yazdıklarım :)

kucaklarım

Yazgüneşi dedi ki...

bitanesim haklısın
hüzünlü bir öykü değil bu
hiç değil..
bulduğuma sevindim bunu
öyküdeki güçlü kadını sevdim.. ben yaratmışım hayret :)
tozlu raflarda kalmadığı iyi oldu..
ve senin beğenmen de ayrıca özel ve güzel..

kucaklarım

Elif Gizem dedi ki...

bende bendeee.. en son geçiriyorum bilgisayara:)

Yazgüneşi dedi ki...

hiç şaşırmadım desem :)

duygu dedi ki...

çok ilham verici :)
kıskandım kadını, gidebilen vazgeçebilen... bunu göze alabilen..
kalemine yüreğine sağlık bitanem.

Yazgüneşi dedi ki...

duygucanımmm
yaş 27 iken daha mı sağlam basıyormuş ayaklarım yere ne
daha güçlüymüş o zaman yarattığım kadınlarım :

nil dedi ki...

gitmeyi bilenlere gelsin o zaman bu güzel öykü..

Yazgüneşi dedi ki...

gidebilmeyi bilebilmek de büyük erdem bazen değil mi ya masmavim...

duygu dedi ki...

giderken bırakırım hep bir yarımı, beni tamamlıyor sandığımda... bu yüzdendir hep bir gözüm kör, bir kulağım sağır açarım kolumu yeni aşka... ne ait olabilirim yeniye, ne kopabilirim eskiden. ve herkeste biraz kalır benim kokum. gide gide eksilirim kendimden.

Yazgüneşi dedi ki...

ah yürekyarım
nasıl da özlemişim kelimelerini
yaz ne olur
acıtsa da
iyi geliyorlar bana
biliyorsun...