30 Kasım 2010 Salı

Karikatürsel Capon


"İnsan sevdiği birisinin yaptığı ya da yazdığı her neyse beğenir"
demişti Nil geçenlerde
Tamamen katılıyorum bu cümlesine


Hele ki konu annelikse
ortaya bir şeyler yapıp çıkaran kendi evladıysa bir kadının
beğenmek ne kelime
hayran olunur o yapılan her neyse...


Ben de diğer annelerden farklı değilim kızımkuzum ne yapsa beğenmek konusunda...


Yalnız iş resime gelince
durum değişiyor bir parça...


yok yok beğenmiyor değilim yaptıklarını
bilakis bayılıyorum da,


komik ama yaa


benim kız
bildiğiniz karikatür yapıyor resim adı altında


hayır bir heves getirip gösterdiğinde
"ayyy harika" tepkisini veriyorum elbette
ki gerçekten harika buluyorum


ama gülümsemeden de duramıyorum
ve o minicik canıyla dalga geçiyorum zannediyor ya
çok üzülüyorum...
bir hal oluyorum dudaklarımı ısıra ısıra gülmemek adına..


Anlamıyor ki sıradan resimler çizmek kolaydır
hatta ağlatmak da kolaydır insanları ya
iş güldürmekte


yapılması en zor olanı yapmakta olduğunu anlayacak yaşta değil ki minicik canıyla


yaaa bakar mısınız ama


bir düğün tasviri...:
1


ve bu da
anne ve babası


çocuğumuzun gözüne nasıl görünmekte olduğumuza bakar mısınız bir yaaa....


2


ahahahaha
eee
hadi gelin de gülmeyin bakalım yaaa


zor zor
çocuk yetiştirmek zor zanaaat
hem vallaaaaa
hem bilaaaa


:)))

29 Kasım 2010 Pazartesi

Bir haftasonu günü....

Cumartesi
nihayet tanıştım onlarla


Sevgili NİL
ve
Sevgili ELİF


Hiç şüphem yoktu, her ikisini de gördüğümde, okurken içimde uyanan sıcacık hislerin katmerleneceğine
Yanılmadım hislerimde
Bıcır bıcır bıcır bıcır bıcır
Bir dakika susmadık galiba
Öyle iyi geldi ki onlarla geçirdiğim saatler bana...
çekim yaptım bol bol..
Bir insanın önce ruhunu tanıyıp sonra suretiyle karşılaşmak oluyor sanırım bu tam olarak...
konuşacak öyle çok konumuz varmış ki,,,
Yıllardır tanışıyormuşuz gibi




Hatta Tömbeki'de "ya siz ne zamandır görüşmediniz kii"
şeklinde yorum yaptılar da
biz de 40 yıla yakın
şeklinde cevapladık
bön bön baktılar haliyle :)))))


Hanımlar


Teşekkürler her şeye
Yine yapalım
Yine yapalımmmm....
hatta
Hep yapalııımmmm.....
Ben de nereye bölünüp nereye yetişip neyi yapacaksam atlıyorum her şeye....


 Eve gelince Büü dedi ki
"Özge aradı, November'dalarmış..."
Eeee dedim gideliiimmm...


Defne'yi anneme satıp
Geceye aktık...
Uzun zaman olmuş gidince fark ettim
iyi geldi...







ve elbette



İYİ Kİ DOĞDUN ÖZGE........



























E tüm gün ayakta durunca nerdeyse hiiç oturmadan
Sabah karşı eve dönüş yolunda
Bir miktar ayak ağrısı kaçınılmazdı elbette
nessseeeeeeee... :)


27 Kasım 2010 Cumartesi

İçimdeki aşkın intiharının dayanılmaz hafifliği...

Adam, Sevgili Adamım...

Kimbilir bu kaçıncı "bu sana son mektubumdur" mektubu... Ama inan bu kez Adamıma son mektubum gerçekten...

Bundan sonrası Dostumsun Adam, sırdaşım belki, Aşkım değil ama...
Tuhaf
İnsan aşıkken hiç bitmez zannediyor ya..
Hani öleceğimi zannettiğim günler olmuştu be Adam aşkından.. İçim parça parça kırılıp kırılıp batmıştı bedenimin içi çeperlerine, ılık ılık kanamıştım.. tuzlu tuzlu ağlamıştım geceden sabaha nice nice kere

Aklıma gelmezdi böyle birdenbire
Bıçakla kesip atılıvermişçesine
-Yazdığın bir mesajındaki- basit bir cümle ile...
Gümbür gürültü gelip yüreğime yerleşivermesinin tamamen tersine
bu aşk denen zıkkımın
yüreğimde can çekişmekte olduğu köşede
bu kadar tereddütsüzce bir anda çekiverip de tetiği
kendi infazını kendi elleriyle gerçekleştirivereceği
aklımın ucundan geçmemişti
İki kelimeye bakarmış ne tuhaf aşkımın hükmü
iki kelimeye kendini vurdu...

Ne şanslıyım ki bu aşk geberip giderken içimde çöreklendiği yerde, ardında bir dostluk bıraktı en heybetlisinden... Aşkı öldürürken içlerinde paylaşımlarını da yitirir insanlar genelde...
Biz -elbette en çok da senin sayende- yitirmedik ya paylaşımlarımızı, kocaman sağlam bir dostluk tutuyoruz ya avuçlarımızın arasında
ne şanslıyız aslında adam, ne şanslıyız baksana...

Böyle birdenbire yok olup gidince, aşkın yüreğimde yarattığı boşluğun girdabında fırdöndü duygularım bir süre
yalan değil adam...
Şükür ki
çok sürmedi durulması fırtınanın, esti gürledi kendince ya işte... Sonrası sütliman bir deniz yüreğimde... öylece kıpırtısız dümdüz çarşaf misal
şimdi gel hadi tut ucundan yüreğimin, çarşaf misal dümdüz halini yakalamışken
önce naftalinleyelim de didikleyecek güvelere önlemine..
Gel de katlayıverelim karşılıklı özenle.. sonrasında ben alır tıkıştırırım göğüs kafesimde ücra bir yere
uzunca bir süre kullanmak istemiyorum, güzelce katlayalım ki derli toplu kalsın sıkıştırıp itelediğim dip köşede
.. Bir daha hiç çıkartmam gerekmez onu oradan belki de..

Ağız alışkanlığı işte bağışla
hoşgör alışma sürecinde sana hala adam diye seslenmeme
Adamım değilsin artık elbette...
Dost diyeceğim bundan sonra sana müsadenle...

Senin için ne ferahlama oldu kimbilir Dost, sana aşkımın cehennemin dibini boylaması böyle tereyağından kıl çekercesine gerçekleşiverince...
İnsan aşık olmadı mı pek bunaltır karşısındakinin aşkı bilirim tecrübeyle..
Kuşlar gibi hafifledik işte ikimiz de
oh be

en çok
ama en çok
neye seviniyorum biliyor musun dost
birbirimizi yitirmediğimize..
kolay değil insan biriktirmek böylesi bir devirde...

kolayca,
böyle
kendini vuruvermesi şu aşk denen zıkkımın
beklediğim bir şey hiç değildi aslında...
hayat işte...
umulmadık nice nice hadise gelmedimi peşimiz sıra onca senelerce...

tam da şairin dediği gibi işte:

Aşk nasıl biterse öyle bitti bu aşk da



Uzun bir hastalık gibi


Aralıksız dinlediğim alaturka bir fasıl gibi


Gökyüzüne bakmayı, dostlara mektup yazmayı


Çiçekleri sulamayı unutmuşluğum gibi


Bitti.






Bir aşk nasıl biterse öyle bitti bu aşk da






Yürümeyi yeniden öğrenen felçli bir çocuk gibi


Sokağa çıkmalıyım şimdi ve çoktandır


İhmal ettiğim dostlara yeni bir adres bırakmalıyım


Pencereleri açmalı, kitapları düzenlemeliyim


Belki bir yağmur yağar akşama doğru


Yarıda bıraktığım şiirleri tamamlarım






Aşk da bitti diyordu ya bir şair


Aşk bitti işte tam da öyle (AHMET TELLİ)

Şimdi dost
hadi gel
oturalım şu bankta dinginlikle, anlatalım birbirimize havadan sudan zevkle...
o aşk yılanı, -içime çöreklenen-
geberip gittiğine göre...
Dola kolunu omzuma dostça dola artık çekinme...
iki lafın belini kıralım neşe içinde...



ben çok konuştum nicedir
hadi sen de anlat bakalım içindekileri Dost
neler var neler yok sende...

Dalıp gidelim gel dost meclisi dinginliğinde....
Sana aşkımın ölüp bittiğine
Her şeye rağmen ayakta kalan dostluğumuzun dimdikliğine
birer kadeh de bir şeyler içeriz be dost zamanın en uygununu ilk denk getirişimizde...

Şerefimize...

26 Kasım 2010 Cuma

Mim Mevzuuu

ben çok yeni bir blogger değilim aslında
Ama çok aktif değildim işin başında..
sonra sonra açıldım işte az çok
hep okuyordum bloglarda mim mim diye
hiç mimlendiğim olmamış idi
bugün sevgili Elif mimlemiş beni
her şeyin ilki oluyor işte hayatta
Ben de yanıtlıyorum ilk mimimi törenle ...


En sevdiğim Kelime
ANNE
(kullanmayı en sevdiklerim: peeeeees, muhtekulade, nefis vs)

En nefret ettiğim kelime
dörtgöz

Ne sizi heyecanlandırır;

Yenilik..
Yeni olan her şey
Bu basit bir çift yeni alınmış ayakkabı da olabilir yeni doğan bir bebek de..

Heyecanını ne öldürür
Hayalkırıklığı.. (Nil valla çalmadım..  hele bugünkü hadiseden sonra iyice emin oldum bu yanıttan hakikaten)






En sevdiğiniz ses;
"Annemin sesi"yle güne uyansam..
radyoda yanık içli bir keman
ağlasa nihavent acem aşiran...


Nefret ettiğiniz ses;
Uyuduğum odada saat tiktağı..




Hangi mesleği yapmak istemezsiniz;
Finans- muhasebe-bankacılık-borsacılık özetle elalemin parasının beni gereceği meslekler




Hangi doğal yeteneğe sahip olmak istersiniz;
şarkı söyleyebilmek ipek gibi bir sesle..
Kendiniz olmasaydınız kim olmak isterdiniz;
Truvalı Helen


Nerede yaşamak isterdiniz;
Granada..
ya da Lizbon
tamam çok hayalperestçe oldu
makulleşecek olursam
Bodrum


En önemli kusurunuz nedir;
Komplekslerim, kendimle olan dalaşım




Size en fazla keyif veren kötü huyunuz nedir;
sivridilim..


Kahramanınız kim;
Kızım...




En çok kullandığın kötü kelime;
Hööst,
b.kunu çıkardın..




Şu anki ruh haliniz;
depresif




Hayat felsefenizi hangi slogan özetler;
...Tesadüfen ve başkaları yüzündendi, bu masala aklım erdi; farketmez farketmişti, kargaların gülme saatiydi.. Neydi... Ne değildinin  tersi değildi...




Mutluluk rüyanız nedir;
kesintisiz mutluluk diye bir şey yok..  hayat berbat bile gidiyor olsa mutluluk anlık yaşananlarda
radyoyu açar açmaz en sevdiğin parçanın çalmakta olduğunu duymakta mesela, 5 parasız kaldığın bir anda uzun zamandır giymediğin ceketinin cebinden çıkan banknotta mutluluk, günlerce yağan yağmurun ardından parlayan güneşte, kurak yaz günlerini ıslatan yaz sağnağında, yorgunluktan ölecek gibi olduğun bir anda uzandığım yatağın sakız gibi çarşaflarında mutluluk

en önemlisi evladının seni seviyorum annecim dediği, minik minik kollarını sımsıkı boynuna doladığı an mutluluk...
uzaaar gider bu liste dahaaaa





Sizce mutsuzluğun tanımı;
kesintisiz mutluluk olduğuna inanıp onu aramaya kalkmak




Nasıl ölmek isterdiniz;
uyurken
elden ayaktan düşmeden


Öldüğünüz zaman Allahın size ne söylemesini istersiniz;
yanında kalmalarını istediğin herkes mahşer günü burada olacak




bU mim ben de de o zaman
http://icimdekelebekler.blogspot.com/
http://kaymaklikadayif.blogspot.com/
http://hayatimdakidler.blogspot.com/

a

gitsin bakalım
yanıtlamayı isterlerse elbette

25 Kasım 2010 Perşembe

Önyargı acıtıyor gerçekten de...


Fotoğrafı doğru çekmeyi öğrenmeyi onu  daha iyi fotoğraflamak için istemiştim başında..
Sonrasında bunca ciddiye alacağım aklıma gelmiyordu hiç,
temel eğitim alıp az çok doğruya yakın fotoğraf nasıl çekilir öğrenip bırakırım zannediyordum... Şimdilerde olduğunca okuyup, araştırıp, işin felsefesine girerek ve farklıyı yakalamanın yolunun nereden geçeceği hakkında kafa yorarak, doğruyu yapmaya çaba harcayarak; ciddi boyutta bir mesai harcayacağım fikri başında yoktu kafamda
yalan değil...


Hoş zaman zaman da yalan söylemek lazım belki..
Çünkü bunu bu şekilde ifade ettiğimde
cümlelerim kırpılıp kırpılıp -hani şu magazin dergilerinde yaparlar ya birisi 15 cümleden oluşan bir konuşma yapar ve dergiler sadece tek cümleyi alıp o kişinin anlattığının tamamen aksi bir sonuca itiverirler okuyanları; hah işte tam da o misal-
"çocuğunun daha iyi fotoğraflarını çekmek içinmiş"
şeklinde yanlış -ya da yanlış demeyim de eksik- yorumlanıp dalga mevzuu yapılabiliyor kimi sosyal paylaşım platformlarında...
üzücü...


Kendimi sorgulatıyor bana, "acaba ben kendimi ifade etmeyi mi beceremiyorum ki?" diye..
belki de,
kimbilir...


Defne'yi yetiştirirken hep çok dikkatli oldum ve etrafımdan fırça yedim çoğu zaman,
"yetişkin gibi davranmasını bekliyorsun
çocuk o daha
bu kadar baskılama onu"
diye...
Biz başbaşayken evimizde dünyanın en özgür çocuğu o... kısıtlamam, karışıp bunaltmam
ama toplum içinde hep diken üstündeyimdir..
Gittiği bir yeri karıştırmaması, kirletmemesi, yüksek sesle insanları rahatsız etmemesi için çocuğu uyarır dururum kesintisiz..
Elinde dondurma külahı varsa bir mağazadan içeri girmem uyarıya gerek kalmadan mesela..
bir şeyle yiyorsa -çocuk işte gördü mü canı ister bazen bir şeyler ve aldırır doğaldır da- yabancı bir yere girmişsek alır elinden çantama koyarım hemen... Kirlettiyse bir yeri istemeden ve gördüysem bunu temizlerim bırakıvermem öyle..
25 aylıktan beri serviste benimle gelip gitmesine, tüm servisin maskotu olup tüm servis halkı tarafından baş tacı edilmesine rağmen sesi biraz yükseldi mi müdahale ederim" hişşşt hişşşt susssss" diye


zaman zaman bırakacak yer yokluğundan götürmesem çok daha iyi olacağını bildiğim yerlere götürmek zorunda kalmışlığım da oldu onu...
ama orada sorun çıkarmaması için elimden gelen ne varsa yapmaya çalışmışımdır her zaman..
Hatta böyle bir ortamda artık benim sessizce uyarmalarından öylesi sıkılıp yılmıştı ki çaresizlikten kedi gibi kıvrılıp uyumuştu Ayşeciğinin kucağında...
Hoş buna rağmen konu olabiliyoruz işte herkese açık sosyal paylaşım platformlarındaki karşılıklı muhabbetlere... "döke saça simit yiyip ortalığı batırdı çocuk" cümlesiyle, o mekana girerken elinde unuttuğum minicik simit parçasını farkeder etmez elinden çekip alıp çantamın derinliklerinde yok etmeme rağmen simidinin ardından kıvrılan minicik dudak içimi burkmuş olsa da...
üzücü...
en çok da vicdan azabı, hani çişim geldi dediğinde bile haşlayıp çocuğu" hişt rezil etme beni tut şimdi"  demiş olmanın... Hani salıversem ortaya da değişmiyorsa bana ve kızıma insanların bakış açısı ben nasıl kötü bir anneyim ki bunca baskı kuruyorum el kadar şeyde diye kendini yargılama seansları...
üzücü

mahmur
İnsanın hassas olduğu konularda bu şekilde -ön-yargılanması..
kırıyor gerçekten
Bir de insan kendisine gelen dalga geçici, küçük görücü lafları göz ardı edebiliyor kolaylıkla da yılların tecrübesi arttıkça...
evladına gelince laflar...
hiç tanımayan biri tarafından, hiç tanımayanlara hakkında yorumlar yapıldığını görmek...
biraz ağır geldi bana
zor kaldıracağım bir yük...
kaldırırım
pek çok şey gibi
ama insanın içinde bir yerde bir şey kırılıyor
kırık kalıyor..
o kırıklık belki de hevesle yapılacak bir çok şeyden bir anda buz gibi soğutuyor insanı...

Hayat işte...
Azimli Yagüneşini yormak konusunda...
Olmadık şeyleri olmadık anlarda karşısına çıkartmakta...
(eylemlerine devam et sevgili Hayat
kolay değil batırmak bu güneşi öyle, elinden geleni ardına koyma..)


Önyargı..
ne kötü şey
zaman zaman ben de kapılıyorum önyargıya
ne kadar kırıcı oysa
başına gelince anlıyor insan
boşa dememiş büyükler
"önce iğneyi kendine, çuvaldızı sonra ele" diye....
daha dikkatli olmalıyım
önyargılarımda...
istemem kırgınlıklarım benzeri kırgınlıkları yaşamasını başkasının benim sebep oluşumla....

neyse..
özetle
ben GURUR DUYUYORUM KIZIMla, ANNELİĞİMle...
çocuk, ev, iş, yıllardır azimle birbirini kovalayan kendim ve ailemdeki ciddi sağlık sorunları vs. vs arasında kendim için, zevk aldığım için -elimden geldiğince, yeteneğim elverdiğince- yapabildiğim UĞRAŞLARIMla

bunun ötesinde onun bunun şunun ne düşündüğü çok da mühim değil
sadece teferruat aslında....

23 Kasım 2010 Salı

Sarmaşıklığa Özlem...

"Faili meçhul acılara kurban gitmek üzereyim adam"
dedi kadın
"Elleme, sana da bulaşmasın zehirim... elleme, sessiz ol, kendi kendime öleyim..."

Hafiften gülümsedi
"Yaşamın"
dedi adam
"Yaşamın vadesi vardır kadın...
Öyle sırf sen istedin, sırf acıdın, sırf kanadın diye ölemezsin ki..."

Kadın daldı
verecek yanıt bulamadı
Adam haklıydı...

Adam sessiz
Adam sakin
oturuyordu...

suskunluk asır gibi geldi kadına
konuşmalıydı...
hırsla girdi lafa
dişlerini sıka sıka

"Asırlar boyu susabilir misin sen böyle be adam"
dedi
"susabilir misin tek kelime etmeden...
böyle susarsak ebediyen
nasıl tanırız ki birbirimizi
nasıl severiz
nasıl sevişiriz bilmeden diğerini..."

söylenip dururken kadın

usulca açıp avucunu uzattı elini adam...

"Hadi"
dedi
"Hadi sakin ol, hadi ver bana...
Bırak ne kadar hoyratlığın varsa avucuma..."

susakaldı kadın birden
öylece

sonra yavaşça uzatıp bırakıverdi yaralı bir kuş gibi elini adamın ona uzanan avucuna..
eğerek başını gözpınarlarında beliren birer damlayı saklamak adına....
"Ben"
dedi
"Ben hep dimdik durdum ayakta...Onlarca insan içinde, tıkış tıkış kalabalıklarda dahi yalnızdım... Onca gürültü içinde sessizdim...
Yalnızdım , sessizdim ya; kimseyle de yoktu bir dalaşım... Herkesle hep barışık yaşadım...
Şairin dediğince
- Bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine-
evet adam
ben
ben hep böyle yaşadım işte...

ama.."

"Ama" dedi kaldı kadın...

Bekledi adam, çıt çıkartmadan bekledi
beklerken avucunda sıktı sadece kadının heyecandan titreyen bembeyaz bir güvercin yavrusuna benzeyen elini...

yine asır gibi geldi bu bekleyiş kadına..
başladı yeniden kelimeleri usul usul sıralamaya...

"Ama artık yaslanacağım bir ağacım olsun istiyorum adam... yanı başımda olsun istiyorum
artık
ben ağaç olmak
tek
ve
hür yaşamak istemiyorum...
varsın kardeşim olmasın orman... aldırmıyorum..
ben sarmaşık olmak istiyorum be adam artık
dimdik ve güçlü bir ağaca dolanmak istiyorum...
güçsüz olayım
o ağaç olmadan bir hiç olayım...
o ağaç versin can suyumu istiyorum...
yalnızlığımda boğuluyorum adam..
sessizliğimde tükeniyorum..
uzat elini çek gömüldüğüm yalnızlıktan...
konuş adam konuş konuş konuş sil tüketen sessizliği kafamdan....
kurtar beni adam
baksana
resmen
faili meçhul acılara
kurban gidiyorum..."

ve elini kurtarıp adamın avucundan
düşürüp kollarını iki yanına
ve eğip zaten eğik duran başını iyiden iyiye aşağıya
susakaldı kadın
öylece

ve adam
kalkıp ayağa
yaklaşıp
sımsıkı sarıldı omuzlarından kadına
sıktı var gücüyle

ve
başladı konuşmaya
susmamacasına....




Dipteki Not:
Fotoğrafımda modellik yapan Sevgili Dostum Olga'ya sonsuz sevgi ve teşekkürle

Sonbaharla Kucaklaşma...

Bayramda Ankara'daydık...

Annem evine döndü
Nagihan ve Tan'la beraber geldiler
sonra
Onlar Cuma döndü Bodrum'a

Hafta sonu için sonbaharı yakalamaya gitme planlarımız vardı...
Yedigöllerde renk cümbüşüne yetişemedik ama..
Olsun...
Harika zaman geçirdik...
Cumartesi Yedigöller






































Cumartesi gecesi Bolu Öğretmen evinde Efes eşlikli Picama Partisi...

 





Pazar Gölcük






İyi geldi





Tebdil-i Mekan






Lazım zaman zaman....






Ormanın delisi olmalı bazen.....




Bazen bulduğu kertenkeleyi eve götürüp beslemek konusunda ısrarlı davranıp gözyaşı döken kızını eve tıkılıp ailesinden ayrılırsa mutsuz olacağına iknaya uğraşmalı 5'lik aklıyla buna anlam veremezken miniciği insanın...






Harika İnsanlar





Harika zamanlar...





Özetle



sözü surete bırakmalı en iyisi...






bazen lafa pek de gerek olmaz ya zaten...









 






20 Kasım 2010 Cumartesi

ayrılık hüznü....

Miniciğim
gözyaşlarıyla uğurladı abisini...

bükük kaldı minicik dudağı tüm akşam boyu..
en sevdiği alış-veriş merkezine götüreceğimize bile tepki vermedi...

ayrılık hüznü
canını yaktı
acıttı

o acıdı
ben acıdım...

ayrılık böyle ayrılık olsun ama varsın
kimse çaresiz ayrılıkları yaşamasın sevdiklerinden....


17 Kasım 2010 Çarşamba

Anlattı Adam - Dinledi Kadın

Vazgeçmişliğin en koyusundaydı kadın adam geldiğinde..
Hiç umulmadık bir zamanda
umulmadık bir biçimde
umulmadık bir mekanda...


kadının hiç ummadığı
kadının hiç duymadığı sözcükleri koymuştu adam gelirken valizine
lâkin
öyle paldır küldür açıvermedi valizi kadının önünde
ilk önce aralayıp hafifçe, alıp içinden bir kaç parça sözcük, kapattı yeniden iyice
usulca koydu kenara bir yere..
lazım olduğu vakitler olacaktır elbet diye...
Hafifçe aralayıp da valizi, içinden seçtiği kelimeleriyle..
kısa bir masal anlattı adam kadına...


sonu
"evlendiler ve sonsuza dek mutlu yaşadılar"la
ya da
"kavuşamadılar ve efsane oldu bu sevda" larla
bitmeyen

kısa
ama deli dolu

ümitsiz belki
ama yaşamışlık kokan

yıpratmış olan evet
ama pişmanlık vermemişinden...

kısa
ama olası

kısa
ama yaşanası

Adam anlattı...

Kadın dinledi adamın sözcüklerini...

Adam anlattı...

Kadın dinlendi adamın sözcükleriyle...

Adam anlattıkça...Kadın ona yaklaşmıştı...
Masal bitti
Adam sustu..
Durdular bir süre
Solukları karıştı birbirine

Sonra
Bir adım geri çekildi adam..
elini uzattı kadına doğru tereddüt etmeden
Dillendi yeniden...
Sordu
"Sen var mısın bu valizdekileri tek tek yerleştirmeye hayata benimle?"

Bir adım öne attı kadın

tuttu adamın uzanan elini tereddüt etmeden
Dillendi ilk defa...
Cevapladı
"Varım..."



Adam anlatmış kadın dinlemişti
Adam anlatmış kadın dinlenmişti..

Elele tutuşup yürüdüler yeni yorgunluklara
Adam itti kadının elini tutmadığı sol eli ile gözünün önünde beliren tedirginlik sahnelerini acilen
Kadın itti adamın elini tutmadığı sağ eli ile gözünün önünde beliren endişe sahnelerini hemen
Usulca sağına baktı adam gözleri değdi kadının gözlerine
Usulca soluna baktı kadın gözleri değdi adamın gözlerine

daha bir sıktılar ellerini..
usulca onayladılar gözleriyle diğerini..
yeni bir yola koyuldular
zor muydu yol? 
evet
tehlikeli...?
şüphesiz

aldırmadılar

yavaştan aldı valizini adam..
kadının boştu eli..
adamın valizindekileri paylaşacaklardı..
sessizce bakarak ifade etti bu fikrini
sessizce bakarak onayladı adam..

bomboş öylece uzanıyordu yol
başı yok sonu yok
bir bilinmeze...
umursamadılar

yürüdüler
el ele

Tereddütsüzce....

15 Kasım 2010 Pazartesi

Bir Minicik Kız Çocuğu Bak Duruyor Orada Hala...

Buluşma....

Bir telaş pür telaş..

Bir heyecan pir heyecan bekliyordu....


geldi beklenen

İki kardeş buluştu




Yazgüneşine düşen






Anları yakalamak..









Onlar kavuştu

ama
ben de
annecikleeeeee

ablacığaa


Kavuşmuş oldum elbette bu arada......


12 Kasım 2010 Cuma

Anlatmanın Başka Bir Biçimi

Uzun zamandır okuduklarımdan söz etmiyorum...


Yok yok bu okumadığım anlamına asla ve kat'a gelmiyor elbette.


Okumadan duramam ben
ne mümkün.......


Neyse
yeni karşılaştığım
iyi ki karşılaştığım bir bloger Elif
onun okuduklarından bahsetme yöntemi hoşuma gitti
"çalsam kızar mısın?"
dedim
"ne demek, tam tersi"
dedi.
okuduğu kitapların altını çizdiği yerlerinden alıntı yapıyor Elif
sonra gördüm ki sevgili Nil de kullanıyor aynı yöntemi
özendim iyiden iyiye


bir hırsız olarak
artık ben de...

Sevgiyle


Son bitirdiğim kitaba gelince:


John Berger
Jean Mohr
ortak çalışması





Anlatmanın Başka Bir Biçimi

 "Fotoğraf öyle bir buluşma noktasıdır ki, orada fotoğrafçının, fotoğraflanan şey ya da kişinin, fotoğrafa bakanın ve fotoğrafı kullananların çıkarları genellikle birbirlerininkiyle çelişir. Ve bu çelişkiler, fotoğrafik görüntünün doğal belirsizliğini ya gizlemeye ya da arttırmaya yarar." (Sayfa ix)


"Bir fotoğrafçıysanız, saplantı haline getirdiğiniz şeyi fotoğraflamadan o saplantınızdan kendinizi nasıl kurtarırsınız?" (Sayfa 65)


"Fotoğrafı -öngörülemez sonuçlarıyla- tuhaf bir icat haline getiren özellik, asıl hammadelerinin ışık ve zaman oluşudur." (Sayfa: 77)


"Bir fotoğrafın belirsizliğinin yattığı yer, fotoğrafı çekilen olayın yaşandığı an değildir: Oradaki fotoğrafik kanıt, herhangi bir görgü şahidinin anlatımına kıyasla daha az belirsizlik taşır hatta. Bir yarışın fotofinişinde kesin karar, kameranın neyi kaydettiğine bakarak verilir. Belirsizlik, fotoğrafın ikili mesajının ikincisinin zemini hazırlayan süreksizlikten doğar. (Kaydedilen ân ile bakma ânı arasındaki uçurum)" (Sayfa: 80-81)


"Fotoğrafçı -hikâye anlatıcı, resam ya da aktörden farklı olarak- herhangi bir fotoğrafta ancak tek bir belirleyici tercihte bulunabilir: fotoğrafı çekilecek ânın seçilmesi." (Sayfa: 81)


"Fotoğraflar görünümlerden çeviriler yapmazlar. Görünümlerden alıntılar yaparlar" (Sayfa 88)


"Bir fotoğraf görünümlerden alıntı yapar, fakat bu alıntıyı yaparken de onları basitleştirir. Basitleştirme de onların daha okunur görünmelerini sağlayabilir. Her şey seçilen alıntının niteliğine bağlıdır." (Sayfa: 111)


"kendi başlarına belirsizdir görünümler, çok anlamla yüklüdürler. bunun içindir ya, görsel olan hayret uyandırır ve bunun içindir ki, görsel olana dayanan hafıza akıldan daha özgürdür." (Sayfa: 125)


"Fotoğraflar filmlerin tam zıttıdır. Fotoğraflar geçmişe dönüktür ve öyle alımlanırlar. Filmlerse ileride meydana gelecek şeylere dayanırlar. Bir fotoğrafa baktığınızda orada ne için çekildiği sorusunun cevabını aramalısınız. Sinemaya gittiğinizdeyse de bir sonraki sahnede neyin geleceğini bekliyorsunuzdur. Bütün film anlatıları, bu anlamıyla, maceradır: ilerlerler, varırlar. Geriye dönüş (flashback) terimi, filmdeki o ileriye gitmeye dönük ortadan kaldırılmaz sabırsızlığın kabulüdür." (Sayfa: 271)