28 Ekim 2010 Perşembe

Hişşşt Çocuk...

yaaa çocuk
Bir dakika ama ya

Sen
Sen benim bebeğimsin ama..

Daha yeni doğurmadım mı ben seni..?
ne demek şimdi
"sen gelme, ben alırım diş fırçamla macunumu, fırçalarım dişimi"


tamam fırçala da




"gelme odama süprizim var sana" deyip de

pijamalarından tulumuna kadar giyinip de yerleşmek ne oluyor yatağa?

hey ufaklık
daha iki gün önce değil miydi yahu kavga dövüş giydirip de altan çıtçıtlı ayaklı tıulumunu
ayağımda salladığım ninniler söyleyerek seni?


nedir yani?
"bak katladım üstümden çıkanları, koydum koltuğun üstüne"
falan lafları?



tamam buna da tamam
ama çocuk

sen kaç gün oldu ki "anneee kakam geldi bez bağlaaa" diye bez bağlatıp altına masa altında kaka yapmayı bırakalı?
3 gün?
e hadi bilemedin 5 gün

yok canım
yıl olmamıştır o kadar

bana bak çocuk
hişşt ufaklık

ne demek yaa
ne demek
"anneee gerek yok gelmene kakamı yapınca popomu da yıkayıp kurulayabiliyorum, sonra da elimi sabunlamayı unutmuyorum"
ama bu kadarı da fazla bilesin

ne acelen var ki?
bu kadar çabuk da büyünmez ama
yok yok
bak çocuk
gel anne sözü dinle
azıcık yavaşla...




şükürler olsun ki
okumayı bilmiyorsun hala...





Halâ kedi gibi sokulup da yastığına

yumuş yumuş dinliyorsun benim sesimdem kitapları

şükür buna da

şükür şükür olmasına ya

yakındır


"annne ben kendim okuyabiliyorum sen gitsene yaaa"

26 Ekim 2010 Salı

Gencecik Bir Kızın sessiz Çığlıkları...

Şu sıralar tanınmış fotoğrafçıları okluyorum
hayatlarını
fotoğrafa nereden baktıklarını
fotoğraf felsefesi içinde nerede yer aldıklarını irdeliyorum...
Aralarda
kıyı köşelere sıkışıvermiş
ünlü olamamış, tanınmış fotoğrafçı sıfatıyla hiç anılamamış olanlarına da rastlıyorum....

Bunların içerisinde Francesca Woodman en çok etkileyen oldu beni...
1958 Amerika doğumlu, sanat düşkünü bir ailenin kızı, aileden gelen birikim ve görgü ile olsa gerek 13 yaşında fotoğraf çekmeye başlamış...
kendi bedenini kullanmış fotoğraflarında..

Nutkum tutuldu karelerini gördüğümde
öylece bakakaldım
uzun süre gözlerimi ayıramadan kareleri ile ilk yüzleştiğimde...
bana kalırsa bu kareleri çektiğinde diye düşündüm ilk etapta
ruh sağlığı mümkün değil değildi yerinde....
ve biyografisinin devamını da okuyarak
ve kısacık süren hayatının sadece 10 senesine sığıştırdığı onlarca etkileyici kareyi bırakarak geride
yüksek katlı evinden sadece 23 yaşındayken ölüme atladığını öğrendiğimde...
karelerin bendeki etkisi 5 kat daha arttı belki de...

Francesca sanat yapmıyordu bence..
ne kadar iyi fotoğraf çekebildiğinin ispatı peşinde falan da değildi kim ne derse desin bana göre...
gencecik bir kızın
hayata tutunma adına atmaya çalıştığı sessiz yardım çığlıklarıydı bence o kareler...
beni asıl dehşete sürükleyen
hiç mi bir kimse alamadı bu sessiz mesajı
hiç mi yoktu hayatın baharında hayattan vazgeçmişliğini kare kare belgeleyen bu genç kıza uzanacak bir yardım eli...
Bir dost desteği...
Francesca'nın ölüme atlayışı önlenemez miydi...?

ölüme süzülürken havada Francesca bir kez daha lanet okudu mu duyarsız insanlığa acaba...
Acaba lanet olsun sana hayat lanet olsun insanlar..
tebrikler anlayışsızlığınıza..
şimdi siz
anlayışsızlığınız
ve bireyselliğiniz
oturup çayınızı içerken
gözünüz aydın ola
ben ölüme uçuyorum şu anda...
diye geçirdi mi aklından?

Nasıl oldu
nasıl oldu da
kimseler okuyamadı o açık ve net ihtahar mektuplarını
aklım inatla almıyor halâ..

ve hatta fotoğraflarla ifade edemediğini kendini sezmiş olmalı ki Woodman
"bir melek olmak üzerine" yazmış bir karesinin altına
anlayana....

uzun dönemler
dönüp dönüp bakacağım bu karelere sanırım
her seferinde aynı ürpertiyi ilk sefermişçesine yaşayarak...
"Kurtarın beni" çığlıklarını gencecik bir kızın
her  milimetrekarelerinde okuyarak..
ve
neden kimsenin anlayamadığını
anlayamayarak....







Sevgiden Sırf Sevgiden....

Adam susuyordu
Kadın yere yere bakıyordu
"Ne yapıyorsam" diyordu
"Ne yapıyorsam sevgiden"
Adam susuyordu
Yere yere bakıyordu kadın ve biliyordu
Biliyordu ne yapıyorsa sevgiden yaptığını adamın bildiğini

"Zaman zaman" dedi kadın
"Zaman zaman öylesi özlüyorum ki seni... Hani insan yüreği ne kadar güçlü de olsa bir yumruk kas parçası işte... Taşıyamaz zannediyorum.. Patlayacak.. Ya da fırlayıp çıkacak zannediyorum sol yanımdan...
İşte...
İşte böyle anlarda ben..
Anlamsız davranıyorsam -ki davranıyorum, evet-
Bilmelisin...
Bilmelisin ki sevgiden... Hep sevgiden..."
Adam susuyordu

Yere yere bakıyordu kadın ve biliyordu
Biliyordu ne yapıyorsa sevgiden yaptığını adamın bildiğini

"Ben" dedi kadın
"Ben aslında...
Aslında en başında, bilmeni istememiştim bu sevgimi... Hani imkansızımsın madem diyordum
Madem ihtimalim bile değil...
Ona ne ki sevgimden, bir ilgisi yok ki onunla....
Hem...
Hem bunu bilmek az da olsa sıkıntı verir ona da..
Ona sıkıntı vereceğime, bir acı daha yüklenirim bünyeme ha bir eksik ha bir fazla diyordum...
Diyordum demesine de...
Demesi kadar kolay olmuyor işte tatbik etmesi..
Edemedim bağışla...
Bağışla içimin dışıma taşmasına engel olamadım..
Engel olamadım sana yansımasına
İçimden taştı işte
Sevgiden... sırf sevgiden..."
Adam susuyordu
Yere yere bakıyordu kadın ve biliyordu
Biliyordu ne yapıyorsa sevgiden yaptığını adamın bildiğini...

"Bazen" dedi kadın
"Bazen içimde benim de tanıyamadığım bir fahişe ruh ayaklanıyor...
Zaptedilemez, önüne geçilemez bir coşkuyla çğlayan bir şelale gibi...
Ayaklanıyor o ruh
ve sana akıyor...
Ama bu
Bu benim bir fahişe olduğum anlamına gelmiyor..
İnan bana gelmiyor
Böylesi bir ruh uyanıp ayaklanıyorsa iç dünyamda
Sevgiden...
Sırf sevgiden
anlasana..."

Adam susuyordu
yere yere bakarak dönüp gidiyordu usulca kadın..
gözlerini hala yerden kaldıramıyordu sırtını döndüğü halde adama...
ayaklarını sürüyerek gidiyordu kadın

Adam ardında
susuyordu

yere bakarak gidiyordu kadın ve biliyordu
Biliyordu sırf sevmediğindendi adamın suskunluğu
sırf sevmediğinden

Biliyordu kadın
yere yere bakıyordu
yere yere bakıyordu ve ağlıyordu

adam?

adam
ardında
susuyordu..........

22 Ekim 2010 Cuma

Manik atak- niyeyse?

Sıcak şarap yaptım kendime dün gece
canım isteyip duruyordu ne zamandır..
nefis oldu
aroması tadı falan
tam kıvamda
hazırlanırken
o kadar keskin koktu ki...
doğalgaz alarmını coşturdu bizim
kaçak var zannedip
kendinden geçti alarm
korktum bir an
hakikaten kaçak mı var diye...
sıcak şarap tencerem balkona çıkınca
sustu
anladık ki
ondan...

bugün
niceden beri depresyon kıvamlı ruhum
manik atağa geçti...
içim içime sığmadı bir an
hayret ettim..
neden diye

sebep aradım...

aygül annemin pataloji sonuçlarının temiz çıkması?
her ne kadar bir ton sıkıntısı şiddetle devam etmekteyse de..
e büyük ihtimalle

uzun süredir haber alamadığım bir eski dost
bir eski sevgiliden gelen....
sıcacık mesaj?
hmm
kesinlikle olabilir

çok olmadık, aslında affedilmesi zor bir densizlik yaptığım
bir dostun
yok sayması bu yaptığımı
bu aralarki dengesizliğime verip?
hmmmm
şiddetle olası









kızımın olmadık bir anda
"ben küçükken sen gözlüksüzdün anne
ama böyle daha güzelsin" deyivermesi?
hem de aslında gözlüklerimle hiiiç de güzel olmadığımı bildiği halde..
kuvvetle muhtemel










ya da
pırıl pırıl güneşli..
apaydınlık bir sonbahar gününe uyanmış olmak sabah..
güneşin göğe doğduğunca içime de doğması?
son derece mümkün

neyse ne
şu
ya da
bu
önemli mi?

değil
önemli olan ne
manik ataktaydım bugün
yerimde duramaz
kıpır kıpır
çeneme hakim olamaz
bıcır bıcır

kıvamda

nicedir durgundu içimdeki sular
iyi geldi biraz dalga...


iş çıkışı
kuaföre bile gittim
ne zamandır uğradığım yoktu yanına
fark ettim ki
daha sık uğramak lazım aslında












üstüne harika bir bebek haberi aldım
çıkmış uzun yoluna
gelmek üzere dünyaya...

şimdi mi?
şimdi
ısıttım dün geceden kalan nefiiis şarabımı
içiyoruz..
kiminle mi?
saat sabaha karşıyı gösterirken
kim kadeh tokuşturursa benimle
işte onunla... :)


SALUT

20 Ekim 2010 Çarşamba

Eve Arnold- Norma Jeane- feminizm- şu ve bu işte...

Çok seviyorum Eve Arnold'un fotoğraflarını



ama illa ve özellikle Marilyn Monroe pozlarını  



Feminist hislerim mi acaba beni Eve Arnold fotoğraflarını sevmeye iten?

-ha şimdilerde değilse de lise yıllarımda sağlam feministlerdendim ben
lakin feminist derken hani o kendini inanılmaz üstün gören; erkek ırkına düşman amazon kılıklı tipler değil elbette kastım...
feminizm kadın-erkek eşitliği idi bana göre
ama tam da eşit değiller derdim, birinin üstün olduğu noktada diğeri zayıf, diğerinin üstün olduğu noktada biri zayıf...
hani erkekte kaba kuvvet varsa beden gücü, kadında da bebek doğurmaya programlı yüksek ağrı eşiği var mesela
gibi
ve işte bu yüzden iki cins yaratılmış zaten
birbirlerini tamamlasınlar diye
birbirine eş olsunlar diye
biri olmadan diğeri bir anlam ifade etmiyordu işte..
hani ortalıkta feministim işte feministiim diye gezinmiyorsam artık 10 küsurlu yaşlarını sürmekte olan bir liseli olmadığımdandır...
Yoksa sözünün ettiğim fikirlerimde bir değişiklik olduğu yok..
Onca fikrim değişime uğrarken bunların birebir aynı kalması da enteresan aslında..
neyse-

ne diyordum
Ha Eve Arnold...
Magnum Photoes'un ilk kadın üyesi...
Bunca feminizm lafını buna sebep sarfettim sanırım..
Biraz da önyargı olabilir, sırf bu yüzden ,usta fotoğrafçılar arasında Eve Arnold'u hafiften farklı hafiften özel bir yere koyuşum

ve belki de feminist hislerime dokunması
Eve Arnold en çok Marilyn Monroe fotoğrafları ile popüler olduğundan...

Ne ilgisi var şimdi bu aptal sarışının feminizmle
di mi?

öyle değil işte
bence en başından kabul etmek gerekir ki  "aptal bir sarışın" değildir sevgili Norma Jeane Mortenson
 tamam sarışınlığı doğru
ama aptallığı
tartışılır...

Tolstoy Turgenyev .. vs vs okuyan
okumakla kalmayıp irdeleyip bunlar hakkında ciddi konuşmalar yapabilen bir kadın için aptal demek...
aptallık olur bana kalırsa

onunla alakalı yapılmış en iyi tesbit bence eleştirmen Ado Kyrom'un sarf etmiş olduğu şu cümle:
"Bir aptalı oynaması için insanın çok akıllı olması gerek"


kolay iş değildir salağa yatmak
çok güzel başarmış bunu Norma Jeane..

Ruh hastası dolu bir aileden geliyor
babasının kimliğini bile bilmiyor
ufacıkken şizofren annesi hastaneye yatırılınca yetimhanelerde büyüyor..

detaya girmeyeceğim fazla
hani özel ilgisi olan varsa bilir bunları zaten
olmayanlara da"amaaaaan aptal sarışın işte" cilerdir muhtemelen...
ve fikirlerini değiştirmek de kolay değildir
ki böyle bir kaygım da yok zaten

Ölmeye yattığında 36'sındaymış...
2 yıl evvelimi hatırlıyorum da
aklımın ucundan dahi geçmezdi kendi adıma böyle bir fikir...

kimi teoriler var aslında
intiharının sözde numara olduğu, birilerinin gelip kendini kurtaracaklarını zannettiği için onca sakinleştirciyi yuttuğunu vs söyleyenler var
kimbilir doğru belki de
tüm hayatı boyunca yaşama asılmak adına mücadele etmiş bir kadın olan Norma Jeane'in 36 yaşında "yeter pes ediyorum" demiş olması hç de akıllıca gelmiyor bana açıkçası..

Her neyse..
iyiden iyiye dağıldı konum...

ben Eve Arnold'dan söz edecekken kendimi Marilyn'in fırtınasına sürüklenmiş bir halde buldum...

Magazinel bir fotoğrafçılık belki Eve Arnold'un yaklaşımı
yani tarzımın olabilecek en uzak köşesi aslında ironik bir şekilde
ama bu sayede tarihe geçen fotoğraflara da imza atmışlığı olmuş haliyle..

bu bana düşündürmüyor da değil çaktırmadan
o zaman şimdinin paparazileri de ileriki yıllarda böyle tarihe mi geçecekler
çektikleri -sözüm ona- ünlü insanların kareleri ile
diye?

kimbilir
mümkün elbette

ben zamanın Eve Arnold'u olmuş olsam
kimin ışığını hapsederdim anlara diye düşündüm de..

bir tek isim gelmedi aklıma ya...
Tuhaf
onca aktrist, şarkıcı, şu, bu
topunu toplasan
bir Marilyn Monroe yapamadılar gözümde...
vay be...
 



Dipteki Not:
Marilyn Monroe'nun bir sözünü eklemek istedim. kapak olsun kendisini "aptal" tabir edenlere diye...

"Erdemli bir kız öpüşür ama aşık olmaz, dinler ama inanmaz ve terk edilmeden önce terk eder… Bir kadını güldürebiliyorsanız, her şeyi yaptırabilirsiniz…"

19 Ekim 2010 Salı

içim üşüyor, yüreğim buz gibi...

İçim üşüyor adam
yüreğim buz gibi...

göz göze gelmekten benimle, ölesiye korktuğun hissi.. engellerdi dikmemi gözlerine gözlerimi...
göz göze dahi gelemezken biz adam
yüreğine yüreğimle nasıl dokunabilirdim ki?...

tek çözüm gitmekti evet...
uzaklaşıp gitmek..

Lakin şarkıların nakaratı gibiydin işte adam
dönüp dolaşıp sana geliyordum her seferinde...

ve bu nakarat anlarında gözgöze bakışamayan yürekleri biririyle kaynaşamayanlarken biz tentene gelebilmiş olmamız ne büyük çelişkiydi...

Bu yalan sevişmelerdi üşüten işte içimi...

Gitmeyedurmuşken...
ılık yüreğim tıp tıp ataken sol yanımda

nakarat kısmına denk gelmiştim şarkının ne acı tesadüf ki...
tam gitmeyedurmuşken yaşadığım yalan esriklik değil mi buza kesen yüreğimi...

içim üşüyor adam
yüreğim buz gibi...

duymak istemiyorum artık bu şarkıyı
sussun orkestra
bitsin şu lanet melodi...

yüreğim donayazdı diyorum adam... İçim üşüyor... buz gibi....

17 Ekim 2010 Pazar

Yeniden Özenmeliyim...

Ben

ard arda gelen terslikler

bir kaç yıldır sırtımda anlamsızca biriken yük

vs
vs
vs

yüzünden

bir de güneş terk-i diyar ettiğinden bir süredir kentimizi

arada cee demeler dışında

ve ben cansuyumu genelde güneşten aldığımdan

depresif sürüklenmelerdeyim ya...


hani elim kolum kalkmıyor

canım yatıp uyku uyumak bile istemiyor ya

hani yüzüm de pek gülmüyor, keyifsiz tatsız geziniyorum ya

bu suratsız dönemde

defneyi gözlemledim de...

geçen duygusal bir anımda nicedir istediği ve almadığım kitabı almıştım ona ya...

onu sayfalardaki bebeklere
çıkartma elbiseleri yapıştırırken izledim de..

Gözlerindeki o eşsiz kıvılcımları oynaştığına şahit oldum ya

öncelikle kızdım kendime
"ee noldu bunca zaman almadın da, bak nasıl da mutlu oldu çocuk"
diye
sonra düşündüm
istediği zaman alsaydım
bu kıvılcımlar çakmayacaktı ki gözünde...
bunca mutlu etmeyecekti onu...
pedagojide var bu teorik olarak
"geciktirilmiş haz duygusu" deniyor adına
istediği bir şeyi hemen elde etmesin çocuğunuz o zaman anlar kıymetini
diyor çok bilmiş uzmanlar ya

ben bilinçli yapmadım bu defa ama
hak da vermedim değil uzmanlara...

çocuk olmak öyle güzel ki...
pandayı sıkıştırıp üzdüğü için haşlayıvermiştim Defne'yi
içlenmişti hayli

ve için için ağlıyordu kanepede pısmış köşeye

ve tam o sırada dedim

"süprizim var sana"

diye
ve verdim kitabı
tüm o gözyaşları siliniverdi
resmen gökkuşağı çıktı ya kızımın yüzünde...









Bir de bizim evin halleri işte..

pandamızın da yok çocuktan bir farkı


O kadar sıkıştırıyor seveyim derken pandayı

o ona kızıp mauuw wauuw diye basıyor küfürü adeta...

çok bunaldığı anda da tırmığı sallıyor hatta... pek tarzı olmasa da
ama kaçmıyor da
o ona diğeri diğerine bayılıyorlar
bir bakmışsın uyku aleminin karanlık kaygan ılık boşluğuna
beraberce kayıvermişler

sonra dün mesela

iş çıkışı koştur telaş gidip aldım servisinden kızımı
yağmur yağıyordu
şemsiyeyi taşımak istedi verdim
alt tarafı bir şemsiye

işte yağmurdan
korumaktan başka bir işlevi olmayan bizlere
ama o nasıl da mutlu oldu

nasıl da havalı yürüdü..

burnunu dikip göz süzerek hayranlarına...
ciddi bir hayran kitlesi var da hanımın servislerin dizildiği platformda boylu boyunca :)






baktım baktım





düşündüm sonra

ve dedim ki..
ben kesinlikle
yeniden özenmeliyim çocukluğuma...
içimde her daim beni ebeleyip kaçmaya fırsat kollayan
ama elini kolunu bağlayıp sıkıca hapsettiğim o küçük kızı salıvermeliyim en kısa zamanda..

15 Ekim 2010 Cuma

yağmur var başkentte




yağmur var Başkentte

ve bir kadın yürüyor puslu sokaklarda ıslanarak iliklerine kadar


gözbebeklerinde büyüdükçe büyüyor yılgınlığı dünyalar kadar.....

 yürüyor  başkent sokaklarında sırılsıklam iliklerine kadar


yürüyor düşünerek "içimdeki katran karası yıkanır, belki akar"


oysa daha da bulaşıyor pislik tenine ellerine yüzüne, temizlenmeyecek kadar

 Başkent göğünde yağmur
sokaklarında çamur
ve bir kadın yürüyor




yürüyor
sırılsıklam ıslak iliklerine kadar 

 başkent sokakları çamur
kadının içi katran karası
yürüyor
beyni lime lime
kan
revan
talan

 yürüyor sırılsıklam
yürüyor
ve diyor
"yağmur gibi ağlasa gözlerim de
akıtsam zehirimi"


yürüyor kadın
sırılsıklam ıslak iliklerine kadar
lakin
ağlayamıyor...


yürüyor
ağır ağır
amaçsız
hedefsiz
ıslak sısırlsıklam iliklerine kadar

büyüyor yılgınlığı ıslak gözbebeklerinde dünyalar kadar

yürüyor
yok dönüşü yolunun biliyor
darmadağın
sırılsıklam ıslak iliklerine kadar

 tarifsiz bir sancı yüreğinde
veda ederek bölük pörçük mutluluklarına
yürüyor lime lime

yürüyor yılgın
yürüyor talan

 
darmadağın yürüyor


bedenen ayakta görünse de
aslında
çamurlu başkent sokaklarında sırılsıklam bir kadın
yağmurla birlikte
damla damla ölüyor.....


















13 Ekim 2010 Çarşamba

Ben Bu Öğlen

Erken çıktım yemek molasına..
Yağmur yağıyordu..
Yıkar içime tortulanan zehiri belki dedim
yürüdüm
...
zehire odaklanmışken yer yer tortulanan içime
nicedir tüm iç organlarımı ince bir toz tabakası misali kaplayan hüznü hesaba katmamışım
zehir yıkandı hakikaten yıkanmasına ya
hüznü çamur ettim bulaştırdım balçık balçık iç çeperlerime...
...
reale gittim yürüye ıslana
aylak aylak gezdim öylesine
hiç bir şey almadan çıktım..
DNR'a indim dergi almaya
Ekim-Kasım sayısını aldım Fotoğraf Dergisinin
...
Marks & Spencer a geçtim
Pembe pantolon baktım
kızıma
Beğenmedim..
çıktım almadan
--
ankuvaya geçip Dost'a gittim...
Kitap bakmaya
istediğim bir kaç kitap vardı
Fotoğrafa dair yine
onları aldım 3 tane...
Sanat Tarihi kitabı istiyordum bir de
ta lisede okumuştum seçmeli dersti seve seve seçmiştim,
unuttuğumu fark etmiştim özellikle İspanyadayken..
Üzerinden geçesim vardı o zamandan beri
bir kaç tane vardı
hangisini alayım karar veremedim..
bıraktım
bir bilene sorup da almalı diye diye kendi kendime
kasaya yönelmişken tam
Çocuk kitapları bölümüne takıldı gözüm
içim ısınıverdi birden
beklenmedik şekilde
hiç de niyetim yokken gülümsedim kendi kendime
kızımı özledim taa içimde çok güzel ve özel bir yerlerden
Ne zamandır her gördüğünde istediği
Anlamsız ve yararsız bulduğumdan inatla almadığım
çıkartmalı kızlı kılıklı kıyafetli kitaptan aldım bir tane
süpriz olsun  diye..
içim katıldı
ağlamak istedim sebepsizce...
ağlamadım
...
çıktım
bir şeyler atıştırsam diye düşünürken -hiç canım istemese de-
benim için çok özel bir dost aradı
"neyin var senin?" diye
bir şeyim yok dedim
inanmadı
-haliyle-
içimden taşıp elime yüzüme bulaşan hüzün çamurundan sıçrattım azıcık istemeden onun da üzerine
üzüldüm...
...
starbucks'a gittim
mini peynirli sandviçle cafe latte aldım
oturdum berjerlerden birine
fotoğraf dergisini alıp elime
sandviçten iki ısırık aldım
kahveden 3-5 yudum
istemedi dahasını canım
bıraktım
mesai saati geldi kalktım
...
taksiye binip geldim
ofise
hala yağmur yağıyordu
"iyi oldu bu yağmur"
dedim kendi kendime
sonbahar yaşamadan kış gelivermişti
yağınca o soğuk hava kırıldı
sonbahar moduna geçti atmosfer diye..
ofise geldim ki
sevgili dost tekrar aradı
iyiyim dedim
-yine-
inanmadı
-yine-
"her şey bir yana aslolan hayatın kendisi
ve sen yaşamayı seviyosun bunu unutma"
dedi
hak verdim..
bir bardak tavşan kanı çay alıp kendime
pencereyi ardına değin açıp
içime bulaşan hüzün çamurunu
sonbahar rüzgarında kurutmaya serdim......

Kale'de Bir Pazar Günü

Kaleye gidelim kahvaltıya dedik pazar günü için...
uzun zaman olmuştu benim için gitmeyeli..
hem çekim de yaparız dedik illa ki ;)

Aslında hiç fotoğraf çekme havamda değildim. Anlamsız bir demoralizasyon ve motivasyon eksikliği vardı üzerimde

Kirit Cafe'ye gittik kahvaltı için
 bu arada Kirit Cafe şiddetle tavsiye edilir... Nası hoş nasıl sıcak bir ortam
evinde gibi rahat hissettiriyor insana kendisini
-yoksa biz bir takım fotoğrafçı bir araya geldik mi nereye gitsek ev rahatlığına dalıyor olabilir miyiz ki?... Hmmmm uuzun irdelenesi bir mevzuu, geçiyorum -şimdilik- -
henüz web siteleri tamamlanmamış ama adres ve telefon bilgilerine buradan ulaşılabiliyor:
http://www.kiritcafe.com/

Kirit Osmanlıca anahtar demekmiş
ne hoşmuş aslında
kirit - kilit ikilisi
anahtar sonra sonra nerden türedi acaba..

nessee

Haliyle bol anahtar temalı bir cafe burası da
pek hoş
90 yıllık bir ev restore edilip cafeye dönüştürülmüş
pek güzel olmuş
























Dev masası var bi tane
kocaman
oturunca insan kendini "Guliver Devler Ülkesinde" masalına dalmış zannediveriyor


oturmuş kahvaltı siparişlerimizi vermiştik ki dayanamayarak çıkardık makineleri, başladık şak şak basmaya deklanşörlere

O sırada masaya servis getiren garson dehşetle bakmış olmalı ki
bizim capon patlatmış bombayı
ben dediğini duymadım Ayşe duymuş
ama el kol hareketlerini gördüm bizzat
şööyle bir koluyla bizleri ve kendini sıradan işaret ederek
"Biz fotoğrafçıyız da"
demiş garson abiye
hani bakma şaşkın şaşkın
bizim olayımız bu dercesine
komik zilli

Haa kendisini fotoğrafçı benim arkadaşlarımı da arkadaş zannetmesi de ayrı konu elbette
Çocuklaaaar diye bağırabiliyor arkamızdan
sersem işte...

Enteresan kime çektiyse sersemlikte :)

Bizim Capon nefis poz vermenin yanısıra


gitgide ustalaşarak çekim de yapabilir oldu iyiden iyiye :) tek sorun dikey kadraj ve zoom yapamamak
-şimdilik-
eh 5 yaşında olduğu hesap edildiğinde çok da ciddi eksik denemez tabi ;)


hele bir de kendi hür iradesiyle görüp tesbit ettiği kimi objeleri çekip
"Annnneeeeeee baaaak soyutlama yaptıııım"
diye gelip bana gösterdiği anlarda
-yok artık pes
demekten kendimi alamadığım  olmuyor değil
örnek mi?
buyrun:


Kirit'de bir hayli oturup çekip çektirdikten sonra
sokaklara daldık azıcık
kale sokakları turu







bir de Ayşe daha önce gittiğinde fotoğraflarını çekmiş kale çocuklarının
söz vermiş getireceğim diye
emanetleri evlerine teslim ettik...


Bir kısmının oturduğu evi tam hatırlayamadı Ayşe
Elimizde bir kaç çocuk fotoğrafı

esnaf esnaf çocuk çocuk gezip

"bu çocukların evi nere olaa kiii"

diye dolaşmamız da Türk filmlerini aratmaz bir vaziyetti belirtmeden geçemeyeceğim...

Ha bulduk mu bulduk ama

İstersen yaparsın

di mi ama :)


Sonra Gramofon Cafe'ye oturduk
Orası da ayrı bir zevk...

İnsan zaman tüneline düşmüş hissine kapılıyor...

Her ne kadar başta eski türküler ve TRT 1 radyosunun nuh nebiden kalma abuk bir bayram sabahı programının CD si ile içimiz kıyıldı ise de
sonra açıldılar da nostaljik şarkılarla oh şükür dedik bir miktar da olsa

Gramofon Cafe konu fotoğraf olunca dipsiz kuyu adeta
insan rahatlıkla kendinden geçebiliyor
macro yu takıp daldım objelere ağzımın suyunu akıta akıta :)
sözde çekim modumda değilim
bi de nazlana nazlana söylene söylene çekiyorum
hey Allahım






Güzel ve özel dostlarla
güzel ve özel
bir gün oldu
bunalımlardaydım çok
iyi geldi


ilaç kıvamı...


e lazımdı bu ara...