26 Şubat 2010 Cuma

İz...

Her şey iz bırakıyor...
Yaşanan her şey
Olumlu
ya da
Olumsuz
Unutulsa da yıllar içinde
bıraktığı iz öylece duruyor
Olmadık bir zamanda
Olmadık Bir şekilde
Bir şeyle karşılaştığında insan
Olmadık bir yeri sızlayıverdiğinde
Ya da gülümsetiverdiğinde olmadık bir şey
olmadık bir şekilde
anlam veremiyor belki
"hoppala
bu sızı da
ya da
bu gülümseme de
neyin nesi
diye"
oysa işte o
ne oldukları belki unutulan
ama yaşanmışlığı ölçüsünde iz bırakan
yaşanmışlıklardan kalan izlerden biri oluyor
o yaşanmışlığı çağrıştırıveren o olmadık şeyle karşılaşınca insan
o kalmış olan iz
sızlayıveriyor
ya da
gülümsetiveriyor
yani
özetle
sebepsiz değil aslında hiç bir gülücük ya da hiç bir sızı
onlara sebep
yaşanmışlıkların izi........

25 Şubat 2010 Perşembe

küçücük elli bebeğim.........



somewhere i have never travelled, gladly beyond
any experience, your eyes have their silence:
in your most frail gesture are things which enclose me,
or which i cannot touch because they are too near
your slightest look will easily unclose me
though i have closed myself as fingers,
you open always petal by petal myself as Spring opens
(touching skilfully, mysteriously) her first rose
or if your wish be to close me, i and
my life will shut very beautifully ,suddenly,
as when the heart of this flower imagines
the snow carefully everywhere descending;
nothing which we are to perceive in this world equals
the power of your intense fragility: whose texture
compels me with the color of its countries,
rendering death and forever with each breathing
(i do not know what it is about you that closes and opens;
only something in me understands
the voice of your eyes is deeper than all roses)
nobody, not even the rain, has such small hands




ee cummings



Cevat ÇAPAN'ın çevirisiyle:Hiç Gitmediğim Bir Yerde

hiç gitmediğim bir yerde, sevinçle ötesinde
her türlü yaşantının, kendi sessizliği var gözlerinin:
en ince kımıltısında birşey var içime gömen beni,
birşey dokunamayacağım kadar bana yakın

kolayca açar beni en ürkek bir bakışın
parmaklar gibi kapamış olsam bile kendimi,
sen hep yaprak yaprak açarsın beni, Baharın
(dokunup ustaca, gizlice) açışı gibi ilk gününü

ya da beni kapatmaksa istediğin, ben,
hayatım kapanırız güzelce, birden
karın her yere özenle inişini
düşleyen yüreğince şu çiçeğin;

duyduğumuz hiçbir şey bu ülkede
erişemez gücüne sonsuz inceliğinin:
renkleriyle yapısının beni bağlayan,
öldüren, hiç durmadan, her nefeste

(bilmiyorum nedir bu sende olan, bu kapayan
ve açan; yalnız anlıyor içimde birşey
gözlerinin sesini güllerden derin olan)
kimsenin yok, yağmurun bile, böyle küçük elleri
ve

Yeni Türkü'nün o muhteşem şarkısına dönüşen Barış Pirhasan yorumuyla:
Yağmurun Elleri


küçücük bir bakışın
çözer beni kolayca
kenetlenmiş parmaklar gibi
sımsıkı kapanmış olsam

yaprak yaprak açtırırsın
ilk yaz nasıl açtırırsa
ilk gülünü gizem dolu
hünerli bir dokunuşla...

hiçkimsenin yağmurun bile
böyle küçük elleri yoktur
bütün güllerden derin
bir sesi var gözlerinin

başedilmez o gergin kırılganlığınla senin
her solukta sonsuzluk ve ölüm

23 Şubat 2010 Salı

umut...



UMUTTUR HER ZAMAN ÖNEMLİ OLAN
UMUTTUR SICAK...........

22 Şubat 2010 Pazartesi

Her Türk bir şairdir aslında

Karıştırırken kütüphaneyi
eski günlüklerin arasına sıkışıvermiş bir defter geçti elime
"Benim Şiirlerim"
:)


"Her Türk bir şairdir aslında"
sözünü doğrularcasına yazmış da yazmışım


-hakikaten hiç bir Türk var mıdır acaba bir dönem bir şeyler karalyıp da bunu şiir sanmamış olan?; zannetmiyorum Allah biliyor ya :))-


dalıp gittim tarihlere bakarak kim için yazılmışlar tesbit etmeyi denedim
kimini anımsadım
kiminin birine değil sadece hayal edilmiş ya da gözlenmlenmiş başkalarının ilişkilerine ithafen yazıldığını anımsadım
kimini ise hiç anımsayamadım
neden ya da kime hitaben?


Aslında bu sıra sıra dizelere şiir denemez elbette
öyle söylemek saygısızlık olur ustalara


Gözüme takılıverenlerden birisini yazayım istedim
Tarih: 28 Mart 1994 Pazartesi
16 koca yıl evveli
peeeh
dile kolay
kimbilir neler neler vardı aklımda
bu dizeleri karalarken
kısa tarihi zamanın...
ne kadar da hızla akıp gitmiş göz açıp kapayamadan....


Beni
Dağlardan kopup
Ovalardan akıp geliyorsam şayet
Bir yaşam uğrunadır
Bir hayat kurtarmaksa gözyaşı dökmek
Yüzlerce hayat vardır etrafımda
Çiçekteyse güzellik
Çiçeklensin yer gök
Işıktaysa umut
Parıldasın yeryüzü var gücüyle


Beni tomurcuk yapın insan yüreklerine
Ya da parlak bir ışık.......


NK



Dip Not: Fotoğrafın bir alakası yok aslında dizelerle
Yeni takıntım ya
Objektifime takılıveren bir kare sadece
naçizane...

21 Şubat 2010 Pazar

Televizyon, sinema, fotoğraf derken .. haa birde gözler -klasik-

Televizyon izlemeyi hayatımdan çıkartalı bir hayli oldu
bunun bana ne kadar çok zaman kazandırdığını gördüğüm zaman, geçmişte o ekrana bakarak heba ettiğim onca zamana ne kadar da çok acıyorum...
kimbilir neler neler yapılırdı o zamanlarda
beni televizyondan uzaklaştıran öncelikle caponun doğumu oldu
2 yaşına kadar tanışmasını istemediğimden meşhur aptal kutusu ile; ilk 6 aylık süre sonrasında ( o zaman zarfında mütemadiyen beni emmekte olduğundan bana da yapacak fazla şey kalmadığından gündüzleri o emerken tv izliyordum çünkü) ben de izlemedim o uyuyana kadar, dolayısıyla Büü de elbette
bu arada zaten bir hayli uzaklaşmıştım
Yeni eve taşındıktan sonra da tamamen bıraktım...
şimdilerde hiç bir şey izlemediğim gibi
anneme falan gittiğimizde açıldığında afakanlar basıyor beni...


Büü ile çıktığımız zamanlarda vizyonda ne kadar film varsa sektirmeden hepsine giderdik.
İzlemediğimiz film kalmamıştı 
en aptal saptalını bile görmüştük o dönemde
ve son derece zevk verirdi bana sinemaya gitmek


Televizyondan uzaklaşmanın bu konuda negatif bir etkisi oldu sanırım bana
Şimdi hadi desek gideriz rahatlıkla
caponcuk artık bize sorun çıkartmıyor, hareketlerimizi kısıtlamıyor
gık demeden
hatta çoğu zaman kendi isteği ile zevkle anneannesinde kalıyor
Böyle zamanlarda kalkıp gidebiliriz film izlemeye
ama ben en son hangi filmi izlediğimi bile anımsamayacak durumdayım sinema perdesinde
ve gitmek de
izlemek de istemiyorum
yapabileceğim öyle çok şey var ki
orada karanlıkta oturup iki saat hapsolacağıma
iki saat bir kitapçıda vakit geçirmek bin kere tercih sebebi artık bana
ya da yenilerde
alıp makinemi elime çıkıp sokaklara otu botu fotoğraflamak


haa bu arada insanlar ne çok korkarmış profesyonel makinelerden
uyduruk kompact makinemle binlerce fotoğraf çektiğim mekanlarda (misal cepa) yeni fotoğraf makinemle çekim yapmaya kalktığımda
"yasaaaaak" diye ortaya atlayıveren bir güvenlik görevlisi bitiveriyor illaki zırt diye
bugün dikmen vadisinde sarmaşık fotoğrafı çekerken atladı bitanesi
"nasıı yaaa" dedim
gazaeteciler gelip çekiyormuş
neyi dedim?
zira onjektifimi doğrulttuğum noktada sarmaşıktan başka bir şey yoktu
ne bir ev
ne bir insan
ne bir hayvan
bulurmuş onlar kendilerine göre çekiştirecek bir şey
adama anlamsız anlamsız bakıp koca bir kahkaha patlattım yüzüne yüzüne
kesin deli demiştir
desiiiin...
deliler çok eğlenir ayrıca
yalan mı?
o arada hava aniden kararma emareleri gösterince arabaya doğru ilerlemeye başlamıştım ki
bir anda nasıl olduğunu anlamaya imkan vermeden
delice bir dolu indi tepemden aşağı
makineyi montumun içine zor sokuşturdum
ve kendimi arabaya dar attım...
Ankara yağmur ormanlarına döndü demiştim taaa ne kadar zaman önce
değişen bir şey yok
hala şarşar


yazı dört gözle bekliyorum
dört göz dedim de
hala dört gözlüyüm
gözlüğe devam
kornea inatla iyileşmiyor
iyileşmediği gibi iyileşecek gibi de durmuyor
ameliyat zorunlu olacak gibi görünüyor
bakalım
karar bana kalmış...


korkuyor muyum?
bilmem
heralde
yani belki biraz
emin değilim aslında
tuhaf bir biçimde anlamsız bir rahatlık da yok değil içimin bi köşesinde


neyse
yaşanacaksa bir şeyler
yaşanıyor
geçilmiyor önüne...

capondan...

Depresif ruh hallerimden
karamsar takılmalardan
Capon balığından söz etmemişim ne zamandır fark ettim ki...
oysa o siyah-beyaz bir fotoğrafın dahi içine dalıveren rengarenk bir görüntü her zaman
Otuzyedibuçuk senenin en büyük kazancı....

o kadar cingöz ki
bazen hayretlere kapılmamak imkansız

geçen çarşamba akşamı yatmak üzereyken gözlüğünü çıkartmış
almış eline temizliyor
"siliyim de sabaha hazır olsun"
içim acıdı birden onu öyle görünce
dörtbuçuk yaşında ve hayatın gerçek yüzüyle ne kadar yakın bir yüzyüzeliği var diye...
sessizce mırıldandım Büü'ye dudak bükerek
"Yazık kuzuma..."
gözlüğünü sildi kenara koydu, beraber yatmak istediği oyuncağı seçti, uyku tulumunu giydi
sonra yavaştan seslendi bana aradan en az on dakika geçtikten sonra
"anneeeee sen gözlüğümü silerken neden yazık dedin bana"
........
öylece bakakaldım Büü'ye
kilitlenip..
bir şey de bir kere kulağından kaçsın be minik kuşum dedim içimden... pes...

Dondurma saplantısı kış mevsiminde oluşumuz dolayısıyla ivme kaybetse de
tam olarak geçmiyor hiç minik caponda
eh süt teknoloğu -daha doğrusu şöyle demeli, süt teknolojisi eğitimi görmüş- bir anadan doğma çocuk da dondurma yerken yaz kış ayrımı yapsa geçekten ayıp olurdu ama...
çok eğlenceli onun kendinden geçmiş bir halde dondurma yiyişini izlemek...
o dondurmayı yerken benim de onu yiyesim geliyor :)

18 Şubat 2010 Perşembe

öylesine sayıklamalar

kelimeleri damıtıp gönül imbiğimde
yalın yalın tane tane dökesim var klavyemden bugünlerde
öyle uzun uzadıya değil
3-5 saf damıtık kelimeyle
ifade edesim var hallerimi
lakin
yapmıyor isem
vardır zahir bir sebebi


üstüne üstlük
gökgürültüsü var dışarda
yer yerinden oynuyor sanki
...
ne var olursa olsun mu?


yok olmasın


....
niye mi?


olmasın işte
karıştırma niyesini....
korkarım gökgürültüsünden ben


.....
buna da mı niye


e her şey gibi
var elbet sebebi
anlatırım belki bir gün


....
bu gün?


yok hayır
bugün değil....
belki
bi gün

Kaç Kişilik Hakikaten?

"Aşk İki Kişiliktir" diyor Ataol Behramoğlu
ve
"Aşk Tek Kişiliktir" diyor Yılmaz Odabaşı

ben?

ben bilmiyorum....

Behramoğlu'nu okuduğumda ona hak veriyorum
Odabaşı'nı okursam da ona
Nasreddin Hoca misali....

"
....
Çünkü hiçbir kelebek



Tek başına yaşamaz sevdasını,


Severken hiç bir böcek


Hiç bir kuş yalnız değildir;


Ölümdür yaşanan tek başına,


Aşk iki kişiliktir."

Öyle midir?
Öyledir.....

"
tek kişilik kalabalıktır aşk.



aşk tek kişiliktir; ikinci bir kişiye bilet yoktur.


kendinin yayasıdır aşkta ikinci kişi,


kendinin mayası; herkes sevgisini sever...






aşk nedir incil'e göre? nedir tevrat'a, zebur'a, kurân'a göre?


bu kitaplardaki aşklar küfürler neyin rengine göre?






insandır, insan aslolan, insana göre


bir bedeni o kıyısızlığa bırakma saati geldiğinde gitmek bir yalnızlıktır.


bütün gitmeler bir yalnızlıktır kalmaya göre...


... "

Öyle midir?
Öyledir

Peki şimdi birisi söyler mi bana
Bu aşk denen şey
Kaç kişilik acaba?
............
....

16 Şubat 2010 Salı

Kadına Dair

Facebook'ta kişisel iletime şu cümleyi yazmıştım:
"BİR KADIN SANA BAKTIĞINDA DİNLE ONU, SENİNLE KONUŞTUĞUNDA DEĞİL..."
ve sevgili ilkokul arkadaşım Tülin bu söz üzerine bir yazı paylaşmış benimle
hayran oldum
bu kadar iyi anlatılabilirdi gerçekten....
Bu cümleleri yazan kişiye saygıyla demiş Tülin
ve ben de katılıyorum


-Teşekkürler canım -


" Bir kadın şikayet ediyorsa, ya da erkeklerin deyimi ile vıdı vıdı ediyorsa; erkek bilmelidir ki, o ilişkiden hala ümidi vardır kadının. Yürütmek, birlikte yaşamak, sorunları çözerek mutlu olmak istiyordur. Daha önemlisi, o adamı hala seviyordur.
Kadın susarak gider! En önemli detaydır, erkeklerin hiç anlayamadığı durum işte bu kadar basittir. O gün gelene kadar konuşan, kavga eden, tartışan kadın, kendini sessizliğe vermiştir. Ne zaman ümidini o ilişkiden kestiyse, o zaman sevgisi de yara almış demektir. Yüreğindeki bavulları toplamıştır, kafasındaki biletleri almış ve aslında bedeni orada durarak, ilişkiden çıkıp gitmiştir. Kadın, gerçekten gitmişse, çok sessiz olmuştur ayrılışı, kimse hissetmeden, kapıları vurup kırmadan gitmiştir. Her akşam eve geldiğinde, kapının açıldığını gören adam anlamaz ama bir kadın sessizce gider. "

14 Şubat 2010 Pazar

SEVGİLİLER GÜNÜMÜZ KUTLU OLSUN BÜÜ

MANTIKSIZ GELİYOR ÇOĞUNA BÖYLE GÜNLERİ KUTLAMAK BİLİYORUM AMA BİZ SEVİYORUZ... BANA SEVGİLİLER GÜNÜNDE EVLENME TEKLİF ETMİŞTİ BÜÜ BUNA SEBEP DAHA ÖZEL BİZE BİRÇOĞUNA OLDUĞUNDAN BEN BİZİM HİKAYEMİZİ ÖZETLEYİP ARMAĞAN ETTİM BU YIL BÜÜ'YE SEVGİYLE...........

12 Şubat 2010 Cuma

geçer..

Zaman zaman
kimi şeyler acı verir ya insana
Herkesin başına gelir
belki iş
belki aşk
belki sağlık
belki herhangi başka bir şey
içini acıtır ya insanın
hani tırtıklı bir bıçak bir hamlede sokuluvermiştir insanın yüreğine de
hani girerken o kadar da acıtmamıştır da
hadi çıkartayım dediğinde milim milim her hareketinde bir sonraki milimi terkederken verdiği acıya dayanamam dersin
bir sonraki kesin öldürür dersin
ama her seferinde dayanırsın
her seferinde ölmezsin
ölemezsin ya
öyle işte....

ben
böyle anlarda
bile isteye
hislerimi uyuşturuyorum
evet evet
bildiğin uyuşturma
yok öyle dış bir etkenle değil
kendimi telkinle mi artık
neyin nesiyleyse
hani normalde barut gibiyim ya
asabi gergin sinirli
böyle esas esip coşulacak anlarda
öfkeyi patlatıp
tepki verilesi anlarda
öylece kalıverişim
gözlerimi daldırıp bir noktaya
kilitlenişim
hep bu uyuşturma halinin eseri
bir hormon mu salgılıyorum nedir...

ha içim niye mi acıyo
onu boşver
acıyo işte...

geçecek
hep geçer

Pinhan - Elif Şafak

Pinhan'ı bitirdim geçenlerde
Elif Şafak'ın ilk romanı...
Evet doğru
İdeolojilerimiz akla kara kadar zıt Elif Şafak ile
Yerle gök kadar uzak hayata bakış açılarımız
Ama sanatında ideolojisinin peşinden koşmadığı, kendi hayat görüşünü itelemeye çalışmadığından
ve elbette en önemlisi kalemini hakikaten beğendiğim ve çok başarılı bulduğumdan
(kendi çapımda elbette, yoksa bir edebiyat eleştirmeni gibi kritik ediyor değilim... İstesem de edemem ki, o ayrı bir eğitim ve birikim gerektirir; ben sadece kendi okuma zevkime dayanarak söylüyorum ne söylüyorsam)

Evet biraz fazla İhsan Oktay Anar kaleminden çıkmış misali roman
Ama Osmanlı türkçesi çok güzel kullanılmış
o kadar eski kelime
ama su gibi bir akıcılık
ve kurgu çok başarılı...
Kafa karıştırıp
sonra çözüme ulaştırıcı

Sonunda "Suskunlar"da olduğu kadar olmasa da bir hayli etkilendim yalan değil...

Bu romanı yazdığında 24 yaşındaymış Elif Şafak
içten içe kıskandım biraz demesem yalan olur
ben o yaştayken aklım bir karışın bir hayli yukarılarında havalardaydı..
24 yaşında tasavvuf okumuş ve böyle bir roman yazmış

çalışmadığım, iş aradığım dönemlerde boşa geçen günlerim için içim sızladı...
Kafamda onlarca kurgu varken
Ne diye oturup yazmadım diye....


Kitaptan alıntı yapmak istiyorum biraz

"Zifiri bir halka idi toprak,


yıldızlara sığınırdı bazen..." (s.7)



"Korktu. Gidip de varamamaktan değil, varıp da dönüş yollarını kaybetmekten değil, dönüp de geride bıraktıklarını yerlerinde görememekten değil, bir kendini bulmaktan, bulduğundan korkmaktan korktu." (s.9)



"Görünenle yetinirsen eğer sadece tırtılı bilirsin. Çirkindir ya tırtıl, gönlünü çelmez. Görünenin ötesine geçmek istersen eğer, aradan örtüğü kaldırıp da gönül gözü ile bakarsan kelebeği bulursun karşında. Güzeldir ya kelebek, gönlün ona akar. Lakin gönül gözünle görürsen eğer, kelebeğe değil tırtıla sevdalanırsın." (s.22)



"Bak bu gayb alemine, bir kendini gör. Bak kendine, cümle mahlukatın özünü gör. Devri tamam olan gelir, devri tamam da gider. Gelen, gidende saklıdır; giden de gelende saklıdır." (s.22)



"İnsanları uzaktan seyrederken, onlara her zamankinden yakın olabilirsin." (s.40)



"Göz pınarlarındabir patırtı, bir koşuşturma, bir isyan..." (s.42)



"Uzun uzun dostunun yüzündeki derin çizgilere baktı. Orada kendine bir geçit, bir yol aradı. Bulamadı." (s.44)



"İnsan bazen ağır ağır, kademe kademe görür. Bir resmin eteklerindeki ayrıntılardan başlar görmeye ve orda burda yalpalayan, kıvrılan bakışları usul usul varır resmin merkezine." (s.57)



"Sen kendini küçük zannedersin. Halbuki en büyük alem sende toplanmıştır. Bir tek nokta, en ince fırçanın ucuyla suya bırakılan minnacık bir nokta, olur sana umman u derya. Yayılır, kıvrılır, lamelif misali dolanır. Katreyiz alemde, lakin unutma ki tek bir nokta, tekmil sırları içinde barındırır." (s.60)



"Bu kitap okunmuyor; o, insanın içini okuyordu. İnsan onunla kendini okuyordu.

Onun durgun çehresinden süzülen ziya tufanlarını, sayfalarının arasından yayılan mest edici kokularını ve kelimelerinin ardına saklanan hüznünü kendinden bir parça bellemişti." (s.124)


"Su ne kadar vefakar ve kudretli ise, zaman da o kadar riyakar ve acizdi." (s.170)



"Her rüya bir haritadır aslında. Mecazistan şehrinin haritası. Ve her rüyanın pek çok kapısı vardır." (s.180)
"

10 Şubat 2010 Çarşamba

Kankamın kızıyla kızım kanka

Yaa bu nasıl harika bir duygu
Maşallah kızlarımıza
Fıstıklı lokumlarım benim....


Hayattaki varoluş sebebimiz onlar bence
net....






8 Şubat 2010 Pazartesi

iyi hissettiren küçük şeyler

Cuma büyük ümitlerle gitmiştim Sefa Bey'e (18 yaşımdan beri gözümünü kökünün damarına kadar ezberlemiş olduğunu sandığım göz doktorum kendileri)
Tamam diyecekti
lenslerimi takacaktım
dünya parlayacaktı
ohhh

olamadı
beklemiyordum
"mikrokistler iyileşmemiş, beklesek iyi olur, aslına bakarsan aylar bile sürebilir ama merkezden perifere doğru temizlensin kornea hiç olmazsa, yoksa sağlıklı ölçüm de alamayacağız"
cümlesini

moralim azıcık bozuldu ne yalan söyleyim
tamam bayaaa bozuldu
flu bir dünyada yaşamak
net görememek sıkıntılı elbette
e bir de sinir yapıyor ben de
hani zaten az sinirim varmış gibi...

cuma öööle sinir bozucu geçti
ama cumartesi pozitif uyandım
kalktım baktım ki
 ışıl ışıl güneş etraf...
eh dedim boşa değil beni iyi hissederek uyanmış oluşum...

laylaylom kahvaltı ettik capon balığı ile
sonra giyindik ana kız; tuttum elinden canparçamın
doğrulduk yola
kızılay'da bir işim vardı onu halletmeye
yürüye yürüye gittik...
nefisti
kızılay'a inince fark ettim ki
özlemişim....
niceeeeee zaman olmuş gitmeyeli
işimizi halledip yine yürüyerek döndük tıngır mıngır
capon azıcık darlandı sona doğru
Malltepepark'ta Özlem ve Özge ile buluştuk
caponla özge yi tiyatroya soktuk "Çıtırla Pıtır"
biz özlemle carcarcarcarcar
kendimi yanında çoooook rahat hissettiğim insan sayısı kabarık değil
özlem bu listede başlarda yer alıyor...
31 yıl
dile kolay.....
(doğum günü bugün, kutlu olsun canımın için bu vesile ile :))
market alışverişi falan
attık kendimizi bize tiyatro çıkışı
yaptık yemeklerimizi
kızlar direk daldı oyuna zaten
yedik biralarımızı da açıp yemeklerimizi
tabi hala
carcarcarcarcar
Büü nün YKToplantısı vardı gecikecekti, bir ara Özlem'in bir arkadaşı geldi onu da kattık aramıza bira üstü şarap
bir ara kızları kostümledim
süper oldular
resimledim
eklerim bir ara makine yanımda değil şimdi
(öğreniyorum fotoğraf işini yavaştan
gözler toparlanınca daha iyi olur umarım...)
capon balığının "popo sallayan" şarkısını açtım oynattım zillileri
kudurdular

Büü aradı toplantı çıkışı "annem hastalanmış oraya gidiyorum" diye, telaş yaptım azıcık ama yok iyiymiş şimdi dedi, Hülya abla rahatsızlanmış biraz ona canı sıkılınca tansiyon fırlamış..
neyse düzenlenmiş... aradım konuşunca rahat ettim, iyiydi sesi

Özlemin arkadaşı gitti
azıcık morali bozuldu, istemeden üzdük onu :(
hastalık haberi akabinde o azıcık keyfimiz bozuldu ya....

Büü gelince 
Wii oynattık kızlara
capon kucağımda sızdığı sıralarda
özge hala tenis oynuyordu cin gibi çatada çutada

sağlam içmişiz
sarhoş olmuşum ben ne zamandan sonra..
Özlem turp gibi arabayı kullanıp gitti valla... cingöz :)

Büü ile zaman geçirdik bi hayli özlemle özgenin ardından...

sonra uykuya dalmadan önce
düşündüm ki
özel insanlar var hayatımda
iyi ki var
küçücük şeyler
onlarla paylaşılan
kocaman bir huzur ve neşe dolduruyor içime...


bir hedefi yoktu aslında bu yazımın
bana dair
yaşanmış güzel bir gün

hepsi bu..